Prof.Dr. Ahmet Akgunduz konuya acıklık getirdi."Bu iddia sahipleri, Bediuzzaman Said Nursi ve Mehmed Akif gibi İslam alimlerinin meşru dairedeki hurriyet ve meşrutiyeti istemeleri ile Abdulhamid duşmanlığını birbirine karıştırmışlardır.

Elbette ki o donemin cok muhim simaları, ozellikle Hafiye Teşkilatı’nın son zamanlardaki baskı idaresini tenkid etmişler ve Abdulhamid’in kurduğu hukumetlerin, bazan istibdad denebilecek faaliyetlerini tenkid eylemişlerdir. Ancak Abdulhamid’in de Devleti’n devamını sağlamak icin yuruttuğu şahsi idare sistemini, her yonuyle meclis-i şura esaslarına uygundur demek mumkun değildir." Yazının devamı şu şekilde...

Bediuzzaman ile diğer alimler arasında muhalefet şeklinde de onemli farklar bulunduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu farkları iki noktada toplamak mumkundur:

ABDULHAMİD'İ KARALAMA KAMPANYASINA ASLA KATILMAMIŞTIR

Birinci Nokta: Bediuzzaman Abdulhamid’i belli noktalarda tenkid etse bile, İttihad ve Terakki Hukumetinin onu devirdikten sonra zamanın alimlerinin aleyhinde surdurdukleri iftira kampanyasına asla katılmamıştır. Mesela Şeyhulİslamlığın resmi yayın organı gibi olan Beyan’ul-Hakk’da Mustafa Sabriler, Sebilurreşad’da Mehmed Akifler ve benzeri alimler aleyhte yazılara ve Abdulhamid devrini karalamaya devam ederken, Bediuzzaman asla bunlara katılmamıştır. İsteyenler bu dergiye muracaat edebilir ve bazı makaleleri okuyabilirler.

EHL-İ SUNNET'İN DUSTURLARINI MUDAFAA

İkinci Nokta: II. Abdulhamdi’i tenkid eden Mehmed Akif ve Abdulaziz Caviş gibi zatlar, Mısır’daki Muhammed Abduh ve benzeri şahsiyetlerin modernist ve reformist yaklaşımlarının tesiri altına girmişlerdir ve Osmanlı Devleti icinde onların tercumanı gibi davranmışlardır. Ancak Bediuzzaman bu tur fikirlere karşı Ehl-i Sunnet’in dusturlarını mudafaadan asla vaz gecmemiştir. Butun bu dediklerimizin delilleri, Beyan’ul-Hak, Sebil’ur-Reşad gibi dergilerde yayınlanan makalelerde gorulebilir.

Ozellikle Bediuzzaman ile ilgili iddialara gelince, Bediuzzaman-Abdulhamid munasebetlerini kısaca ozetlemekte yarar vardır:
1907’de İstanbul’a gelen Bediuzzaman, Meşrutiyet’in ilanından evvel soylediği bir nutkunda, Sultan Abdulhamid’i, “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamberi” diye vasıflandırmaktadır. 1909 Mart’ında kaleme aldığı bir makalede ise, ona şu tavsiyelerde bulunmaktadır:

BEDİUZZAMAN'DAN ABDULHAMİD'E TAVSİYE

“Omrunun zekatını Omer bin Abdulaziz gibi sarf et. Ta ki, bi’atın manası gercekleşsin. Meşrutiyet’i kansız kabul ettiğin gibi, Yıldız’ı da mahbub-ı kulub eyle. İstibdad, kalb-i memalik olan İstanbul’da kan bırakmadığından husn-u niyeti goster. Pur-şefkat ile meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi; menfur olmuş Yıldızı mahbub-u kulub etmek icin, eski zebaniler yerine melaike-i rahmet gibi muhakkikin-i ulemayı doldurmak... ve Yıldızı Dar’ul-Funun gibi etmek... Ve ulum-u İslamiye’yi ihya etmek ve meşihat-ı İslamiye’yi ve Hilafeti, mevki-i hakikisine is’ad etmek... Ve milletin kalb hastalığı olan za’f-ı diyanet ve baş hastalığı olan cehaleti, servet ve iktidarınla tedavi etmekle Yıldızı Sureyya kadar i’la et. Ta Hanedan-ı Osmani ol burc-u hilafette pertev-nisar-ı adalet olabilsin. Hem de havaic-i zaruriyeye iktisad et. Ta alıştırılmış olan israfa iktidarı olmayan bicare millet de iktida etsin. Madem ki, İmamsın!...”.

BUTUN İSTİDATLAR ONUN ŞAHSINA VERİLMEMLİ

Bediuzzaman’a gore, Abdulhamid zamanında yapılan butun istibdadlar onun şahsına verilmemelidir. Maalesef İttihadcılar bunu yapmıştır. Zira o şefkatli bir Sultandır. Başka bir eserinde de, Abdulhamid’in şahsi idaresini anlatırken, “Abdulhamid’in mecbur olduğu istibdad” ifadesini kullanmaktadır. Namık Kemal’in Abdulhamid’i tenkid ettiği Hurriyet Kasidesi’ni değerlendiren Bediuzzaman, Tek Partili yılların idaresini kasdederek, meseleyi butun yonleriyle gozler onune sermektedir:

“Şu hurriyet perdesi altında muthiş bir istibdadı taşıyan şu asrın gaddar yuzune carpılmaya layık iken, o tokada mustehak olmayan, gayet muhim bir zatın (yani Abdulhamid’in) yanlış olarak yuzune savrulan kamilane şu sozun;
Ne mumkun zulm ile bidad ile imhay-ı hurriyet
Calış, idraki kaldır, muktedirsen ademiyyetten.”.

