Seyh Nazim Kıbrısi Kimdir ,Seyh Nazim Kıbrısi Hayatı
Seyh Nazim Kıbrısi Kıbrıs’ın Larnaka şehrinde 21 Nisan 1922 (26 Şaban 1340) Cuma gunu doğdu. Soyu, baba tarafından, Kadiri tarikatı kurucusu Abdulkadir Geylani Hazretlerine, anne tarafından ise Mevlevi tarikatı kurucusu Mevlana Celaleddin Rumi Hazretlerine dayanır. Baba tarafından dedelerinin soyu Peygamber ailesine dayanır.
Cocukluğunda Kadiri tarikatı şeyhi olan dedesinden bu tarikatın disiplin ve maneviyatını oğrendi. Daha kucukken olağanustu ozellikleri vardı. Tavırları mukemmeldi: kimseyle kavga etmez ve tartışmazdı. Her zaman gulumser ve cok sabırlı idi.
Bir genc olarak, olağanustu yuksek manevi mertebesi sayesinde buyuk ilgi goruyordu. Larnaka’da herkes onu tanıyordu, cunku genc yaşta insanlara fikir veriyor ve gelecek hakkında konuşabiliyordu. Beş yaşından itibaren annesinin onu bulamadığı zamanlar oluyordu. Uzun aramalardan sonra annesi onu ya camide ya da Hala Sultan Tekkesi’nde (Peygamberimizin sut halası) bulurdu. Turbenin uzerinde havada asılı duran buyuk taş, oraya bir cok turist cekmektedir. Annesi onu eve goturmeye calıştığında; “Beni burada bırak, o bizim ceddimizdendir.” derdi. Sık sık, 14 yuzyıl once gomulen Hala Sultan ile konuştuğu gorulurdu. Biri onu rahatsız ederse; “Bırakın, burada gomulu olan buyuk annemle konuşuyorum.” derdi.
Gunduz dunya ilmini oğrenmek icin normal okula gidiyor, geceleri ise vaktini din ilimlerini ve Mevlevi ve Kadiri tarikatını oğrenmekle geciriyordu.
Şeriat, Hadis, Fıkıh ve Tefsir oğreniyor butun İslami konularda fetva verebiliyor, butun manevi mertebelerden konuşabiliyordu. Zor hakikatleri acık ve kolay şekilde anlatma kabiliyeti vardı.
Kıbrıs’ta liseyi bitirdikten sonra (1940- Hicri 1359) iki ağabeyi ve bir kız kardeşinin yaşadığı İstanbul’a gitti. Beyazıt’ta bulunan İstanbul Universitesi’nde Kimya Muhendisliği okudu. Aynı zamanda şeyhi Cemaleddin el-Alasuni (vefatı: 1955-Hicri 1375) ile hem şeriat ilminde ilerliyor, hem de Arapca lisanı oğreniyordu. Kimya Muhendisliğinde de cok iyi gidiyor ve arkadaşlarını hep geride bırakıyordu. Universite hocaları onu araştırma yapmaya teşvik ediyor ama o; “Modern ilim beni cezbetmiyor, kalbim hep manevi ilimlere cekiliyor” diyordu.
İstanbul’da bulunduğu ilk sene icerisinde ilk manevi şeyhi olan Nakşibendi tarikatı şeyhi Suleyman Erzurumi hazretlerini (vefatı: 1948) buldu. Universiteye devam ederken aynı zamanda şeyhinin sohbetlerine de devam edip Nakşibendi tarikatını oğreniyordu.
Sultanahmet camisinde, butun geceyi tefekkurle gecirdiği sık sık gorulurdu. Kendisi şoyle anlatıyor:
“Orada, kalbime rahmet ve selamet geliyordu. Sabah namazlarını o camide, şeyhlerim Şeyh Cemaleddin el-Alasuni ve Şeyh Suleyman Erzurumi ile beraber kılıyordum. Beni eğitiyor ve kalbime manevi ilim yerleştiriyorlardı. O zamanlar beni Şam’ın mubarek topraklarına cağıran bir cok ruya gordum fakat henuz şeyhimden izin yoktu. Bir cok kez ruyalarımda Peygamber Efendimizi beni huzuruna cağırırken gordum. Kalbimde her şeyi bırakıp Peygamberimizin mubarek şehrine goc etmek icin derin bir arzu vardı.
