Din Felsefesi Nedir Din Felsefesi Ne Demek,
Din Felsefesi Nedir ,
Din Felsefesi Ne Demektir,


Duşunce tarihinde felsefe, dini ve ahlaki bilgilerin, inancların eleştirisi olarak ortaya cıkmıştır. Buna karşın felsefe ve din birbirine karşıt iki bilgi turu değildir. Her ikiside insan ve evren ilişkisini acıklamaya ve anlamlandırmaya calışmaktadır. Calıştıkları alanlarda benzerlikler cok olduğu icin birbirlerinden yararlanmaları da oldukca doğaldır. Felsefe varlığın yapısı hakkında din ise sonsuzluk hakkında bir arayış icindedir. Felsefe sonsuz olanı ifade etmede kavramları, din ise sembolleri kullanır.

Din felsefesini daha net bir bicimde tarif etmemiz gerekirse “Din felsefesi, dinin felsefe olarak ele alınması, dinin uzerinde duşunme ve tartışmalarda bulunmadır” Fakat ortada felsefenin kendi yapısından kaynaklanan bir sorun vardır. Her filozof kendine gore bir duşunce yapısına sahiptir. Felsefeyi tanımlamak ne denli zorsa felsefenin alt dalı olan din felsefesini de tanımlamak bir anlamda o kadar zordur. Ama bir cok filozofun belli konular uzerinde oluşturduğu belli bir disiplin goz onunde bulundurularak; din felsefesi yapmak, dinin temel iddiaları hakkında rasyonel, objektif, geniş kapsamlı ve tutarlı bir tarzda duşunmek ve konuşmaktır diyebiliriz.

Din felsefesi yapan kişi konusuna “rasyonel” olarak yaklaşmalıdır. Yani “Tanrı’nın varlığı” “Ruh’un olumsuzluğu” gibi kavramları akıl gucunun imkanlarını kullanmaya calışarak temellendirmelidir. Bu da nereye kadar başarılabilirse oraya kadar şeklindedir.

Aynı zamanda “ geniş kapsamlı” bir bicimde konulara eğilmelidir. Dinin sorunları uzerinde fikir yuruturken konuyla ilgili tarihi, ilmi, mantiki butun verileri ele almak zorundadır. Hatta konuya ilişkin karşıt soylemlerin ne olduğuna da bakmalıdır.

Ayrıca filozofun ortaya koyduğu goruşler arasında bir tutarlılığın olması da esastır. Goruşlerde tutarsızlığı gorebilmek icin oldukca iyi eleştirilere ihtiyac vardır.

Ozellikle bu ve benzeri araştırmalarda dinin lehine ve aleyhine yaklaşmak yerine dini olduğu gibi incelemeye tabi tutmak “objektif” bir bicimde yaklaşmak esas olmalıdır.

Butun bunların yapılmasındaki yegane gaye Felsefi yaklaşımın esas olarak dile getirme, acıklama, kaynaştırma, butunleştirme ve değerlendirmedir. Din felsefesi aynı zamanda dinler uzerinde ciddi araştırmaların yapılması icin ozel bir basamaktır. Boylelikle din konusunda herkes başıboş bir bicimde kendi ozgur goruşlerini, yorumlarını sağa, sola savuramaz.

Din tarifimizi Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi uc buyuk kitaplı dine gore yapmaya kalktığımızda din, kişisel ve toplumsal yanı bulunan fikir ve uygulama acısından sistemleşmiş olan, inananlara bir yaşama tarzı sunan, onları belli bir dunya goruşu etrafında toplayan bir kurum olarak karşımıza cıkmaktadır. Aslında Tanrı’nın varlığının ispatı gibi konularda bu uc buyuk din birbiri ile oldukca yakın ilişki icindedir. Cunku her biride yaratıcı kavramı acısından tek bir Yaratıcının varlığına inanma durumundadırlar. Bu nedenle bir İbn Meymun, bir Thomas Aquinas’ın Farabiden ya da Musluman duşunurlerin, Hristiyan ya da Yahudi duşunurlerden etkilenmesi oldukca doğaldır. Butun bunların ustunde soylemek gerekirse felsefenin ozu duşunmektir; dinin ozu ise, Gazalinin deyimiyle ruhani bir zevk halini yaşamaktır(Kitabu’l Arba’in, 2.bsk. Kahire 1925, s.8vd.) Felsefenin dinle ilgilenmesi, genellikle iki şekilde olmuştur: Dini olmayan verilerden veya unsurlardan hareket ederek dini bir hukmu acıklamaya, hatta bazen kanıtlamaya calışan yaklaşım. Orneğin, bilimsel verilere ve sonuclarına dayanarak Tanrının varlığını ruhun olumsuzluğunu ispatlamaya calışmak gibi. İkinci olarak, doğrudan doğruya din fenomeninden yola cıkarak dinin temel hukumlerini acıklamaya calışan yaklaşım. Her iki ilginin birlikte surdurulduğu durumlara da oldukca sık rastlamak mumkundur.

