İmam-ı Gazal-i Kimdir.
İmam-ı Gazal-i linin hayatı

İmam-ı Gazalî, bugun bir kısmı İran toprakları icinde kalan Horasan'ın Tûs şehrinde hicri 45 tarihinde (M. 1058) doğmuş, yine Tûs'un yakınlarındaki Tabira kasabasında 505'de 55 yaşında vefat etmiştir.
Omrunun ilk seneleri ilim tahsiliyle gecmiş, orta yaşlarında ilmin zirvesine cıkmış, itibar ve hurmetin en muhteşemini gormuş, sonraki senelerinde ise buyuk bir fikri inkılÂb gecirerek ic Âlemine donmuş, ihlÂs ve tasavvuf mertebelerinde mesafe katetmiş, on bir seneyi bulan bir inzivaya girmiş. Bundan sonra eski Gazali'yi bırakıp yeni Gazali olarak meydana cıkmıştır. Son nefesine kadar da bu yeni Gazali'nin tamamen Âhirete muteveccih niyet ve ihlÂsı icinde devam etmiştir.
Gazali'nin tahsile başlangıc tarihleri ibretlidir. Bilgisi az, ama ihlÂsı cok olan fakir babası, son gunlerini yaşarken vefalı bir dost Âlime vasiyette bulunmuş:
"Bu iki cocuğum Ahmed ile Muhammed'i sana vasiyet ediyorum. Bunların okumalarını te'min edip, ilim erbabı olmalarına sen yardımcı ol."
Bu vasiyetten kısa zaman sonra vefat eden masum ve muhterem babanın iki oğlu, bu Âlimin himayesinde bir muddet mektebe gitmişler, ancak kendisi de fakir olan hoca efendi en sonunda gerceği soylemeye mecbur olmuş:
"EvlÂtlarım, babanızın size bıraktığı miras tukendi. Bundan boyle kendinizi himaye edecek bir medreseye, kaydolun. Benim size bakacak hÂlimin olmadığını siz de biliyorsunuz!"
Kardeşi ile bir medreseye kaydolup okumaya başlayan Muhammed, sonraları bu durumlarını anlatırken der :
"Aslında biz medreseye ilim elde edip, maişetimizi te'min etmek icin girmiştik. Ama ilim oyle azizdir ki, kendisini dunyevi şeylere Âlet ettirmedi, bizi Allah icin calışmaya yoneltti."
Gazali, talebelik devresinde Tûs'tan uzaklara gitmeye başlar, Cûrcan'da bulunan meşhur Âlim Cuveyni'yi de ziyaret edip, ilim ve irfanından mustefid olur. Bu seyahatları sırasında bir ara Tûs'a donerken eşkıyaların saldırısına da maruz kalır. Soyguncular, kervÂnın diğer eşyaları arasında kendisinin yazdığı notları ile kitaplarını da gasbederler.
Gazalî buna hic tahammul edemez, arkalarından koştuğu eşkıyanın reisine sızlanır:
"Ben ilim peşinde koşan bir talebeyim, tesbit ettiğim ilmi yazılarımı havi notlarım ve kitaplarım var aldığınız eşya icinde. Bunları kaybedersem benim hÂlim nice olur? Emeklerim boşa gider!"
Eşkiya reisi buna kahkahayla cevap verir:
"Sen nasıl ilim sahibisin ki, kÂğıtların elinden alınınca ortada kalıyorsun, sermayen yok olup gidiyor?"
Bu cevap Gazali'de şimşekler cakmasına sebep olur. Artık kitaplardaki ilme guvenmekten vazgecer, ilmi hÂfızasına alma gayreti başlar. Ne okursa, ya ezberler, ya da fikir olarak hazmedip, ozetini benimsemeyi esas alır.
Bu gayret ve azmi sayesinde kısa zamanda yaşadığı devir ve muhitin tek Âlimi olmaya namzet hale gelen Gazali, Tûs'tan ayrılıp Bağdad'da, Nizamiye medresesine gelir. Burada meşhur Nizamulmulk'un dikkatini ceker. Nihayet en yuksek pÂyeye erişerek Nizamiyye medresesinin başmuderrisliğine tayin edilir.
Dort yıllık Nizamiye başmuderrisliği esnasında kendisini golgede bırakacak bir başka Âlim cıkamaz. İtibar, nufuz, makam, mevki... Devlet buyukleri nezdinde hurmet ve saygı en yuksek noktada...
İşte tam bu sırada Gazali'den muthiş bir ruhu inkılÂp meydana gelir. Herkesin, gıpta ve imrenme ile baktığı zirvedeki halini, o aldatıcı, oyalayıcı bir ihlÂssız hÂl olarak değerlendirmeye başlar. Tıpkı Bediuzzaman'ın, "DÂru'1-Hikmeti'1-İslÂmiye"de Âza iken gecirdiği rûhî tekamul gibi bir enfusi ameliyata girişir.
