Bazı "Latif Nukteler"i iceren Yirmi Sekizinci Lem’a’da, Lem’alar’a derc edilmesindeki hikmetin ilk etapta pek kavranamadığı bir mektup vardır. Şefik (SARIOĞLU) adındaki bir talebesinin Bediuzzaman’a yazmış olduğu bu mektup, ilk okuyuşta, samimi duygularla yazılmış sıcak ve safiyane bir mektup olmaktan ibaret gozukur insana.

Nitekim, bu mektupla ilgili şahsi tecrubem bu şekilde başlamış, ancak uzun bir zaman sonradır ki, bu mektup anlam ve derinliğini bana acmıştır. "Cocuklara Risale-i Nur’u ne şekilde takdim edeceği"ni bilemeyenler icin, bu mektup, manidar ipucları vermektedir. En ziyade dikkate değer yanı, herhalde budur.

Mektubun bilhassa son paragrafından oğrendiğimize gore, Şefik adlı Nur talebesi "uc yaşından sekiz yaşına kadar" cocukları ile yeğenlerine Risale-i Nur okumuştur. Ama, mesela “Bunlar Risale-i Nur’dur. Ustad Bediuzzaman Said Nursi bunları yazmıştır” gibi bir girişle değil! Hele hele, “Gelin bakalım. Şimdi size Risale-i Nur okuyayım” diye hic değil.

Bilakis, kendisi Risale-i Nur okuyorken cocuklar başına toplanıp ne okuduğunu sormuşlar; o da “Elmas, cevher, nur” demiştir. Bu cevapla merakları uyanan cocuklar "elmas, cevher, nur"u anlamaya calışırken, Şefik onları sevmiş, cay vermiş, okumaya devam etmiş, aradaki sorularına “Bu, elmas, cevher, nurdur” şeklindeki merak uyandırıcı cevapla mukabele etmiş, "anlayamadıkları" yerleri "onların anlayabileceği şekilde" izah etmiş ve en sonunda “Nur, bunu okumaktır. Elmas, bu sozleri yazmaktır. Cevher de, bu kitaptan aldığınız imandır” diye bir acıklama getirmiştir.

Mektubun en son paragrafı ise şu şekildedir:

“İşte Elmas, Cevher, Nur budur, dedim. Tasdik ettiler. Hepsi birden bana bakıyorlardı ve ‘Bunu kim yazmış?’ diyorlardı.”

İmdi, bu latif mektuptan alınacak bir dizi ders vardır. Ozellikle “Cocuklar(ımız)a Risale-i Nur’u nasıl anlatabiliriz?” sorusuyla hemhal olanlar icin!

Birincisi, Şefik’in (r.h.) kendisinin ev ortamında Risale-i Nur okuyor oluşudur. Demek, cocuklarımızın Risale-i Nur okumalarını istiyorsak, evvela onların bizi Risale-i Nur okurken gormeleri gerekmektedir.

İkincisi; babalarının (veya dayılarının) ne okuduğunu merak edip soranlara Şefik’in doğrudan “Risale-i Nur okuyorum. Risale-i Nur ki, asrın tefsiridir. Ustad Bediuzzaman Hazretleri yazmıştır” turunden bir cevap yerine, cocukların merakını daha da kamcılayıcı latif bir cevabı tercih etmesidir: “Elmas, Cevher, Nur okuyorum.”

Ucuncusu, bunun uzerine merak edip başına toplanan cocukları Şefik’in sevmesi ve kendilerine ikramda bulunmasıdır. Demek, cocuğumuzun Risale-i Nur’a muhatap olacağı ortam, sevgi gorduğu ve ikrama muhatap kılındığı bir ortam olmalıdır.

Dorduncusu, Şefik’in “Onuncu Soz” gibi bir risaleyi okurken, cocukların anlayamadıkları noktada sordukları sorulara "onların anlayabileceği şekilde izah" getirmesidir. Demek, Risale-i Nur’u cocuklara anlatmanın en uygun yolu, onu "cocukca" anlatmaktır.

Beşincisi, Şefik’in elmas, cevher ve nuru son derece latif bir bicimde izah ettikten sonra, hala daha muellifin ismini vermemiş olması; bu cevabın, ancak en sonra gelmesidir. Demek, once Bediuzzaman’ın şahsını nazara verip, “İşte bu onun kitabı. Hadi okuyun” deme şeklinde orneklerini cokca gorduğum bir tarz değildir doğrusu. Aslolan, muhatabı once Risale’yle tanıştırmak, ancak bundan sonrasında gelen sorular dahilinde onun muellifini anlatmaktır.

Şefik’in mektubu, sonradan farkına vardığım boylesi fıtri, hakikatlı ve sımsıcak olculer taşıması itibarıyla, sanırım, cocuğuna veya cocuklara Risale-i Nur’u anlatma ve aktarma gayreti taşıyan herkesin dikkatle ele alması gereken bir mektup hukmundedir.

KAYNAK

__________________