mevlananın fikir hayatı
mevlananın fikirleri hakkında bilgi
Mevlana'nın fikirleri Mevlevilik

Mevlana'nın fikirleri




Mevlana’nın fikriyatının asli unsuru “tasavvuf”tur. “Tasavvuf” ve “sufi” kelimelerinin softan geldiği ve bu mesleği benimseyenlerin, yunden dokunmuş abalar giydikleri icin kendilerine sufi, mesleklerine ve inanc sistemlerine ise tasavvuf denildiği soylenir. Ancak gercekte; “hikmet” anlamına gelen, yunanca “sofos” kelimesinden turetilmiştir. Tasavvuf’a gore; (İslamiyet bakışıyla etkilenmiş olan felsefeye gore) kudret, yani Tanrı, mutlak varlıktır. Mutlak varlık (Tanrı); kendisini kişide gorunur kılar. Obur turlu yalnız bu kudretten bahsetmek imkÂnsızdır. Yani yaratılış yoktur, gorunur kılınmak (zuhur) vardır. Ancak Mevlana bu inanc sitemini insandan yana kullanmayı iyi bilmiştir. Adeta gercek bir “insanlık dini” kurmuştur. Tasavvuf’ta insan; varlığın amacı ve sonudur. İşte bu coğu sufi’de; egoizm oluşturmuş, kendilerini kÂinatın merkezi saymışlardır. Sufiler; mutlak varlığa ulaşmak icin bir an once dunyayı terk etmek isterler. Mevlana ise “gercek yolcunun dunyadan kacmasına gerek yoktur, dunya mutlak varlığın zuhurudur ve guzelim dunyadır” der. Dunya işleri sayılan; yeme, icme, para puldan kacmaz, kendisinden olanlara: calışın der. Yani Mevlana; dunya olaylarını coğu sufinin yaptığı gibi, kerametlere bağlamaz.



Mevlana’ya gore; felsefe sadece akla dayandığı icin eksiktir ve aksaklıkları vardır. Cunku akıl; sahip olana bağlıdır sadece.



Bilgi; faydalı ise iyidir, yoksa sahibine yuk getirir. Ancak bilgi bir amac değil, aractır.

“Gerceğe eren kişi; kÂinatı kendisinde gormez, kÂinata yayılır. İşte o zaman onun dileği herkesin dileğidir” der.

“Yaradılış daimdir ve dunya bir savaş Âlemidir” der. “Zerreler zerrelerle savaşır ve ilim, her an iyiye, yeniye, gerceğe doğru gider. İnsan eline ucu yanan bir sopa alsa, hızlı hızlı hareket ettirse goz ateşten bir cizgi gorur ve onu duruyor sanır”. İşte, hareketin durumu boyle gosterdiğini bilmek değişime inanmaktır.”



Mevlana’ya gore; tum dinler birdir. Mevlana, Papazlarla ve Rahiplerle dostluk ederdi. “İnsan, bir hamur teknesi boyundadır ama her şeyden, her varlıktan yucedir.” Ayrıca; “iyilik aradı mı insan da kotuluk kalmaz” der.



Ezilen insan’a yaptığı davranış hep birdir. Onları insan icine katmak, diğerleri gibi hissettirmek adına surekli caba gosterir. Onun sayılması ve sevilmesi bundan gelir. Ve yaptıkları insanlar arasında bir birlik yaratır, bir insanlık dini olur.



Mevlana’ya gore aşk; mutlak varlığın vasıflarındandır. İnsan, neyi ve kimi severse sevsin, bu sevgi mutlak varlığadır. Tanrı, insanın gercek aşka (kendisine) ulaşması icin gecici aşkı yaşamasına goz yumar. Cunku aşk; karşındaki insanda gorduğun iyiliğin, guzelliğin kendinde olmasını istemektir. Ve bu; hırsın kibrin yerine iyiliğin, guzelliğin tum dunyaya yayılmasını sağlar. Mevlana; hicbir şeyi kendi başına ne “hayır” ne de “şer” olarak nitelendirir. Her birinin faydası ve yararı vardır. Bilgi bu bakımdan gereklidir. “Adalet her şeyi layık olduğu yere koyar” der.



