dua ederken neler soylenir,dua ederken neden esinleniriz,dua ederken vesile kılmak, evliyalardan medet istemek

Duada istiğase ayrı, vesile ayrı bir şeydir. İstiğase yardım istemek anlamını ifade eder. Vesile ise gayeye vasıta olan şeydir.

Guneş ve ay gibi hizmeti cok da olsa, Ka'be ve Haceru'l-esved gibi mukaddes de olsa cansız veya zevilukul olmayan bir mahluktan istiğase etmek caiz değildir.

Zevilukul olan kimseden istiğase etmek meselesine gelince, bakılır, kendisinden istiğase edilen kimse salih ve mu'min değilse, ister gaib olsun kendisinden istiğase etmek caiz değildir. Fakat salih bir kul olursa, huzurunda veya kabri başında olursa, şefaat dilemek maksadıyla ondan istiğase etmek caizdir.

Cunku olu olan kimse her ne kadar berzah alemine intikal etmiş ise de kendisine has bir hayatı vardır. Peygamberimiz (sav) şoyle buyurmuştur: "Peygamberler kabirlerinde diridirler" (İbn MÂce, CenÂiz 65) Peygamberlerin, mezarlarında diri olduklarına bir delil de, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem), mirac sırasında Mescid-i Aksa’da butun peygamberlerin ruhlarıyla buluşması ve semada karşılaştığı her peygambere selam verdikce, peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in selamını almasıdır. Yine Bedir savaşında olmuş muşrikler hakkında da şoyle buyurdular: "Siz bunlardan fazla işitmezsiniz; ancak cevap veremezler."

Ehli tasavvufa gore makam sahibi olan bir veli ister olu ister uzakta olsun ondan istiğase edilir. O yardım etme yetkisine sahiptir. Ozellikle ehli tasarrufun yardımı dunyada olduğu gibi dunyadan goc ettikten sonra da vardır, devam eder.

Vesile ise, demin dediğimiz gibi, gayeye yetişmek icin vasıta olarak kullanıları şeydir. Bunların ceşitleri vardır:

1- Cenab-ı Allah'ın isimlerini vesile kılıp tevessul etmek: İbni Mace, Hz. Aişe'den şunu rivayet etmiştir: Hz Peygamber bir duasında şoyle buyurdular: "Allah'ım, temiz, hoş ve mubarek ismin hakkı icin senden istiyorum.”

2- Kendisiyle tevessul edilen zatın duasını vesile kılıp istemek.

3- Buyuk ve salih kimsenin zatını vesile kılmak suretiyle tevessul etmek: Mesela, Allah'ım şu dileğim yerine gelmesi icin Peygamberi veya Ebubekir'i vesile vesile kılıyorum demek gibi, Hz. Omer (ra) yağmur duasında Hz. Abbas'ı (Peygamberimizin amcası) vesile kılarak şoyle dua etti: "Allah'ım, biz Peygamber'in amcasını sana vesile kılıyoruz, bunun icin bize yağmur yağdır” (Buhari).

4- İşlenen salih amelleri vesile kılarak tevessul etme: mesela, Allah'ım, senin icin eda ettiğim şu hacc veya şu ibadet sana vesile kılıyorum; şu musibetten veya şu beladan beni kurtar demek gibi.

Yukarıda saydığımız vesile ceşitleri İslam'da mevcuttur. Bunu İnkar etmek mumkun değildir. Vesile edinilen kimsenin vesile edenden ustun olması gerekmez. Hz. Peygamber (sav) Umre'ye gitmek icin izin isteyen Hz. Omer'e: ”kardeşim bizi duadan unutma” dedi. Hem de Veysel-Karani'nin kendisine dua etmesi icin Hz. Omer'e emir verdi. Yalnız peygamberi veya herhangi bir zatı bağımsız olarak tasavvur edip istiğase etmek, kufre kadar goturebilir. Buna dikkat etmek lazımdır. Yani Allah’ın sevgili kulu ve Allah’ın izniyle bu işleri yapıyor diye bilmek ve istemek caizdir.Ehl-i sunnet alimlerine gore, vesilelikten oteye gecmemek şartıyla, tevessul etmek caizdir.

Tevessulu tamamen haram sayanlar, haricîler ve onları taklit eden zihniyetlerdir.

