Nakşibendi Muridi Nasıl Olmalı ?
Teslimiyet Nasıl Olmalıdır,
Kamil-i Murşide teslimiyed


Nakşibendî buyuklerinden ikinci bin yılın muceddidi İmam Rabbanî (k.s.) (1034/1625) demiştir ki:

“Kamil bir şeyh bulan kimse, olunun yıkayıcısına teslim olması gibi kendisini ona teslim etmelidir. İlk fen hÂli (nefsin şer arzularından vazgecip hakka teslimiyetinin ilk ispatı) murşitte olur. Bu, fenÂfillah (her şeyi ile Allaha teslim ve emrine tabi olma) hÂline ulaşmaya bir vesiledir.273

“Mutmainne makamını gecmiş, her hÂli ile Rabbinin emirlerine teslim olmuş ve Yuce Allah tarafından sevilmiş bir veliye itiraz, Allaha itiraz gibi olur. Cunku, bu hÂle ulaşan velinin butun arzusu Allahın muradıdır. O, nefsi adına bir his ve hareket icine girmez.274 Kendi keyfi icin kimseden hizmet ve hurmet beklemez.



Arifibillah İmam Suhreverdî (k.s), teslimiyetin bu yoldaki ehemmiyetini şoyle belirtmiştir:



“İşin başı, hak yolda imam secilen murşide ictenlikle sadakat ve teslimiyettir. Cunku murşide itiraz, murit icin oldurucu bir zehirdir. Murşidine itiraz edip de kurtuluşa eren yok denecek kadar azdır.275

Abdulganî Nablusî (k.s) demiştir ki:

“Murid tam sadakat hÂline ulaştığı zaman, kalpten kalbe ilham ve intikal vasıtasıyla feyz alır. Muridin ceşitli yollardan murşidinden feyz alması icin tam sadık olması lazımdır. Karşılıklı sadakat tam gercekleşmeden bunlar olmaz.276


Buyuk veli İmam ŞarÂnî (k.s) (973/1565), demiştir ki: “Murşide samimi bir niyetle gelen kimse onun ehli arasına girer, kendisine ilahî sır ve ilimlerin acılması mumkun olur. Aksi durumda, murit boşuna yorulur.277


“Murit, sadık olduğunda murşidinin goz bebeği olur.278 Sadık mumini, murşit Allah icin gozu gibi sever.



“Murşit muridi, Aziz ve Celil olan Allahın huzuruna hazırlar. Bunun icin, onun meclisine samimi bir niyetle girilmelidir, gunde bin defa girilip cıkılsa bile. Cunku kamil murşitler, peygamber varisidir.279



Hak yolunda nicin sabırlı ve sadık olmak gerekir? Bu sorunun cevabını buyuk arif Muhammed Masum (k.s) şoyle veriyor:


“Bir şeyi talep edip de maksuda vasıl olmak, peşine duşulen şeyi kıymetli bilmek ve ona layık olan değeri vermekle mumkun olur. Herkesce malumdur ki, dunya talibi olanlar, birazcık dunyalık elde etmek icin diyar diyar gezerler. Hak ve hakikate talip olan kimse, eğer talebinde sadık ise, bu fedakarlığını dunyaya duşkun kimselerden daha fazla gostermesi lazımdır. Sabırlı, azimli ve kararlı olmalıdır. Ve bilmelidir ki onceki buyukler, bir hakikat ehli murşidi bulmak icin memleket memleket dolaşırlar, uzak beldelere hicret ederlerdi.280


Gunumuzde, tasavvuftaki bu teslimiyet anlayışı bazıları tarafından tenkit edilmektedir. Bu kimseler, şoyle demektedirler:

“Bir insana bu derece teslim olmak, aklını, fikrini, ilmini hic kullanmayıp şeyh ne emrederse yapmak doğru mudur? Bu davranış, aklını kiraya vermek, hurriyyetini yok etmek değil midir? Hem bu, caiz midir? Veli de olsa, bir şahsa bu derecede teslimiyeti emreden bir ayet ve hadis var mıdır?



Aslında, Kuran ve sunnette işlenen, İslamın birlik anlayışı, imam-cemaat hukuku iyi incelense mesele cozulur, kamil murşitlere gosterilen teslimiyetin sebebi anlaşılırdı. Şoyle ki:



Tasavvufta murşide karşı istenen mutlak teslimiyet, sunnette, imama itaat olarak anlatılmıştır. Olunun yıkayıcısına teslimiyeti gibi hic itirazsız teslim olma hÂli, esasen hak olan emirler karşısında her muminden istenmektedir. Tasavvufta zikredilen “fen fiş-şeyh hÂli, Ashab-ı Kiramdan istenen teslimiyetin aynısıdır. Ayrıca, muminlerden, Rasulullah (s.a.v) Efendimizi nefislerinden daha fazla sevmeleri istenmiştir. Her muminden istenen teslimiyetin şekli ayette şoyle belirlenmiştir:



“Allah ve Rasulu bir işe hukum verdikleri zaman, mumin erkek ve kadınlara onun dışında bir şeyi secme hakkı yoktur.281



Cunku, Allah ve Rasulunun verdiği hukum, kulun dunyası ve ahireti icin en guzel olanıdır. Nefsin, bu hukmun dışındaki tercihleri ise hurriyyet değil, zillettir. Nefsin her istediğini vermek, zehirli bir elma şekerini yemek isteyen cocuğu hevesiyle baş başa bırakmak demektir. Bu, ona karşı şefkat değil, ihanettir. Sonuc, hayat değil cinayettir. Gercek hurriyyet, nefsin keyfine değil, Yuce Mevlanın emrine uymaktır.



