İstediğimizde nekadar samimiyiz
Dua ile temenniyi karıştırmayalım. Dua; bir şeyin olmasını irade ve arzuyla isteyip onu ele gecirmek icin lazım olanı yapmaktır. Temenni ise, bir şeyin olmasını arzulayıp kendiliğinden olmasını beklemektir. Temenni ile ne din ne dunya kazanılır.

Dua, sadece dil ile değil; kalp ve hÂl ile yapılmalıdır. Dilin istediğine kalp de katılmalıdır. Vucut, istenen şeye ulaşmak icin gucu kadar bir adım atmalıdır. İnsan isteğinde samimi ve arzulu olmalıdır. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz: “İstediğinizin olmasına kesin inanarak Allahtan isteyin. Şunu iyi bilin ki Allah, ne istediğini bilmeyen ğafil ve boş kalbin isteğini kabul etmez. Uyarısını yapmıştır. (Tirmizi, Deavat; 65; Hakim, Mustedrek, I, 493; Ahmed, Musned, II, 177.)

Arifler der ki: Dunya işlerinize bakıp ahiret işlerinizde karar verin. Karnı ac ve bedeni hasta olan bir kimse, aclığını gidermek, hastalığını tedavi ettirmek icin ne yapıyorsa, kalbi ac, ruhu hasta olan bir kimse de oyle yapmalıdır.

Karnı ac bir kimsenin aclığını fark etmesi, yemek yemesi gerektiğini bilmesi, hatta yemeği gormesi ve yemek yiyeni seyretmesi, onun aclığını gidermez. Bu kadar bilgi ve gorgu ona yetmez. Doymak icin yemeğe ulaşmak ve bizzat yemek gerekir. Buna lazımı yapmak denir. Butun insanlar, dunya işlerinde bunu bilirler ve ne lazım ise onu yaparlar.

Karnını doyurmak konusunda hic kimse temenni ile yetinmez, “Allahım senin her şeye gucun yeter, sen beni doyur deyip yerinde oturmaz; oturamaz. Herkes: “Calışmadan olmaz, aramadan bulunmaz, beklemek karın doyurmaz deyip rızkı ile buluşmanın yollarını arar ve bulur. Halbuki bir insanın yiyeceği rızık bellidir, ilahi garanti altındadır. Boyle ilahi garanti altında olan bir şey icin, calışmadan olmaz diye inanırken; bize garanti edilmeyen cennet icin sırf temenni ile yetinmek doğru mudur? Hele cehenneme sebep olacak işlerin icinde iken cenneti arzulamak, şeytanla dostluk yapıp Allah muhabbetini beklemek, gunahların icinde kemale ve cemale ereceğini duşunmek tam bir aldanış ve şeytanın tuzağıdır.

Başkasının yediği yemek bizi doyurmadığı gibi; başkasının cektiği zikir de bizim kalbimizi uyandırmaz. Karnımızı doyurmak icin yemeği biz yemeliyiz; kalbimizi uyandırmak icin zikri biz cekmeliyiz. Az da olsa, bu işleri bizim yapmamız lazımdır. Diğer butun ibadet ve hayırlarda da durum boyledir.

Buna dua yayıp sonra tedbirini almak denir. Tedbirden sonra teslimiyet gelir. Biz elimizden geleni yaptıktan sonrasına karışamayız. Yuce Allah, isterse az amele cok karşılık verir. Dilerse kulun samimiyetine gore hesapsız verir.

Gavs-ı Sani Hz.leri, bir sohbetinde şoyle buyurdular: “Kalbin gıdası zikirdir. Gunahlar ise, şeytanın gıdasıdır. Kalbini diriltmek ve beslemek isteyen kimse Yuce Allahın zikrini cok yapmalıdır. Gunah işleyenler, kalplerini zayıflatıp şeytanı kuvvetlendirmiş olurlar. Şeytanı kuvvetli olanın dini zayıf olur. Onun icin haramlardan uzak durmalıdır.

Peygamberler (a.s) ve salih insanlar samimi duanın nasıl yapılacağını bize oğretmişler; cenneti ve cemali isteyenlere bunun yolunu gostermişlerdir. Yapılacak iş şoyle ozetlenmiştir: İman, dua, gayret, sabır, teslimiyet, istiğfar ve Yuce Allahın rahmetine guvenmek.


Hz. Musaya rica ettiler: “Biz bunu hicbir hayrı olmayan cok kotu bir kul olarak bildik, tanıdık. Acaba bunun durumu ne idi? Yuce Rabbimize sor. dediler. Hz. Musa: “Ya Rabbi bunların sozlerini işittin. dedi. Yuce Allah ona şoyle vahyetti:

“Bu kulum insanların tanıdığı gibi iki yuz senelik omrunu kotu işlerle gecirmişti. Fakat bir gun Tevratı actı, orada Habibim Muhammedin ismini gordu; ona hurmet icin ismini optu, gozlerinin uzerine koydu. Bu ameli hoşuma gitti, ona karşılık kendisini affettim. (Kutul-Kulub, II, 163)

Gavs-ı Sani Hz.leri bir sohbetlerinde buyurdular ki: “Yuce Allahın rahmeti cok geniştir. O bu rahmetini kullarına vermek istiyor, bunun icin ufak bir bahane arıyor. Siz bu rahmete ermek icin bir bahane bulun. Kucuk-buyuk demeden Allah rızası icin onunuze gelen hayırlı işleri yapın. Onceki buyukler zamanında şoyle bir hadise anlatılır:

Dr.Dilaver selvi