Gazali, Nizamiye'nin başmuderrisi iken gosterilen itibar ve hurmetin zirveye cıktığı bir sırada, Abbasi halifesi ve Selcuklu Başvezirinin buyuk ikram ve izzetlerine rağmen tatmin olmayıp ic Âlemine, kendi tefekkurune donmeye başlayınca, kesin kararlar verir.
Bu sebeble dort yıldır suren meşhur başmuderrislik vazifesinden istifa ile Şam'a doğru yola cıkar. MÂn buyuklerini ziyaret edip, tasavvuf ehlinin hÂllerini inceledikten sonra Şam'ın meşhur Camii Emeviye'sinin geniş minaresi icinde inzivaya cekilir ve bu inziva, tam on bir yıl surer.
Bu sırada zaman zaman mutevazi gruplara vaazlar verip, sohbetler yapan Gazali, eserler yazıp, tefekkure de dalmış, insanların hÂlini, iltifat ve ikramlarının faniliğini, insanı gerceğin tatmin etmesi gereğini pek acık secik anlamış, derin feyizlere, ilhamlara mazhar olmuştur. Tabiri cÂizse işte asıl murşid Gazali, bundan sonra meydana gelmiştir.
Nitekim başmuderrisliği senelerindeki şohretli gunlerini anlatırken şoyle demektedir:
"Kendi durumuna baktım, bir de ne goreyim, dunyevi alÂkalar icine dalmışım: Onlar beni her taraftan sarmışlar. İşlerimi gozden gecirdim. Onların en guzeli, okutup, oğretmekti. Fakat bu sahada da Âhiret icin ehemmiyetsiz ve faydasız şeylerle uğraşmışım!.. Zira oğretim sırasındaki niyetimi duşundum. Baktım ki, Allah rızası icin değil, mevki ve şohret hissiyle hareket etmişim. Bu hÂlimle ucurumun kenarına geldiğime, eğer durumumu duzeltmek icin harekete gecmezsem ateşe yuvarlanacağıma kanaat getirdim."
Goruluyor ki, buyuk ilim ve mÂneviyat adamı, bizlerin sevap derecesinde gorduğu bircok hususları bile riy ve ihlÂssızlık karışıyor endişesiyle terkediyor, cok derin bir ihlÂs ve mÂnevî temizlik ameliyesine girmekten cekinmiyor.
Elli beş senelik omru azizinin yarısından sonrasında boylesine bir ruhi inkılÂb gecirip kısmen dunyaya bakan eski Gazali'yi terkederek tamamıyla Âhireti esas alan yeni Gazali'ye gecen İmam-ı Muhammed, bundan sonra kaleme aldığı eserlerinde daha başka bir ihlÂs ve mÂnevi değerler manzumesi işlemeye muvafak oluyor.
Nitekim Gazali, Şam'daki Emeviye Camii'ndeki on bir senelik inzivadan sonra kendi memleketi olan Tûs'a donuşunde evinin iki yanına iki tane de Âhiret evi mÂnÂsında ek bina inşa ettiriyor. Birinde fıkıhcıların kaldığı, otekisinde ise ehli tarikatın sakin olduğu bu iki dershaneye de nobetleşe giriyor, onların arasında omrunun son gunlerini yaşarken, hem Şafiî fıkhı, hem de ehli sunnet tasavvufu konusunda bilgi veriyor, feyiz ve ilhamlara sebeb oluyor...
Denebilir ki, Hazret-i Gazali, omrunun son gunlerini, hem Şafiî fıkhı, hem de tasavvuf yonunden en verimli şekilde yaşadı. Nitekim son anlarını nasıl yaşadığı anlatılırken şu ibretli hÂtıra naklediliyor:
"Gazali, son pazartesi gecesinde yine epeyce tasavvuf ve fıkıh dersi ile meşgul oldu. Sabah, namazını kıldı. Sonra hazırlattığı kefenini istedi. Hemen getirdiler. Kefeni opup başına koydu, yuzune surdu ve dedi ki: "Ey benim Rabbim ve MÂlikim, emrin başım, gozum ustune olsun."
Cevresindekiler ağlaşmaya başladılar, ama onda bir korku ve telÂş yoktu. Kıbleye karşı donup uzandı. Birşeyler okuyordu. Bir de baktılar ki, Hakk'ın emri vÂki olmuş. Beş yuzu aşan değerli eserlerin sahibi koskoca Huccetu'l-İslÂm, sessiz, sedasız ruhlar Âlemine gocmuş...
Erkek evlÂdı olmadığından kız cocuklarından nesli devam eden Hazret-i İmam, bunca eserlerine rağmen ancak ailesini idare edecek derecede miras bırakmıştır.
Elli beş senelik omur icine sıkıştırdığı beşyuzu gecen eserin icinde İhyÂu'l-Ulûm, El-Munkızu mine'd-DalÂl, KimyÂ'yı Saadet gibi değerli eserleri vardır, KelÂm, felsefe, usul-u fıkıh ilimlerine ait eserleri de kıymetlidir. İslÂm Âleminin halen her yanında okunan İhyÂu'1-Ulûm ceşitli dillere, bu arada Turkce'ye de tercume edilmiştir. Allah makamını Cennet eylesin.

Tûs 450 / Tabira 505