Meleklerin insanları koruduğu bilgisi bizzat Kur’an’da vardır: “O insanın onunde ve ardında devamlı sûretle nobetleşerek gorevlendirilen melekler vardır. Bunlar, Allah’ın emrinden oturu, onu koruyup kollarlar”(Rad, 13/11) mealindeki ayette bu gerceğe işaret edilmiştir.

Meleklerin koruması şirk olmadığı gibi, başka mahlukların yardımları da, korumaları da şirk olmaması gerekir. Yeter ki, bunları vesilelikten, sebeplikten, yaratıcılık vasfına cıkarmayalım. Cunku, “kÂinatta Allah’tan başka hakikî muessirin olmadığı” gerceği, imanımızın gereğidir.


Dinde vasıta, vesile var mıdır?

Hikmet; hayatta ve başarıda vazgecilmez unsurlardan biri olduğu gibi, butun varlıkların sevk ve idaresinde de bir maya ve onemli bir kanundur.

İnsanlar; varlıklarını ve başarılarını, bu hikmet denen kaide ve kurala, riayet ve itibarla paralel olarak elde ederler ve koruyabilirler.

Hikmet: Yaratıcı ve yaratılanlar arasında; sebebi, vesileyi ve vasıtayı zorunlu kılmaktadır.

Zira yaratıcının izzet ve buyukluğu, kendisi ile varlıklar arasındaki munasebet ve denge, hikmetle ilgilidir. Ayrıca varlıkların, yaratıcısına delil ve burhan olması ve onların bir kitap gibi ehil insanlarca mutalaa edilip araştırılması ve en onemlisi de, insanların kendilerinin imtihan ve test edilerek dunyada ve ahirette başarılarının esası, temeli ve alt yapısı; hikmettir ve hikmetle ciddi munasebettir.

Hikmetin nasip olduğu insanlar ise, varlıkların en şereflisi ve kıymetlisidir.

Bu esasa binaen varlıklar, eşya ve insan ile, yaratıcı arasındaki munasebet olgusunun genel adı, hikmettir.

Cansızlar ve canlılar arasındaki irtibatlar,

Yaratılma ve yaratma arasındaki perdeler,

Hastalık ve afiyet arasındaki sebepler,

Kulluk ve ona bağlı neticeler,

Tebligat ve hidayet arasındaki ilişkiler,

Ziraat, ticaret, sanat ve ibadetlerin, neticeleri ile munasebetlerinde hikmet esas olup, onun gereği olan sebepler, vesileler ve vasıtalar, işin mahiyeti icabı olacaktır ve vardır.

Burada vasıtaların olması, hikmet acısından kudret ve izzeti ilahiyece luzumlu olmakla beraber, Cenab-ı Hakk’ın birliği ve celali de, bu vasıtaları muessiriyetten azletmektedir. Sadece ve sadece vesile olarak kalmasını, hikmet icap ettirmektedir.

Demek ki vasıtalar, Allah’ın hakim ismi iktizasınca yaratılışın bir esasıdır.

İşte bu manadaki vasıtalar; mahiyeti icabı dinimizde de vardır ve gereklidir.

Mesela: Hidayetin vasıtası, peygamberlerdir.

Allah’ın peygamberlerine emirlerinin vasıtaları, meleklerdir.

Kelam-ı ezelinin vasıtaları, kitaplar ve suhuflardır.

Tecelliyatın ve tezahuratın vasıtaları, mucizeler ve sanatlardır.

Affın ve mukafatın vasıtası, ikramlar ve cennettir.

Kahrın ve cezanın vasıtası, hadler ve cehennemdir.

Ubudiyetin ve kulluğun vasıtası, ibadetlerdir.

Allah’a yaklaşmanın vasıtası ise, marifet ve takvadır.

O halde; vasıtanın olmadığı hicbir yer, durum ve zaman yoktur.

Vasıtasız olan şeylerin idraki, anlaşılması ve munasebetleri bilinmez.

Buraya kadar anlattıklarımızda onemli olan nokta şudur: Bu vasıtaların; sadece vesileden ileri gecmemesi, şeffaf ve nezih olması, hakikatleri perdelememesi ve ortmemesi, ozellikle de, kul ile Allah arasındaki munasebete kuvvet vermesi ve kesmemesidir.

