
Yirminci Lem’a; cemaat, cemiyet, topluluklar anlamında sorumluluk makamındakilerin ihlÂsını ele alır ve sorumlu insanların ihlÂs gostergesi olarak da ‘adalet’e işaret eder; Yirmi Birinci Lem’a ise, şahıs dunyasındaki ihlÂsı ele alır ve onun da ihlÂs olcutu, ‘sırat-ı mustakim’ olarak ifade edilir.
Yirminci Lem’a’da, ehl-i hamiyeti ağlattıracak bir durum tahlili vardır. Ve bu dikkat cekici bir sualle gundeme getirilir: “Neden ehl-i dalÂlet rekabetsiz ittifak ediyor da ehl-i diyanet rekabetli ihtilÂf icerisinde?”
Ehl-i hak arasındaki ‘ihtilÂf’ların ana sebebi olarak, ‘rekabet’ gecer.
Peki, ‘Rekabete sebebiyet veren ve ihlÂsı kıran sebepler nelerdir?’
Once, rekabeti doğuran ‘yedi sebep’ paylaşılırken, ehl-i ilmin, ehl-i diyanetin, ehl-i hakikatin, ehl-i tarikatın ihtilÂfının, ‘hakikatsizlikten, zilletten, himmetsizlikten ve aşağılıktan, akıbeti duşunmemekten ve kasr-ı nazardan, zaaflarından, namertliklerinden, himmetsizliklerinden, hamiyetsizliklerinden, kıskanclıktan ve hırs-ı dunyadan’ olmadığına dikkatler cekilerek, ehl-i imana haksızlık yapılmaması sağlanmış olur.
Biz de, once hastalanma sebeplerine, sonra da tedaviye dikkatleri cekelim.
Birinci sebepte ehl-i hak arasındaki ‘rekabet’, vazife-ucret tevziindeki belirsizliğin neticesi olarak tesbit edilmiş. Bir makama cokların namzet olması ve maddî ve manevî bir ucrete cok ellerin uzanabilmesi rekabeti doğurmuş ve ittifak yerine ihtilÂf gelmiş. İhlÂs da kırılmış.
İkinci sebepte zillet-izzet durumu dikkatlere sunulmuş. Burada da her hak meslek sahibinin o meslekten gelen manen bir izzeti var. Dolayısıyla bir ihtiyac hissedince insanların yerine Rabbine muracaat eder ve medet O’ndan ister. Diğer muhalif meşreplere muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını goremiyor. Belki hodgamlık ve enaniyet de araya girerse, kendini haklı muhalifini haksız duşunerek ittifak ve muhabbet yerine ihtilÂf ve rekabet ortaya girer. İhlÂsı kacırır, vazifesi zir u zeber olur.
Ucuncu sebepte ‘rekabet’e sevk eden unsur, ehl-i iman icin ‘hırs-ı sevap ve vazife-i uhreviyede kanaatsizlik’tir. ‘Bu sevabı ben kazanayım’ diye, karşısındaki hakikî kardeşi ve cidden muhabbet ve muavenetine ve uhuvvetine ve yardımına muhtac bir zata karşı rekabetkÂrane vaziyet alır. İhlÂsı kacırır.
Dorduncu sebepte, ehl-i hidayet, ahirete ait ve ileriye muteallik semerat-ı uhreviyeye ve kemalata, kalp ve aklın yuksek dusturlarıyla muteveccih oldukları icin, esaslı bir istikamet ve tam bir ihlÂs ve gayet fedakÂrane bir ittihat ve ittifak olabilirken, enaniyetten tam tecerrut edemediklerinden, ulvî bir medar-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, ihlÂs da kırılır. Ve vazife-i uhreviye de zedelenir.
Beşinci sebepte, ‘rekabet’, nokta-i istinadın ve nokta-i istimdadın su-i istimalinden gelmektedir. Ehl-i hak, gayet kuvvetli bir nokta-i istinad olan iman-ı billahtan gelen tevekkul ve teslimle, başkalarına arz-ı ihtiyac edip muavenet ve yardımlarını istemez. İstese de fedakÂrane yapışmaz. İşte ehl-i hak, ittifaktaki hak kuvvetini duşunemediklerinden ve aramadıklarından, haksız ve muzır bir netice olan ihtilÂfa duşerler. İhtilÂfın olduğu yerde de ihlÂs olmaz.
Altıncı sebepte, ehl-i hak, dunya işleri icin samimî calışmıyorlar. Butun hissiyatlarıyla ebedî hayata zaman ayırıyorlar. Oysa ehl-i dunyanın şiddetli hissiyatla dunyaya sarılmak neticesi, bÂtıl yolunda da olsa samimî ihlÂsla o meselede muvaffak olur ve ehl-i hakka galebe eder. Bu galebe neticesinde ehl-i hak zillete ve mahkûmiyete ve tasannua ve riyaya duşup, ihlÂsı kaybeder.
Yedinci sebepte ise, ehl-i hak musabaka şartlarını tam yerine getiremiyor. Bir de araya naehillerin girmesiyle bir derece su-i istimal ettiklerinden rekabetkÂrane ihtilÂfa duşup, hem kendine hem cemaat-i İslÂmiyeye zararı olmuş oluyor. Umur-u diniye ve uhreviyede rekabet, gıpta, haset ve kıskanclık olmamalı. Kıskanmak şoyle dursun, gayet samimî bir muhabbete o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını muftehirane alkışlamak lÂzım gelirken, nedendir ki rekabetkÂrane o hakikî kardeşlere ve fedakÂr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlÂs kacıyor.
Oysa iman ve Kur’Ân hizmeti bir buyuk defineyi taşımak gibidir. Ne kadar kuvvetli omuzlar altına girse, memnunane, iftiharla karşılamak lÂzımdır.
Hastalık varken iyileşme beklentisi anlamsızdır. Rekabete ve ihlÂssızlığa sevk eden hastalıklar asrın maneviyat doktoru tarafından teşhis edilip, ortaya konmuş, şimdi sıra tedavi işlemlerindedir.
Ama once, hastanın kendini ‘hasta’ olarak kabul edip, tedavi istemesi lÂzımdır ki, iyileşme gorulebilsin.
__________________