Bu bağlamda din felsefesinin ilgilendiği problemleri şu şekilde sıralayabiliriz:

a) Metafizik ve kozmolojik problemler: Tanrı’nın varlığı ve bu konuyla ilgili lehte ya da aleyhte ortaya surulen akli deliller. Evrenin yaratılışı. İnsanın evren icindeki yeri ve onemi. Vahyin imkanı. Olumden sonra hayat ve ruhun olumsuzluğu.

b) Epistemolojik problemler: Evrenle ilgili bilgilerimizden Tanrının bilinmesine gitme cabalarının epistemolojik değir. Bir bilgi kaynağı olarak vahiy ve dini tecrube. İnanma, bilme, şuphe etme, zan, yakin ve benzeri kavramların epistemolojik tahlil ve tenkidi. Temel dini hukumlerin doğrulanması ve yanlışlanması

c) Dini hukumlerin dil ve mantık acısından eleştiri ve incelenmesi. Din dilinin mantık acısından durumunun belirlenmesi.

d) Dinin ahlak, sanat ve ilimle olan ilişkileri. Butun insan tecrubelerinin organik bir butunluğe kavuşturulması ve yeni dini duşunme sisteminin oluşturulması cabaları

e) Dinsel simgeselliğin anlamı ve onemi.

A. Tanrı Kavramları

Tanrı’ya ilişkin dunyada bircok goruşler bulunmaktadır. Buna rağmen bu goruşlerin coğunu bir araya getirseniz aslında Tanrı hakkında bir cok tanımlamanın uc aşağı beş yukarı birbirine benzerlikler taşıdığını gormeniz de mumkundur. Şimdi bu farklı goruşlerin bazılarının ana başlıklarını sıralayalım:

Politeizm: Eski Yunan ve Nordik mitolojilerinde oldukca yaygın olan ve bircok kişisel tanrının varlığını kabul eden bir inanc bicimidir.

Henoteizm: Bu inanc bicimi de cok tanrıcılık olarak bilinmektedir. Fakat tek bir tanrı diğer butun tanrıların başında yer almaktadır. Cunku bu tanrı kendi kabilesinin, halkının tanrısıdır.

Monoteizm: Bu kısaca Teizm ile ifade edilmektedir. Tek bir tanrının varlığına imandır. Tanrı kendi kendine var olan ve her şeyi yaratan en yuce ve kadir Olandır. Butun her şeyi hic yoktan var etmiştir.

Panteizm: Genelde Hinduizm ve Doğu dinleri ile bağlantılıdır. Batıda pek yaygın değildir. Tanrı bir kişi değil her şeyde butun evrende kendi varlığını sunmaktadır.

Panenteizm: Bu inanca gore tanrı evrenle tanımlanamaz ama fakat evrene dahil olarak gorulebilir. Evren bir anlamda Tanrı sayılsa da Tanrı evrenden daha fazla buyukluktedir.

Yukarda saydıklarımız dunyamızın belli başlı dinlerinin Tanrı goruşleridir. Bu ana başlıkların aslında bir de alt başlıkları da vardır. Tabi bunların her birini ayrı ayrı tanımlamamız mumkun değildir. Ancak bazı alt inancları da burada gormemiz gerekiyor:

Dualizm: Panteizmin bir ceşidi olarak karşımıza cıkar. Dualist birbirine karşı iki tanrıya inanır. Genelde bu tanrılardan biri iyi bir diğeri ise kotu tanrıdır. Gorulduğu gibi cok tanrılı bir inanc sistemini koruyup iki tanrı ile sınırlandırmış olmaktır.

