Sabır kelimesinin sozluk anlamı, “Başa gelen uzucu olaylardan bel ve afetlere veya bir haksızlığa katlanma, tahammul gostererek Allah’a tevekkul edip, sıkıntılara goğus germe” olarak kaydedilmektedir. Sabrın doğru anlaşılması esastır. Sabrın doğru anlaşılması da, en az sabır kadar onemlidir. Bel ve musîbetler geldikten sonra sabır etmek esas olmakla beraber, İslÂmiyet, o musîbetlerin gelmemesi icin onceden tedbir alınmasını emreder.
Bu gun dunyanın bircok yerindeki Muslumanların cektiği sıkıntı ve ıztırapların altında, Hak olanı yapmamak, CenÂb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına riayet etmemek yatar. Hukukun mudafaası ve hayatın muhafazası, maddî ve manevî sahada terakkî etmeye bağlıdır ki, bunun da yolu calışmak ve azamî gayretten gecer.

Sabır ve metanet her dÂv adamının taşıması gereken vasıflardır. Kur’Ân-ı Kerîm’de, “Andolsun biz sizi biraz korku, biraz aclık, biraz da mallardan, canlardan ve urunlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Mujdele o sabredenleri!”1 “Şimdi sen onların dediklerine sabret”2 “Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan yana uzulme. Tuzak kurmalarından dolayı da sıkıntıya duşme”3 denilmektedir.

Kur’Ân-ı Kerîm’de 90 kadar Âyet sabrı anlatmaktadır.

Konu ile ilgili birkac hadis zikredecek olursak;

“Allah sabredenlerle beraberdir.”

“Sabır butun huzur ve rahatın anahtarıdır.”

“Sabreden zafere ulaşır.”

“Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.”

“Acele şeytandan, teenni ve sabır Allah’tandır.”

“Sabır amellerin en efdali, zor olanıdır...”

İnsanlık tarihinde, sabır ve teslimiyetin timsali olarak kabul edilen Hz. Eyyub’un (as), imtihan yeri olan bu dunyada, bir servete sahip olmak, dunyevîleşmede ve Allah’ın emirlerinden uzaklaşmada onemli bir etken olmasına rağmen, hicbir zaman Allah’a kulluğunda eksikliğe sebep olmamıştır. Peygamberlikle gorevlendirildikten sonra, butun mal ve mulkunu kaybetti. Bu kayıplar karşısında hicbir telÂş gostermediği gibi metanetini korudu. Servetini kaybettikten sonra, onun manen yucelmesine vesile olacak ağır bir hastalığa tutuldu. Yıllarca suren hastalığına rağmen hicbir zaman halinden ve hastalığından şikÂyet etmedi.

Ancak, hastalık giderek yayıldı ve kalbi ile diline de sirayet etmeye başladı. İbadet ve zikir mahalli olan kalp ve diline hastalığın sirayet etmesi, telÂşa duşmesine sebep oldu. Cunku gereğince ibadet edememenin ıztırabını hissetmeye başladı. Artık istediği gibi du ve niyazda bulunamıyordu.. Hz. Eyyup (as) hastalığından dolayı hic şikÂyetci olmamış, devamlı sabır gostermiş. Hatta yaslandığı kaya sabır testinden gecememiş ve catlamış. Cunku, şikÂyetci bir duruma duşmek istemiyordu.

Ancak, bu sefer durum farklı olup ibadetine mÂni teşkil edince;

“Ya Rab! Zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor”. “Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin”4 diyerek yalvardı. Samimî bir şekilde yapılan bu duÂya CenÂb-ı Hak tarafından cevap verildi.

Bediuzzaman bu kıssayı şoyle ifade eder:

“Pek cok yara, bere icinde epey muddet kaldığı halde, o hastalığın azîm mukÂfatını duşunerek kemal-i sabırla tahammul edip kalmış.

Sonra yaralarından tevellud eden kurtlar, kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i İlÂhiyenin mahalleri olan kalb ve lisanına iliştikleri icin, o vazife-i ubudiyete halel gelir duşuncesiyle kendi istirahatı icin değil, belki ubudiyet-i İlÂhiye icin demiş: “Ya Rab! Zarar bana dokundu, lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor.” diye munacat edip, CenÂb-ı Hak o hÂlis ve safı, garazsız, lillah icin o munacatı gayet hÂrika bir surette kabul etmiş. Kemal-i afiyetini ihsan edip enva’-ı merhametine mazhar eylemiş.”5

Boylece, insanlık tarihinde sabrın sonundaki buyuk mukÂfatı kazanarak, buyuk bir emsal teşkil etti.

Ustad Bediuzzaman “İkinci Lem’a” adlı Risalesi’nde Hz. Eyyub kıssasını cercevesinde hastalıklara nasıl bakılması gerektiğini inceleyerek insanların şekvaya değil, şukre ve tefekkure yonelmesi gerektiğini vurgular.

Beş nukteden oluşan bu lem’anın birinci nuktesinde, Hz. Eyyub (as) durumunun bizden pek de farklı olmadığı belirtilir. Onun yaraları zahiri, bizimki ise batınîdir. İc dışa, dış ice cevrilse hakikat gorulecektir. Bu zamanın manevî hastalıklarından kurtularak biz insanlarda Hz. Eyyub kurtuluşuna ermeye muhtacız. İkinci nuktede, musîbet ve hastalıklardan şekvaya insanların haklarının olmadığı ispatlanılır. Ucuncu nuktede, musîbet ve hastalıkların duşunulmesi dikkatlerin o noktalara verilmesi elemleri deşeceğinden nazarların musîbetlerden uzak tutulması gereği anlatılır. Dorduncu nuktede sabır kuvvetinin gerektiği yerde kullanılması gereği anlatılır. Beşinci nuktede ise, asıl musîbetin dine gelen musîbet olduğundan bahsedilerek, insanların maruz kaldıkları musîbetleri onemsememeleri tavsiye edilir. Cunku maddî musîbetler buyuk gordukce buyur; kucuk gordukce kuculur. Hem bazan de insanın musîbet olarak algıladığı şey, bir lutf-u İlÂhî olabilir, yani kendisi icin cok yararlı sonuclara vesile olabilir.

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi, 155.

2- Sad Sûresi, 38.

3- Nahl Sûresi, 127.

4- Enbiya; 83.

5- Nursî, B. S. Lem’alar, s. 8.
__________________