MevlÂn CelÂleddin, Hind-İran, Roma-Bizans kaynaklarından gelen, yer yer, eski dinlerin, hatt yerli halkın inanc ve gelenekleriyle beslenen, sonucu “Hukem” denen İslÂm filozofları tarafından İslÂmîleştirilen, inanclarıyla, nazariyeleriyle, terimleriyle kalıplaşan ve hayalî bir idealizm olan Vahdet-i Vucudcu (Varlık Birliği) tasavvufu, insancı ve moralist bir tarza sokan buyuk bir mutefekkirdir. O, idealist bir sistemin verdiği vicdanî huzurla bu birlik Âleminde kendinden gecmez, ferdiyetini terk eder, insanlara yayılır. Ona gore; butun aykırılıklar, ayrılıklar, gidiş yollarındadır. Onun inancı, insanı yoklum Âlemine ceken, hayallere daldıran bir inanc olmaktan ziyade amelî bir Varlık Birliği inancıdır. Sınırsız bir musamahayla insanlığı hÂkim eden, iyiliği ve hayrı gozeten bir birliktir.
MevlÂnÂ"ya gore dunya kotu değildir; hatt para-pul, coluk-cocuk, dunya değildir; dunya, Tanrıdan, gercek varlıktan gaflet etmektir. Bir kabın icinde su yoksa denizin ortasında bile olsa batmaz, fakat icinde su olursa batar-gider. Bunun gibi insanın icinde dunya hırsı olmadıkca insan dunya nîmetlerine gark olsa ona hicbir zarar gelmez, icinde hırs olan batar.
Yunan felsefesini iyiden iyiye bilen MevlÂnÂ, Heraklit gibi Âlemi, hic durmadan olup biten bir oluş Âlemi gorur. Onca her an butun kÂinat, yeniden yaratılmada, o an, gene butun parca-bucuğuyla yokluğa gitmektedir. KÂinat Âdeta akan bir nehirdir. Biz hep o nehri goruruz, fakat nehir butun katreleriyle akıp gitmekte, giden bir daha geri donmemekte, gelen de hep yeniden-yeniye gelmektedir. Her olay, her şey ceşitli sebeplerin sonucudur, her sonuc da bir başka olaya, bir başka şeye sebeptir. Boylece Âlem, her an yenilenmektedir. İnsan da baba beline, ana rahmine duşmeden once, Âlemin zerrelerindeydi, canlılar, bitkiler ve cansızlar Âlemindeydi. O, Âleme gelmeden once unsurlardaydı, yÂni topraktaydı, sudaydı, ateşteydi, yeldeydi. Ondan once goklerde, daha onceyse Mutlak Varlık"ın zatî iktizÂsı olan ilgisindeydi. İnsan oldukten sonra da maddesi, gene Âleme yayılmakta, bu suretle de Âlem, Âdem olmakta, Âdem Âlem olup durmaktadır.
Butun dinlerin, butun mezheplerin ustune cıkmış olan, fakat zÂhiren Hanefî Mezhebine ve tasavvufa bağlı bulunan MevlÂnÂ"nın cebir ve ihtiyar hususundaki inancı da tam moralist bir inanctır. O, Âdeta mezhepte olduğu kadar tasavvufta da bir muctehittir. Ona gore; cuz"î iradeyi inkÂr edip yapılan işlerin, kulun irade ve ihtiyariyle olduğunu kabul eden, Tanrı bilgisinin kulu, bir işi yapmaya cebretmediğini soyleyen Mu"tezile haksızdır. Fakat kulun idare ve ihtiyarını kabul etmeyen Cebrîler de haklı değildir. Bir ok atsak biz yayız, atan Tanrıdır. Fakat feryÂdımız nasıl aczimize delÂlet ediyorsa utanmamız ve nÂdim olmamız da ihtiyÂrımıza delÂlet eder. Gercek ve Mutlak Varlığa ulaşmayan, benliğinden, bencilliğinden, gecmeyen kişinin, yaptığı işleri Tanrıya isnad etmesi yalancılıktır. Bu ceşit insan, mademki henuz Mutlak Varlık"ta yok olmamıştır; iyiye, hayra calışması, edebe riayet etmesi, hayrı Tanrıdan bilip kotuluğu kendisine vermesi gerektir. Benliğinden, benciliğinden kurtulan, Mutlak Varlık"a ulaşan kişiye gelince o, cebirden de bahsedebilir, ihtiyardan da; cunku onun varlığı, nasıl Tanrı varlığıysa ihtiyÂrı da Tanrı ihtiyÂrıdır. Goruluyor ki bu, tamamıyla mezhep icinde bir ictihattır. ZÂten MevlÂnÂ, kıyÂsı kabul etmemekle, sarhoşun karı boşamasının doğru olmadığını soylemekle de Hanefî Mezhebinde bir muctehit olduğunu izhÂr etmiştir.