Mevlana; tum tepkilere rağmen muziği ve dansı da benimsemiştir. Mananın; harflere, soze, vezne, kafiyeye sığmayacağını duşunur. Hangi dilde yazılırsa yazılsın muziğin insanlar arasında birlik yarattığını duşunduğunden, muziği şiirden daha cok sevdiğini soyler. Mevlana; muziği ibadetin bile icine sokmuştur. Halk desteği olan Mevlana’ya, cenazelerde muzik caldırdığı halde kadılar bile karışamamıştır. Hatta bunu sunnet gibi, gorenler bile olmuştur.



Mevlana’ya gore kadın; yaratılmış değil yaratan bir kudrettir. Kadını ekmeğe benzetir. Kapanan, gorunmeyenin gorme isteğini artırdığını bu yuzden kadın icin de erkek icin de iyi olmadığını duşunur. Yani ortmek 2 tarafta da hırsı yaratır bu yuzden duzeni bozar, kotuluğu artırır. Kadını da cariye olarak kullanmayışı, koleliğe karşı oluşu da acıklar.



Mevlana; diğer şeyhler gibi saraya, beylere yamanmamış, bu konumdaki insanlarla saygı-sevgi ilişkileri beslemiştir. Ancak alt tabaka sayılan insanlara da aynı şekilde yaklaştır Mevlana. Padişahlığın, beyliğin halka yuk olduğunu duşunuyordu. “Kul ol da at gibi dik yuru, leş gibi halkın sırtına yuk olma da…” diyordu. “Tanrı’nın ne oğlu var, ne babası… Ne doğmuştur, ne doğurmuş… Şu halde soyla sopla ovunmek olmaz.”. Hatta bir gun hizmetcisine darılan kızına kızmış, ister misin bir fetva vereyim; butun insanlar kardeştir, ne kul vardır, ne kole diyeyim mi” demiş. Mevlana, ongoruludur. Ancak bu yaptıkları, bir zumreye ait davranışlar değil, kişisel hareketler olarak kaldığından iktisadi sonuclar oluşturamamıştır. Ve Mevlevilik; gercekci değil, mistik gorunmuştur.



Mevlana; Mesnevi’yi Tanrı buyruğu sayar ve Kuran’da olduğu gibi, Tanrıdan gelen ilhamın yureğe doluşunun urunu olarak niteler.



Şiir ve gazellerini; guzellemelerle, kafiyelerle uğraşmadan, idealistce ama halk icin yazar. Tanrı’nın kendisine kafiye aramaktan başka dert verip vermediğini sorarak, dalga da gecer. Her daim, “yeni şeyler soylemek gerektiğini” duşunur. Mevlana’nın dili; Arapca da olsa, Farsca da, halkın anlayacağı şekildedir. Şiirlerinde; halk hikÂyelerini, atasozlerini, halk tarafından kullanılan mecazları ve halk inanışlarını kullanır. Hatta; koylulerin en uzak yolu bile “ahancık” diye sakallarıyla gostermelerini bile… Kendisinin de kullandığı soylenilen muzik aleti Rebab’ın ağzından “Ben de yeşil bir daldım. Beni ağacımdan kestiler” diye şikÂyet ettirmesi onun bu ozelliğine ornektir.



Onun şiirlerinde; şarap; alev alev yanar, ışıklar ordusu; dalga dalga gelir, karanlıkları bozar, kacırır. Sarhoşun; sendelemesi, yıkılıp kendinden gecmesinden bahseder. Ağacın yerden el cıkarıp yucelişi, taze ve sıcak bir somunun guzelliği, bayat ekmeğin ufalanıp yere doşenmesi onun gozunden kacmaz. Gerceğe erişmemiş ve bir fikre saplanıp kalmış olanlar, hic iceriye girmeyecek olan kapı mandalına, kabiliyeti olmayanlara soz soylemek; kaya kaşımaya, olu yıkamaya benzer ona gore. Sır saklamanın luzumundan bahsederken; denizin kesesini bağlayıp suratını buruşturarak sert bir halde “bende inci nerde?” diye oturuşunu ornek verir. Terk edilişini anlatırken; beni der, dişinin dibinde kalmışım gibi cıkarıp attı. Ayrılığı; goze yamanıp kalmış goz ağrısına, iştiyakı; yuzunu goklere tutan yere benzetir.

Alıntı