Deizm: Bir anlamda Teizmin bir alt ceşididir denilebilir. Bu inancta kişi bir Teist gibi tek bir Tanrıya inanır ama fark Deist’e gore bu Tanrı yaratma eyleminden sonra evrenin hicbir işine mudahale etmemektedir.

Mutlak Monizm: Bu da yine Panteizmin ya da Panenteizmin bir ceşitlemesidir. Bu inanca gore Tanrı mutlak bir birlik icindedir. Yalnız kendisini tam anlamı ile gercek olmayan bir dunyaya coğul bir gorunumde kendini acıklamaktadır.

Bu tarz tanrısal inanc goruşleri ve ceşitleri yanı sıra bir de herhangi bir tanrıyı kabul etmeyi reddedenler vardır. Bunları da şu başlıklarla ozetlememiz mumkundur:

Agnostikler: Bu anlayışa gore Tanrı hakkındaki gercek bilinmez ve bilinemez.

Ateizm: Teizmin karşıtı olan goruştur. Tanrının varlığını tamamen inkar ederler.

Naturalizm: Basitce ateizmin olumlu ifadesidir. Ateistler doğanın arkasında bir tanrı fikrini kabul etmezler ve her şeyin kendi başına var olduğunu ileri surerler. Ateizm bir cok din karşıtı kişi tarafından izlenilen bir inanc olduğu halde bazen bazı dindar kişilerde bu inancı edinmişlerdir. Budizmin bir ceşidi olan Teravadanın ateizmden etkilendiği gorulmektedir. Bazı ateistler humanist insan dininin hicbir tanrı ile ilgisi olmadan olabileceğini de ileri surmektedirler.

B. Kozmolojik kanıt

Kozmolojik kanıtta Tanrı’nın varlığı evrenden hareketle kanıtlanmaya calışılır. Bazen bu tarz bir tartışmaya ilk neden kanıtı da denmektedir. Bu tartışmanın tarihi kaynağı Plato ve Aristotales’e kadar gitmektedir. Ortacağ doneminde Thomas Aquinas ve Duns Scotus doneminde daha da gelişmiştir. Tanrı’nın varlığı hakkında Thomas Aquinas’ın Summa Theologica’sında beş kanıt gosterilmektedir bunlardan ilk ucu kozmolojik kanıt olarak gorulmektedir. Daha sonra Samuel Clarke ve Leibniz tarafından buna benzer goruşler savunulmuştur. Yirminci yuzyılda ise Richard Taylor bu goruşu savunmuştur.

Bu konuşta tartışma konusu oldukca geniştir. Bu da bu kanıtın oldukca eski bir kanıt olmasından kaynaklanmaktadır. Kozmolojik kanıtın ilk ve basit şekillerini Platon’un kanunlarında gormek (10. Kitap) mumkundur. Aynı zamanda Aristoteles’in Metafizikde de (12.Kitap) gormek mumkundur.

Orneğin, Aristoteles hareketi, en son noktada, Hareket Etmeyen Hareket ettiriciye dayandırarak acıklamaktadır. Bu felsefe tarihinde oldukca etkin bir fikirdir.

Bu kanıt daha sonra Yunan felsefesinin etkisi altında kalan bazı Yahudi ve Hristiyan din bilginlerinin dikkatini cekmiştir. Daha sonrada İslam din bilginlerinin dikkatini cekmiştir. İslam duşunce tarihinde kelamcılar daha ziyade “hudus kanıtını” filozoflar ise “imkan kanıtını” tercih etmişlerdir. Daha sonra ikisi arasında bağlantı kurmaya calışanlarda olmuştur. El-Kindi sonlu-sonsuz ilişkisi ile bir kanıt bulmaya calışmıştır. Aynı zamanda Kindi ve Gazali gibi İslam duşunurlerinin hareketi de bir kanıt olarak kullanmaya calıştıkları gorulmuştur.