MevlÂnÂ, insan zaafını bildiği icin insandan yuz yuze iyilik istemez; niyetinin iyi ve guzel olmasına bakar. O, sebzenin bile saplarıyla tartıldığını bilir. Her şeyin hayra ve olgunluğa doğru gittiğine inandığı gibi, kotuluğun de olgunluğun ve iyiliğin noksanı olduğunu bilir. Yumuşaklığın, yuzlerce ordudan daha kuvvetli olduğunu soylemekle beraber, sorumluluğa da gercekten taraftardır.
MevlÂnÂ"ya gore terbiyenin temeli, once kendini terbiye etmektir. MevlÂnÂ"nın en ziyade tenkidine uğrayanlar, halkın bilgisizliğini, aczini istismar edenlerdir. Bu yuzden medreseyi tenkid ettiği kadar tekkeleri de, şeyhleri de kınar. Herkesin bir işle meşgul olmasını, elinin emeğiyle gecinmesini, at gibi hur yurumesini, leş gibi halkın omzuna yuk olmasını tavsiye eden MevlÂnÂ"ya gore Tanrıya dayanmak da ancak calışmak hususundaki dayanaktır.
İnsanı, yaratılışın onu ve sonu gormek, gayesi ve neticesi saymak, tusavvufun temel inanclarındandır. Hatt bu inanc yuzunden butun kÂinatı kendinde goren, kendini Âlemin merkezi bilen, Peygamberle boy olcuşmeye kalkışan sûfîler coktur. MevlÂnÂ"ya goreyse bu inanc bir bencilik halinde değil, icli, derin bir sevgi halinde belirir; o, butun insanlığa, butun canlılara, butun dunyaya yayılmıştır. O, her dini, her inancı, o inancta riya yoksa hoş gorur. Olgun kişinin butun bağlardan, butun nisbî ve izafî şeylerden mutlak olduğuna inanır. İrade ve ihtiyÂr inancında olduğu gibi bu inancta da benlikten, bencilikten gecmiş olmayı şart koşar. Zamanının Ahmed"i olduğunu... belirtir, “Canım bedenimde oldukca secilmiş Ahmed"e kulum” der, “Benden bundan başka bir soz nakleden olursa ondan da bîzÂrım, o sozden de bîzÂrım” diye Muhammed"e bağlılığını bildirerek olağanustu temkinini belirtir.
HÂsılı MevlÂnÂ"nın tasavvufu, yalnız mistik ve idealist bir tasavvuf değildir. Sınırlı varlıktan, benlikten, bencilikten tamamıyla sıyrılmak, halka, topluma yayılmak suretiyle tecelli eden ve sosyal hayatta sınırsız bir sevgi, insanî bir goruş ve mutlak bir birlik halinde; moral sahadaysa herkesin bir olgun kişiye uymak suretiyle umumî olarak hayra, iyiye, guzele doğru bir gidiş, insanî bir terbiye halinde tezahur eden ve boylece de realist ve amelî bir karaktere sahip olan bir tasavvuftur.
MevlÂnÂ, insanın olgunlaşması icin aşka, cezbeye, aşkı ve cezbeyi beslemek icin de raksa ve muziğe ilÂhî bir onem vermiş, Âdeta dinde bir reform yapmıştır. MevlÂnÂ"dan onceki sûfilerde, hatt Yunan filozoflarında, iptidaî dinlerde bile raksa ve muziğe onem verilmiştir. Aşk ve cezbe, butun MelÂmet erbÂbınca sulûkun, yÂni olgunluk yolculuğunun, mÂnevî yolculuğun bir temelidir. Fakat MevlÂnÂ"nın bunlara verdiği onem busbutun başkadır. Olgun insana karşı duyulan sınırsız aşk, butun benliği, benciliği yıkan tek şeydir. Muzikse insanların dillerini birleştiren, ruhlarını yıkayan, onları ayıplardan, kirlerden arıtan ilÂhî bir aşk ifadesidir; aşk cağlayanıdır. Zaten kendisi de, oğlu da, torunu da rebap calmadadır...
Kaynak:Tarih Coğrafya Dunyası MevlÂn Ozel Sayısı,