Hakikatler ile, muhatapları arasındaki, hikmet icabı olan vasıtalar; kesif olup irtibatı keser ise, o zaman hikmet ortadan kalkar ve mahsurlar meydana gelir. O vasıta, vasıta olma ozelliğini kaybeder.

Mesela; bir matematik kitabı ile, talebelerin arasına oğretmenlerin girmesi, talebe ile kitabı kaynaştırır. Muhabbeti artırır. İlme de kuvvet verir. Oğretmenler bu anlamda vasıta olarak bir yekun teşkil etmektedirler.

SanatkÂrlar; sanatlarla cıraklar arasında, maharetin intikalinde vasıtadırlar. Aksi halde sanatların ve maharetlerin nesli kesilir ve guduk kalır.

Aynen oyle de; maneviyat buyukleri de Allah ile kul arasında, kulun rabbi ile munasebetini teminde ve muhafazasında şeffaf vasıtadırlar. Bunların aradan cekilmesi kul ile Allah munasebetini bozar ve irtibatı keser.

Ancak, vasıta olmak da kolay bir şey değildir. Bu işe ehil olmak ve erbabı olmak meselenin onemli noktasıdır.

Yani matematik kitabı ile oğrenci arasına vasıta olarak, oğretmen girmelidir. Ancak bu, muzik oğretmeni olursa, o işten hayır gelmez.

Hasta ile hastalık arasına hikmet icabı şeffaf vasıta olan doktor girmelidir. Ancak, doktor yerine muhendis girer ise, olum meleğine hizmetten başka bir şeye yaramaz.

Nasıl ki goz ile eşya arasına, gozlukler giriyor. Kulak ile seslerin arasına duyma cihazları giriyor. Ve bunlar vasıta olarak, gozleri ve kulakları avam olanların, daha iyi gormesini ve işitmesini temin ediyor ise;

Aynen oylede, aklı ve kalbi avam olanların, hakikatlerle aralarına vasıflı ve ehil insanların girmeleri onların marifetlerini ve faziletlerini artırır ve inkişaf ettirir. Manevi hayatlar nizam ve intizam altına girer. Cunku avam-ı nas cıplak hakikatleri goremezler ve idrak edemezler. Ancak vasıtalarla hakikatleri algılayabilirler

Kur’an-ı Kerim’deki teşbihler, temsiller ve alışıla gelmiş misaller ve ornekler; insanlar ile, zorlanacakları hakikatler arasında bir ceşit numaralı gozluk ve durbun gibi kutsi ve şeffaf vasıtalardır.

Buna binaen vasıtayı inkar; hikmeti, yardımı, faydayı, nizamı, iyiliği ve maslahatı inkar ve yalanlama demektir. Fıtrata ve hakikate zıt bir davranıştır.

Fakat her şeyin istisnası ve su-i istimali olduğu gibi; vasıtalar da zamanla deforme olmuş, yanlış kullanılmış ve cirkin ornekleri maalesef zamanımıza kadar gelmiştir. Bunların duzeltilmesi ve nizama sokulması veya tadil edilmesi icab ederken vasıtalık muessesesini toptan ve kotken yıpratmak ve inkÂr etmek vicdana sığmaz.

Islahı mumkun iken, ifnasını tercih etmek azim bir hata olur.

Demek ki vasıtalık; şeffaf cam gibi, hakikatle irtibatı sağlayan, munasebetleri nizam ve intizam altına alan bir tensib-i İlahî’dir.

Her yerde olduğu gibi, dinimizde de vasıta vardır ve olacaktır. Ancak ruhbanlık tarzında kesif olan; ilgiyi, alakayı ve hurmeti sadece kendine hasredip, hakikatler ve Cenab-ı Hak’la munasebeti kıracak ve kesecek tarzda olan vasıtalar, bir nevi gizli şirktir. Bu anlamda vasıta, fıtratta ve yaratılışta olmadığı gibi, dinimizde de yoktur ve olamaz.

İşte vasıtalara yukarıdaki değerlendirmeler acısından bakmak, bizleri hem fikir hem de muamelat acısından ifrat ve tefritten korur, butun duygu ve duşuncelerimizi sırat-ı mustakim olan orta yola ceker, hayata istikamet, huzur ve saadet verir.

netten alıntı