Her mumin, ici ve dışıyla, kalbi, aklı, nefsi ve hissi ile Allahın Rasulune tabi olmadıkca gercek mumin olamaz. Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki:



“Bir mumin, butun his ve duyguları ile benim getirdiğim şeylere tÂbi oluncaya kadar kamil mumin olamaz.282



Bu derecede bir itaat, tasavvuf terbiyesinde “fen firr-rasûl diye isimlendirilen hÂlin elde edilmesiyle gercekleşebilir. Bu seviyede bir teslimiyet icin, Efendimiz (s.a.v) bizlerden şu derecede bir sevgi istemektedir:



“Nefsim elinde olan Allaha yemin ederim ki, sizden biriniz beni nefsinden, anne babasından, ehlinden, evlÂdından ve butun insanlardan daha fazla sevmedikce (gercek manada) iman etmiş olmaz!283



Bir muminde bu derecede bir muhabbetin bulunması ve teslimiyetin oluşması hic de kolay değildir. Ancak, zor da olsa, bu muhabbet ve edep, hepimizden istenmektedir. Cunku, kurtuluş ve saadetimiz ondadır. Gerci Seyyid Abdulhakîm Huseynî Hz.lerinin belirttiği gibi, muhabbet, ilahî bir lutuftur. Allahu Teala onu dilediğine verir. Fakat, bu muhabbet, Allah dostlarının meclis ve sohbetlerinde kolayca bulunur. Bir muridin murşidine guzelce tÂbi olması, ancak muhabbetle olur.284



Murit icin, ilahî sevgi ve edebini ispat edeceği ilk basamak, onundeki murşididir. Murşit, murit icin bir ayna durumundadır. Bir muslumanın, Allah ve Rasulunun sevgisine ulaşmaktan daha onemli bir işi ve hedefi olmamalıdır. Bunun icin bu işte kendisine imam ve delil olacak kimseye tam teslim olmalıdır. Bu teslimiyet olmadan cemaat olunamaz. Bakınız, Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, cemaatın imamına karşı takınacağı tavrı nasıl tespit buyurmuştur:



“Muslumanın (başındaki imama, ondere) hoşuna giden ve gitmeyen her hususta itaat etmesi gerekir. Ancak emredilen şey bir kotuluk ise, o zaman hukum değişir. Boyle bir durumda hic kimsenin sozu dinlenmez ve itaat edilmez.285



“Bir imama kalbinin sevgisiyle yonelip elini uzatarak beyat (ve intisap) eden kimse, gucunun yettiği kadar ona itaat etsin.286



Allah yolunda peşinden gidilen imam icin gereken bu itaat, verilen emir ve yapılan tavsiye hak olduktan sonra, acı tatlı her hÂlde korunmalıdır. Verilen bir emrin insanın nefsine hoş gelmemesi onun haksız olduğunu gostermez ve şahsî cıkarların zedelenmesi emre isyanı gerektirmez. Allah icin yapılan bir işte nefsin keyfi one alınırsa o işten hayır gelmez.



Ashab-ı Kiram (r.anhum), Hz. Rasulullaha (a.s) darlıkta ve varlıkta, neşeli ve sıkıntılı anlarda dinleyip boyun eğmek, başa gecen ehil idarecilerle cekişmemek, başkası kendilerine tercih edildiğinde feryat etmemek, her nerede olursa olsun hicbir kınayanın kınamasından cekinmeden hakkı soylemek uzere beyat etmişlerdir.287



Bu gun, Efendimizin (s.a.v) varisi kamil bir murşidin elinden tutup kendisine takva yolunda intisap edenler de, Ashab-ı Kirama vekaleten, imamlarına aynı şekilde sadık olmalıdırlar. Ancak gunumuzde, imam deyince sadece namaz kıldırmakla gorevli din adamları akla gelmektedir. Halbuki bu imamların insanları terbiye, kalbi ve nefsi ıslah etmek gibi bir gorev ve yetkileri yoktur. Onun icin, bu anlatılan şeyleri anlamak guc olmaktadır. Biz bu kitapta imam deyince, insanları irşatla gorevli kamil murşitleri kast ediyoruz. Hadislerde anlatılan imamla bugunku imam anlayışı farklıdır. Ayet ve hadislerde imam deyince, Allah yolunda onder olan ve kendisine uyulan kimse kast edilir.



Gercek imam, kalpleri ihya eden ve bozulan dini yaşantıyı ıslah ile gorevli rabbani alimlerdir. İnsanları Kuran ve sunnet edebine gore idare eden devlet adamlarına da imam denir. Ancak gunumuzde bu buyuk emaneti taşıyacak kimse bulunmadığı icin, imam sıfatını kalplerin ıslahı ile uğraşan Rabbani alimler ve kamil murşitler taşımaktadır. Onlar, kıyamete kadar bu ummetin icinde bulunacaklar ve imamlık vazifesini hakkıyla yapacaklardır. Kendilerine karşı cıkanlar onları bu vazifeden alıkoyamayacaktır. Cunku onların temel gorevi ilahi ahlakı ve ahkamı ayakta tutmaktır. Bu iş cemiyet halinde ihmal edilse de, şerefli şahsiyetler tarafından yerine getirilecektir. Buna Kuran ve sunneti hıfzetme, koruma ve yaşama denir. Yuce Allah, Kuranın ilim, ahkam ve ahlakını kıyamete kadar koruyacağını bildirmiştir. Bu koruma kitap sayfalarındaki yazıları değil, icindeki hukumleri korumadır. Bu da insanla olmaktadır. O insana insan-ı kamil denir.