Kozmolojik kanıt felsefe tarihinde hep onemli olmuştur. Leibniz “Varlıkların en son kaynağı” isimli kitabında[8], Leibniz’in cağdaşı Samuel Clarke’da “Tanrı’nın varlığı ve Sıfatlarının Kanıtı” isimli konferans metninde kozmolojik kanıtı savunmuştur.[9]

Kozmolojik kanıtın değişik turlerinden Hudus kanıtı en onemli olanıdır. Hudus, sonradan oluşma, yoktan var olma anlamındadır. Sonradan var olan varlıklara Hadis denilir. Nedensellik ilkesi kullanılarak şoyle bir kıyasla Tanrının varlığının kanıtlanması soz konusudur.

1. Evren butun parcalarıyla sonradan olmadır(Hadis)

2. Her sonradan olanın, bir var eden(Muhdis) ihtiyacı vardır.

3. O halde, bu evreninde bir var edeni vardır.

4. O da varlığı zorunlu olan Tanrıdır.

Bu oldukca gecerli bir cıkarımdır, zira her nedenin bir nedeni olmasının sonsuza kadar goturulmesi imkansızdır. Nedensin bir neden olmalıdır. Bu neden, Aristotales, Thomas Aquinas gibi Batı felsefecileri ve Farabi gibi İslam felsefecileri tarafından kullanılmıştır. Tabi bu goruşlere Kant gibi karşı gelenlerde olmuştur. Ona gore bu sadece spekulatif ve metafizik bir kanıttır, Tanrı’nın varlığını kesin olarak ispatlamaz.

Kozmolojik kanıtın sonucu zaman zaman kişileri pantheist yaklaşımlara kadar goturebilir. Bu nedenle sonuca doğru giderken Tanrı’nın gercek varlığı ile bizim kafamızda oluşturduğumuz varlığın farklı olmamasına dikkat etmemiz gerekmektedir. Kozmolojik kanıt bize Tanrı’nın varlığına kanıt olması acısından onemlidir. Tanrı’nın varlığı “Loch Ness canavarı var mı?” sorusu ile paralel bir soruya bağlı değildir. Tanrının varlığına ilişkin soru butun evrenin tamamının karakterini iceren bir sorudur. Bu varlık kanıtını yanlış değerlendirmek bizi daha once de dediğimiz gibi Pantheism ya da Naturalism’in kucağına atacaktır. Ki bunu zaman zaman İslam duşunurlerinde gormek mumkundur. Evrenden Tanrıya ulaşırken yavaş yavaş varlıklar aracı olmaya hatta Tanrı’yı yansıtmaya başlamaktadır. En iyisi kozmolojik kanıtla Tanrı varlığına inanan bir kişinin yapacağı en guzel şey gercek Tanrı’yı kendisini ifade ettiği şekilde kendini ifade ettiği Kutsal Kitabından tanımaya, anlamaya calışmasıdır.

İmkan kanıtı ise Kozmolojik kanıtın bir diğer turudur. Hudus kanıtına benzer. Evrendeki varlıkların mumkun oluşundan hareketle Tanrı’nın varlığını kanıtlar.

1. Evren mumkunler(varlığı zorunlu olmayan) topluluğudur.

2. Mumkun, kendi kendinin sebebi olmayandır. Onu var kılan başka sebepler vardır.

3. Varlığı(zorunlu olmayan) mumkun olan şeyin, var olmak icin başka bir nedene ihtiyacı vardır.

4. Bu neden, varlığı zorunlu, oncesiz ve ilk neden olan Tanrı’dır.

Gorulduğu gibi mumkun varlığı var eden zorunlu varlıktır. Bunun varlığını kabul etmek, kısır donguyu engeller. Fakat bu delile karşı yoneltilen, Kant’ın eleştirilerine dikkat etmek gerekir. Bu eleştiri şu şekildedir; “Bende yuz milyon var” demek, cebimde bunun olmasının zorunlu kılmazsa, imkan kanıtı da, Tanrı’nın varlığını kanıtlama da yeterli olmaz.

