
Risale-i Nur’un bir cok yerinde tevafuk orneklerine rastlamak mumkundur.
Hatta kendimiz dahi hizmetlerle meşguliyetimiz nisbetinde bu tevufuklarla karşılaşırız. Risale-i Nur’a baktığımızda Ustad Bediuzzaman Hazretleri’nin bu konuya cok onem verdiğini ve bunları bir tahdis-i nimet olarak anlattığını goruruz.
Ezcumle Lem’alar’da “CenÂb-ı Hakk’a yuz bin şukrediyorum ki, bana hem buyuk bir teselli, hem dÂvÂma buyuk bir delil gosterdi. Ve tevafukun beş altı nev’i bize ve mesleğimize medar-ı imtiyaz ve vesile-i teşvik olarak verilmiş. Ve her me’yusiyet ve gevşeklik zamanımızda bir kamcıyı teşvik ve bir keramet-i hizmet-i Kur’Âniyeye medar bir tevafuk-u lÂtife imdadımıza yetiştiği gibi” denilmiştir.
Ayrıca Kastamonu LÂhikasında da bu konu ile ilgili olarak şunları soylemektedir: “Bu gunlerde, tefsirin Onuncu Sozun tevafuklarına baktım. Kendi kendime dedim ki: Bu ziyade tafsilat israftır, ehemmmiyetli meseleler coktur; vakit zÂyi olmasın. Birden ihtar edildi ki: O tevafuk altında cok ehemmiyetli bir mesele vardır. Hem madem tevafukta bir inayet-i hÂssa ve iltifat-ı RahmÂnî Risale-i Nur’a karşı tezahur etmiş, o iltifata karşı hiss-i şukran ve memnuniyet ve muteşekkirane sevinc ne kadar ifratkÂrane olsa israf olmaz.
Birincisi: Herşeyde -ne kadar cuz’î de olsa- bir kast ve iradenin cilvesi bulunmasıdır; tesaduf, hakikî olarak olmamasıdır. Evet, kesretin en kucuk dağınık ve en ziyade tesadufe verilen kelimattaki hurufatın vaziyetleridir. Hususan kitabette, madem hic munasebeti olmayan ve ihtiyar-ı beşerî karışmayan hurufatın vaziyetlerinde bir tenasup, bir nizam bulunuyor; elbette bir irade-i gaybiye tahtında vaziyetler veriliyor. (...) Elbette tevafuka dair tafsilÂt, tasvirat, fiilî teşekkuratın bir nev’idir ve sevincin ve minnettarlığın heyecanlı tereşşuhatıdır. 1
Ustadın talebelerinden Hafız Tevfik, Hilmi, KÂmil, Hayri ve Mehmet Feyzi’nin ‘gozumuzle gorduk’ diyerek tasdik ettikleri ve Ustad Hazretleri’nin de ‘Evet, ben de tasdik ediyorum’ diye sonuna not yazdığı bir mektupta tevafuk konusuyla ilgili olarak şoyle denilmiş: “Ahmed Nazif’in bu defa cok meşgaleler icinde yazdığı, yalnız On Dokuzuncu Mektubda (Mu’cizat-ı Ahmediye (asm) tevafukunun mecmuu, dokuz bin sekiz yuz otuz uc adede baliğ olduğunu gorduk; o mektuubdaki mu’cizat-ı Ahmediyenin (asm) bir kerametidir diye hukmettik.” 2
Aynı mektubun devamında “Tevafuk, Risale-i Nur’un kerametinin bir madeni bulunduğuna pek cok emarelerden bu bir iki uc gun zarfında, kucuk ve lÂtif, fakat katı kanaat veren cuz’î hadiselerin tevafukunda gozumuzle gorduğumuz inayet-i Rabbaniyenin numunelerinden beş altısını beyan ediyoruz.”
Mektubu şu şekilde bitmektedir: ”Risale-i Nur dairesi icinde dikkat edilirse herkes kendi nefsinde, hizmet derecesinde, boyle numuneleri gorebilir.” 3
Dipnotlar:
1- Bediuzzaman Said Nursî, Kastamonu LÂhikası, 40.
