Coktandır sizlere telefonla ulaşmak, tanışmak ve bazı konuları paylaşmak istedim. Ama ulaşamadım. Daha ayrıntılı olur duşuncesiyle mektup yazmaya karar verdim.
Sizlere ulaşan mektuplara ulaşan mektuplara ayıracak zamanınız olur mu, bilemiyorum. Ama, benim gibi cok yıpratıcı sıkıntılar geciren ve hayalleri alt-ust olan birisinin mektubuna zaman ayırmanızı diliyorum. Ben de bu şekilde, dertlerimi birilerine anlatmakla, bir tur teselli bulmak istiyorum.
Ankara’da doğdum, buyudum. İstanbul Universitesi’nde Tıp oğrenimi yapıyordum. Orta halin de altında bir gelir seviyesine sahip olan ailem beni okutmak icin, inanılmaz fedakÂrlıklar gosteriyordu. Hatta zaman zaman da, dayanılmaz yokluk cekiyordu. Bobrek hastası olan annem, beni okutmak icin temizlikciliğe gidiyor, yaşlı ve sakat olan babam ise, yine benim icin inşaat işciliği yapıyordu. Butun dunya malımız, iki odalı gecekondumuzdu.
Bu cetin mucadeleyle 5. sınıfa kadar gelmiştim. Cok başarılıydım. Her yıl birincilikle ucunculuk arasında değişen dereceler alıyordum. Tek amacım, cok mağdur durumda olan ve benim icin her şeyini feda eden ailemin emeklerini boşa cıkarmamaktı. Cok calışıyordum.
Cevremdeki arkadaş grubum ise sıradan insanlardı. Bir coğu dunyaya boş vermiş, “nerde akşam, orda sabah” misali, pek kural tanımaz kimselerdi. Dunyaya geliş amacları zevk, eğlence ve kendilerini tatmin etmekti. Bunların başıboş halleri beni uzuyordu. Ama cıkamıyordum. Onlara takılıp, anlamsız bir hayat felsefesinin peşinde, duzensiz ve dağınık yaşantılarla huzur arıyordum.
Toplumun aydını ve sağlık dağıtacak bir bireyi olarak, bu kendi yaşantımı zaman zaman kendi icimde değerlendiriyorum, sonucta hic de hoşuma gitmeyen bir anlam cıkarıyordum.
Bir Perşembe gunuydu. Kadıkoy’de bir banka şubesine gitmiştim. Temizlikci annemin, bin bir guclukle kazandığı ve bana harclık diye gonderdiği parayı alacaktım. O parayı her alışta ağlar, bu benim hazin hayatımın bir an once duzelmesi icin Allah’a yalvarırdım. Ama gariptir ki, Allah’a her yalvarışta utanır; “Ne yuzle dua edip, istekte bulunuyorum” diye kendi kendime kızardım.
Banka şubesinde sıra beklerken, banka memuresinin onunde bir kitap ilişti gozume; “Kendini Arayan Adam” Bu isim bana cok ilginc geldi. Belki de olayın ilginc yanı, farkında olmadan kendi yaşantımla bir paralellik kurmuş olmamdı. Cunku, ben de kendi icimde, daha iyi bir “ben” arıyordum.
Kitaba merakla ve dikkatlice bakmış olacağım ki, bu davranışım banka memuresinin dikkatini cekti ve bana bakarak:
“Buyurun, bakabilirsiniz” diyerek kitabı uzattı. Kendisi işleri yapana kadar ben de k,tabı aldım ve şoyle bir actım. Actığım sayfada sanki beni saran ve cok onemli yankılar uyandıran şu satırlarla karşılaşmıştım:
“İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak icin, başıboş bırakılmamıştır. Belki butun amellerinin sûretleri alınıp, yazılır ve butun fiillerinin neticeleri, muhasebe icin zaptedilir.” (Bediuzzaman Said Nursî

“En guzel şekilde yaratılan insan, şu kÂinat ağacının bir meyvesi olarak halkedilmiş ve onun butun guzelliklerinden ve nimetlerinden istifade edebilecek bir tarzda yaratılmıştır... Bu Âlemin dikkatli bir seyircisi olmuş... Koca dunya, kendisi icin guzel bir ev olarak hazırlanmış... Dağlar ve denizler, onun emrine verilmiş, hava lÂtif bir bineği olmuş... Arılar ona bal yapmış, ipek boceği onu giydirmiş, koyun ve kuzular onu beslemiş, kendisi camur yiyen ağaclar, ellerini uzatarak en lezzetli meyveleri ona takdim etmiş... Ve insan, KÂinat Sultanının birliğini ve haşmetini, her birisi kendi hususi lisanıyla ilan eden sayısız varlıkların, topyekûn tercumanı ve takdimcisi olmak vazifesiyle şereflenmiş.”
“60-70 yıllık bir hayat uğruna, kÂinatı butun sanat eserleriyle insanın emrine veren bir ZÂt, onu kabirde başıboş bırakır mı? Bunca masrafın hesabını sormaz mı? Emrine itaat edenlere mukÂfat, isyan edenlere ceza vermez mi?”