C. Teleolojik kanıtı

Biz bu kanıta duzen ve amac kanıtı da diyebiliriz. Doğa olaylarının varlığının, duzenliliğinin ve amaclılığının bir yaratıcıyı gerektirdiğini savunan bir kanıttır. Butun evrene baktığımızda gercekten hicbir bicimde bir tesadufe yer olmadığını gozlemlemek mumkundur. Butun evren belli sistemlerin uzerinde durmaktadır. Doğal olarak her bir varlığın bir amacı vardır. İşte bu nedenle bu kanıt Teleolojik kanıt adını yani erekbilimsel (amac bilimsel) kanıt adını almaktadır. Butun bu varlıkları amaclarına gore yaratan bir zeka olmalıdır. Bu kanıta gore bu zekanın varlığını kabul etmek kacınılmazdır.

Kozmolojik kanıtta olduğu gibi, Teleolojik kanıtta da koken eski Yunan’a kadar dayanmaktadır. Zaten Kutsal Kitabın bir cok yerinde de Tanrı’nın boyle bir duzeni elinde tuttuğu ifade edilmektedir. Gerek Platon, gerekse Aristo hep gokyuzunun duzenine bakarak bu duzenin arkasında bir başlatıcı neden aramışlardır. Ortacağa gelene dek te hep duşunurler bu duzeni belli başlı bir bicimde bir yaratıcı icin bir kanıt gormuşlerdir. Orneğin Mezmurlarda hep “goklerin ve yerin Rabbi” ifadeleri gecerken aynı zamanda “Yıldızların sayılarını” bilen, hesaplayan, bir duzen Tanrısı gerceği gorulmektedir. Bu yalnız Mezmurlarda değil Kutsal Kitabın farklı yerlerinde de benzer ifadeler bulunmaktadır. Thomas Aquinas’ın Tanrı’nın varlığı icin sıraladığı “Beş Yol’un” acıklandığı Orta Cağda bu kanıt ortaya atılmıştır. Daha sonra onsekiz ve ondokuzuncu yuzyılın başlarında oldukca populer olmuştur. Ozellikle İngiliz teolog William Paley(1743-1805) tarafından geliştirilmiştir. Yirminci yuzyılda ise Richard Taylor, F.R. Tennant ve Richard Swinburne tarafından savunulmuştur.

İslam inancında duzen ve amacı iceren tartışmalar genelde iki yol takip etmişlerdir. Bunlardan biri evrendeki muhteşem duzenden oturu Tanrı’nın varlığının ispatı diğeri ise Tanrı’nın sıfatlarından hareketle evrendeki duzenin ve amacın acıklanmasıdır. Farabi, İbn-i Sina, Gazali, İbn Ruşd gibi unlu İslam duşunurleri Tanrı’nın adaletinden, comertliğinden, guzelliğinden bahsederken sozu evrenin yapısına getirmişlerdir. Gazali gibi bazıları da bu iki yolu ic ice kullanmışlardır.

Teleolojik kanıtı basit bir bicimde ozetleyecek olursak:

a. Doğa icinde gercekten muhteşem bir duzeni gosteren bir cok ornekler vardır.

b. Boylesine muhteşem bir duzen gercekten muhteşem bir zekayı gerektirmektedir.

c. Bu nedenle doğanın varlığı buyuk bir olasılıkla muhteşem bir zekanın varlığından kaynaklanmaktadır.

Bu kanıtın insan ruhunda etkisi oldukca buyuktur. Bu nedenle bircok vaiz bu kanıtı kullanmayı tercih eder. Kant, Hume ve Darwin gibi kişiler bu kanıta karşı cıkmışlardır. Ozellikle Kant duyulur alemin verilerinden duyuların kapsamına girmeyen bir şeyin varlığına gidilmek istenmesinin, evreni zorunlu bir işci gerektiren olarak bir saat gibi duşunmeyi gerektirmektedir. Bu da Tanrı’nın yaratıcılığına zorunluluk yukleyecektir. Hume’un bu konu uzerinde ortaya attığı goruşlerse oldukca cetin tartışmalara yol acmıştır. Zaten Darwin kendince bu kanıtın butun dayanaklarını sokup atmıştır. Tennant ise teleolojik kanıtı yeniden dile getirerek ilahiyat konusuna bir canlılık getirmiştir.