ABDULHAMİD'E MUHALİF İDDİALARI

1952 yılında bazı kimseler, Bediuzzaman’ın sanki İttihadcıları destekleyerek Sultan Abdulhamid’e muhalif olduğu iddialarını yaymaya başlayınca, talebelerine kaleme aldırdığı Lahika Mektubunda aynen şunları ifade etmektedir:
1) Bir adamın kusuru ile başkası mes’ul olamaz. Dolayısıyla Abdulhamid’in hukumetlerinin hataları ona verilemez.

2) Bediuzzaman, II. Meşrutiyetin başında, hurriyet-i şer’iyyeyi teşvik etmiş, bazı siyasi muhaliflerinin istibdad adını verdikleri, Abdulhamid idaresi icin de, “mecburi, cuz’i ve hafif istibdad”, İttihadcılar’ın zulmu icin ise, “pek şiddetli kulli istibdad” tabirlerini kullanmıştır.

Şu cumlesi meşhurdur: “Eğer meşrutiyet, İttihadcılar’ın istibdadından ibaret ise ve Şeri’ata muhalif hareket demek ise, butun dunya şahid olsun ki, ben murteciyim.”

3) Hurriyet, İslami terbiye ile terbiye olunmazsa, cok şiddetli bir istibdada donuşeceğini haykırmıştır ve maalesef oyle de olmuştur.

4) Abdulhamid’in yabancı duşmanlara karşı gosterdiği dehası, İslam aleminin tam bir halifesi olması, Şark Vilayetleri’ni Hamidiye Alayları ve İslam kardeşliği ile Ermenilere karşı koruması; İslam’ın butun hukumlerini hayatında yaşaması ve Yıldız Sarayında ma’nevi şeyhini eksik etmemesi sebepleriyle bir veli olduğunu acıkca ifade etmiştir.

5) Ancak insan hatasız olmayacağından, onun da bazı hataları olduğunu ve ancak bu hataların mecburiyet altında işlenen hatalar bulunduğunu acıkca beyan eylemiştir.”.

MUHALİF İDDİALARI İFTİRADIR

O halde başta Bediuzzaman ve Mehmed Akif olmak uzere, buyuk İslam alimlerinin Abdulhamid’e muhalif oldukları ve hatta aleyhindeki hal’ fetvasını hazırladıkları şeklindeki iddialar doğru değildir. Fetvayı zamanın Fetva Emini Hacı Nuri Efendi imzalamamıştır; ancak maalesef İttihadcılar’ın kuklası haline gelen Şeyhul-İslam Mehmed Ziyauddin Efendi imzalamıştır. Bu fetvadaki hal’ gerekceleri tamamen iftiradır.

Zira Sultan Abdulhamid’in 31 Mart Vak’asına sebep olduğu zikredilmiştir ki, tamamen yalan olduğu ortaya cıkmıştır. Dini kitapları yaktırdığı iddia edilmiştir ki, tam bir iftiradır; zira en cok dini kitap onun zamanında basılmıştır. Devlet hazinesini israf ettiği soylenmektedir ki, Abdulhamid gibi dindar bir Padişah’a bunu isnad etmeye şeytan bile yaklaşmaz. Zalim olduğu ileri surulmuştur ki, iktidarı boyunca idam cezasını uygulamadığı herkesin malumudur.

Dilekcede gorulduğu gibi, Bediuzzaman, Şark Vilayetleri’ne ma’arifi goturmek istemesiyle, pek cok faidelerin yanında, Osmanlı Devleti’nde karışıklığı onlemek ve aşa’irin birbirine karşı sarf ederek kırıp bitirdikleri buyuk kuvveti toplattırıp Hukumeti’n eline vermekle, dış duşmanlara karşı o kuvveti kullanmak ve neticesinde hal-i hazırdaki vahşet ve cehaletleri ile birlikte, medeniyet ve ma’arife kabiliyetli bir millet olduklarını, lakin fıtratlarında mevcud bu kabiliyet ve isti’dat ma’denini ma’arif ile işletmekle o muazzam netice elde edilebileceğini ve o zaman bu milletin adalete nasıl istihkak kesbedeceğinin bilineceğini soyluyor.

Fakat yukarıda belirtildiği uzere, Mabeyn paşaları bu maksad ve neticeleri goremiyerek veya gormezlikten gelerek, dilekcesinde gosterilen o muazzam hizmeti nazarı ehemmiyete almıyor. Lakin buna rağmen Bediuzzaman’ın umidi kırılmıyor. İnkisarı hayale uğramıyor. Yine aynı maksad uzerinde calışmasına devam ediyor.

Kaynak : Risale Ajans

__________________