Bu satırlar benim aradığım hayatı ve insan modelini anlatıyordu. Hocam; inanın beynime oylesine işledi ki, banka memuresi birkac kez bana seslenmiş, duymamışım. Ne kadar anlamlı ve muthiş bir gercek; kÂinat insan icin yaratılacak ve bunun hesabı da bir gun sorulacak. Ya bizim hayatımız?..
Banka memuresi elime dokununca kendime geldim.
“Cok mu sevdin?” dedi.
“Evet” dedim. Daha fazlasını anlatamadım, icimde tekrarladım. Hemen oracıkta karar verdim: “Ben Allah’ın kuluyum. Kul olduğumu unutmamalıyım. Gercek kulluğu bilmeliyim ve yaşamalıyım”
Banka memuresi:
“ Kitap sizde kalsın, benim size hediyem olsun” dedi. Hic itiraz etmeden teşekkur ettim. İlave etti:
“Bizler bazı hanım arkadaşlarla, cumartesi ve Pazar gunleri bir araya gelip, bu tur kitaplardan istifade ediyoruz. Eğer isterseniz, sizi de davet edebiliriz. Yine hic itiraz etmedim, kabul ettim. Paramı aldım, bankadan cıktım. SANKİ HAYAT BENİM İCİN COK FARKLI BİR ANLAM TAŞIMAYA BAŞLAMIŞTI...
“Kendini Arayan Adam” kitabını okudum. Beni cok etkiledi. Aradığım bir cok olguyu buldum. Banka memuresinin bahsettiği sohbetlere gittim. Allah kabul etsin, namaza başladım, kazalarımı da kılmaya devam ediyorum. Artık okula tesetturlu gidip geliyordum.
Aradığımız huzur denen şeyin ne kadar yakınımızda olduğunu bilmeden, karanlık, tatsız ve elemli olarak gecen yıllarıma cok acıdım. Ama icimi ve hayatımı guzelleştiren, ruhumu aydınlatan mutluluğu ve huzuru cevreme bir turlu anlatamadım. Dunyayı nefsin zevklerinde ibaret sayan arkadaş gurubum beni alaya aldılar. Hocalar bizi gerici ilan ettiler. Halbuki değişen bir şey yoktu. Yine bolumumun en calışkan oğrencisiydim. Başımı orttuğum icin bilgilerim ve kapasitem sıfırlanmadı. Tam tersine, hayatı daha disiplinli, daha anlamlı, daha tertipli ve daha duzenli yaşamaya başlamıştım. Gecen yıllarda derece alınca beni goklere cıkaran hocalarımız, ortuluyum diye bana takdir belgesini torenle değil, postayla verdiler. Halbuki bir bilim adamına gore insanın kafasının dışı değil, ici onemli olmalıydı.
Annem-babam, benim okuldan atılmam ve ekmeğimi kaybetmem endişesiyle ortunmeme karşı cıktılar. Bir taraftan Allah’ın emri olan kulluk, bir taraftan okulun baskıları, diğer taraftan da anne ve babamın “başını ac” istekleri...
Tam bir yıl mucadele ettim. Geceleri ağlayarak sabahladım... Hayata boş vermiş insanlar baş tacı ediliyor, Allah’a kulluk yapanlar boylesi dayanılmaz baskılara maruz bırakılıyor. Allah’ım bu ne ağır bir imtihan! Herhalde ahirzaman imtihanı da ağır oluyor.
Sonunda hic acımadan ve kıymadan beni okuldan attılar. Allah’a şukur kulluğumdan hicbir taviz vermedim. Okuldan ayrılırken, başları acık bir cok arkadaşım bana sarılarak ağladılar. Vedalaştım, okuluma hazince baktım. “İnşallah, bir gun başı kapalı olanlar da, başı acık olanlar kadar sıkıntısız bir oğretime kavuşur” diye dualar ettim.
Annem ve babam cok uzulduler. Doktor olmama tam bir yıl kalmıştı. Felaketler bununla da bitmedi. Altı ay icerisinde babam ve annem rahmetli oldu. Ben cok fena olmuştum. Yeniden dunya başıma yıkılmıştı. Bir gecekondu evinde, iki kardeşimle baş başa kaldım. İşte o zaman gercek dostlar yardımımıza koştular.
En buyuk tesellim, mÂnevi kuvvetim ve dayanağım, Risale-i Nur eserleri oldu. İnsanın mahiyetini, dunyanın fÂniliğini ve Âhiretin kavuşma yeri olduğunu aklî ve mantıkî delillerle okuyup, teselli buluyordum.
Allah bir kapıyı kapatırsa, bir diğer kapıyı acarmış. Benim icin de oyle oldu. Benimle aynı okulu paylaşan bir doktor ile evlendim. Mutluyum. Cenab-ı Hak cumlemize Âhiret mutluluğu versin.
Butun kardeşlerimize Bediuzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur eserlerini tavsiye ediyorum. Okuyunca cok istifade edecekler.
Hocam, sizlere Allah uzun omurler versin. Ve hizmetiniz daim olsun. Benim dunyamın nurlanmasına vesile oldunuz. Allah da sizin dunyanızı ve ahiretinizi nurlandırsın.
Dualarınızı istirhamla, hurmetlerimi sunuyorum.
06.10.1998 Zeynep DOĞAN A N K A R A
__________________