Nur yuzlu Efendimiz sut kardeşi Abdullah'la beraber evlerine yakın cayırlıkta kuzularını otlatıyordu. Bir ağacın altında oturmuş, tatlı tatlı konuşuyorlardı. Bir muddet sonra da Abdullah ağacın serin golgesinde uykuya daldı.

KÂinatın Efendisi ise, oturduğu yerden kÂinatı kuşatan eşsiz guzelliklerin Yaratıcısını duşunmeye koyuldu. Bu sırada kuzular yayıla yayıla epeyce uzaklaşmışlardı. Onları geri cevirmek icin Peygamberimiz, Abdullah'ın yanından ayrıldı. Bir muddet gittikten sonra, karşısına beyaz elbiseli iki kişinin cıktığını gordu. İkisi de guler yuzlu ve sevimli idiler. Birinin elinde ici karla dolu altın bir tas vardı. Nur yuzlu Efendimizin yanına usulca yaklaştılar. Onu tutup İlÂhî bir halı gibi duran yem yeşil cimenlerin uzerine uzattılar. Efendimizde ne ses, ne seda, ne de telÂş vardı. Bu guler yuzlu, bu temiz sîmalı ve bu sevimli insanların kendisine kotuluk yapmayacağını biliyordu.

Ağacın serin golgesinde uyumakta olan Abdullah bu sırada uyandı. Manzarayı gorunce olanca hızıyla telÂşlı telÂşlı eve vardı. Gorduğu manzarayı anne ve babasına anlattı. Heyecan ve telÂşlarından, evlerinden nasıl cıktıklarının farkında bile olmayan Halîme ile kocası, bir anda Peygamberimizin yanına vardılar. Fakat, Abdullah'ın anlattıklarından eser yoktu. Ortalıkta kimseler gorunmuyordu. Zira, gelenler memur edildikleri vazifelerini bir anda bitirip, gozden kaybolmuşlardı. Sadece ayakta duran KÂinatın Efendisinin benzi ucuktu ve hafiften gulumsuyordu.

Fazlasıyla telÂşa kapılan Halîme ve kocası, "Ne oldu sana yavrucuğum?" diye sordular.

KÂinatın Efendisi şunları anlattı: "Yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin elinde ici karla dolu bir tas vardı. Beni tuttular, goğsumu yardılar. Kalbimi de cıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan pıhtısı cıkarıp bir yana attılar. Goğsumu ve kalbimi o karla temizledikten sonra ayrılıp gittiler."

Aradan yıllar gececek, kendilerine peygamberlik vazifesi verilecekti. Birgun Sahabîlerden bazıları, "YÂ Resulallah, bize kendinizden bahseder misiniz?" diyecekler; Resûlullah da, "Ben babam İbrÂhim'in duÂsıyım. Kardeşim İsÂ'nın mujdesiyim. Annemin ise ruyÂsıyım. O, bana hÂmile iken Şam saraylarını aydınlatan bir nurun kendisinden cıktığını gormuştu" dedikten sonra, bahsi gecen hÂdiseyi de şoyle anlatacaktır:

"Ben, Sa'd bin Bekroğulları yanında emzirilip buyutuldum. Birgun sut kardeşimle birlikte evlerimizin arkasında kuzuları otlatıyorduk. O sırada yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin elinde ici karla dolu bir altın tas vardı. Beni tuttular, goğsumu yardılar. Kalbimi de cıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan parcası cıkarıp bir yana attılar. Goğsumu ve kalbimi o karla temizlediler."