2- Bediuzzaman Said Nursî, Kastamonu LÂhikası,167.
3- Bediuzzaman Said Nursî, Kastamonu LÂhikası, 169.
4- Bediuzzaman Said Nursî, Kastamonu LÂhikası, 170-71.
5- Bediuzzaman Said Nursî, Barla LÂhikası, 14.
6- Bediuzzaman Said Nursî, Barla LÂhikası, 15.
7- Bediuzzaman Said Nursî, Barla LÂhikası, 66.
Ustadımızın ve Risale-i Nur’un ciddî hakaikleri icinde en tatlı bir fÂkihesi [meyvesi] tevafuk olduğu icin, kardeşlerimize, yine bu iki gun zarfında kucuk bir iki tevafuku, size bundan evvelki tevafuka haşiye olarak yazıyoruz. Evet, nasıl ki kelimatta ve kelimat-ı mektubede tevafuk, bir kast, bir inayet-i hususiyeyi gosteriyor. Bazan harika olup keramet derecesine cıkıyor. Bazan lÂtif bir zerafet veriyor; aynen oyle de, Risale-i Nur’a ait ve Ustadımıza ait hadisatta da aynen kasti ve inayetkarane tevafuku, akvaldeki o ef’alde dahi goruyoruz.4
Ustad Hazretleri bu konu ile ilgili olarak Barla LÂhikası’nda şunları yazmıştır: “Şuurumuz ve ihtiyarımızdan haric bir kısım inayata mazhar oluyoruz. Oyle ise, o inayetleri bağırarak ilÂn etmeye mecburuz. İşte gecmiş “Yedi Esbab”a binaen, kullî birkac inayet-i Rabbaniyeye işaret edeceğiz. (...)
“Ezcumle, Mu’cizÂt-ı Ahmediye Mektubatında, Ucuncu İşaretinden t On Sekizinci İşaretine kadar altmış sayfa, habersiz, bilmeyerek, bir mustensihin nushasında, iki sayfa mustesna olmak uzere mutebÂki butun sayfalarda, kemÂl-i muvazenetle, iki yuzden ziyade Resul-i Ekrem AleyhissalÂtu VesselÂm kelimeleri birbirine bakıyorlar. Kim insafla iki sayfaya dikkat etse, tesaduf olmadığını tasdik edecek. Halbuki, tesaduf, olsa olsa bir sayfada kesretli emsal kelimeleri bulunsa, yarı yarıya tevafuk olur, ancak bir iki sayfada tamamen tevafuk edebilir. O halde boyle umum sayfalarda Resul-i Ekrem AleyhissalÂtu VesselÂm kelimesi, iki olsun, uc olsun, dort olsun veya daha ziyade olsun, kemÂl-i mizanla birbirinin yuzune baksa, elbette tesaduf olması mumkun değildir. Hem sekiz ayrı ayrı mustensihin bozamadığı bir tevafukun, kuvvetli bir işaret-i gaybiye, icinde olduğunu gosterir.5
Ustad Hazretleri mektubun devamında, “Elbette boyle mubarek bir cemaatte, tevafukat-ı gaybiyeden daha ziyade kuvvetli bir işaret-i gaybiye var ben goruyorum; fakat herkese ve umuma gosteremiyorum.” demektedir.
Re’fet Bey, Barla LÂhikası’nda yer alan ve Ustad Bediuzzaman’a yazdığı bir mektubunda ise şoyle demektedir: ”Madem şimdiye kadar boyle hakikatler hicbir eserde gorunmemiş ve işitilmemiştir; yazılması cok muvafıktır. (...) HulÂsa, tevafukat ve rumuzat-ı Kur’Âniye, tebşirat-ı azîmeyi ihtiva etmesi itibarıyla, kemal-i hassasiyetle takip ve tetkik olunmaktadır.” 7
__________________