Bir gun, kalbimdeki bu hasret cok yoğun olduğu bir zaman, Şeyhim Suleyman Erzurumi Hazretlerini gorduğum bir zuhurat hasıl oldu. Gelip beni omzumdan salladı ve bana: “İznin şimdi geldi. Senin sırların ve manevi eğitimin benimle değil. Ben seni sadece emanet olarak tuttum ta ki senin gercek şeyhin olan Abdullah Dağıstani Hazretlerine (ki benim de şeyhimdir) hazır olana kadar. O senin anahtarlarını tutuyor. Git onu Şam’da bul. Bu izin sana benden ve Peygamberimizden geliyor (Şeyh Suleyman Erzurumi, Nakşibendi tarikatının 313 buyuk evliyasından biri idi).”
Zuhurat bitmişti ve ben Şam’a gitme iznini almıştım. Bu olayı soylemek icin şeyhimi aradım. Onu yaklaşık iki saat sonra camiye gelirken buldum. Yanına koştum, bana kollarını acıp: “Oğlum, zuhurattan memnun musun?” dedi. Olan biten her şeyden haberdar olduğunu anladım. Bana: “Bekleme, hemen Şam’a doğru yola cık.” dedi. Adres veya başka bilgi vermemişti, sadece Şam’da Şeyh Abdullah Dağıstani demişti. İstanbul’dan Halep’e trenle gittim. Oradan Şam’a gecmeye calıştım ama mumkun değildi. Şam’ı işgal eden Fransızlar İngilizlerin hucumuna hazırlanıyordu. Ben de Peygamberimizin sahabesi Halid bin Velid’in turbesinin bulunduğu Humus’a gittim. Turbeyi ziyaret edip camiye girdim ve namaz kıldım. Sonra yanıma bir kişi geldi ve bana şoyle dedi: “Akşam ruyamda Peygamberimizi gordum; bana ‘Torunlarımdan biri yarın buraya geliyor, onunla ilgilen’ dedi. Sonra bana senin nasıl olduğunu gosterdi. O kişinin sen olduğunu goruyorum.”
“Dediğinden o kadar etkilendim ki davetini kabul ettim. Bana caminin yanında bir oda verdi. Orada bir yıl boyunca kaldım. Namaz kılmak ve Humus’lu iki buyuk alimin meclislerinde bulunmak dışında odamdan cıkmıyordum. Bu alimler tecvid, tefsir, hadis ilmi ve fıkıh oğretiyorlardı. İsimleri Şeyh Muhammed Ali Uyun ed-Sud ve Humus muftusu Şeyh Abdulaziz Uyun es-Sud idi. Aynı zamanda, iki nakşibedi şeyhinden de manevi eğitim alıyordum. Bunlar Şeyh Abdulcelil Murad ve Şeyh Said es-Subai idi. Şam’a gitmek icin can atıyordum. Savaşın yoğunluğu yuzunden, once Trablus’a oradan Beyrut’a, Beyrut’tan da Şam’a daha guvenli bir şekilde gitmeye karar verdim.”
1944 yılında (Hicri 1364) Şeyh Nazım otobusle Trablus’a gitti. Otobus onu limanda bıraktı. Orada bir yabancı idi ve kimseyi tanımıyordu. Limanda dolaşırken yolun diğer tarafından kendine doğru gelen birini gordu. Bu kişi Trablus muftusu Şeyh Munir el Melik idi. Aynı zamanda, şehirdeki butun tarikatların şeyhiydi. Yaklaştı ve şoyle dedi: “Sen Şeyh Nazım mısın? Ruyamda Peygamberimizi gordum, bana ‘Torunlarımdan biri Trablus’a geliyor’ dedi ve senin gorunuşunu bana gosterdi. Bu bolgede seni aramamı ve seninle ilgilenmemi soyledi.”
Şeyh Nazım şoyle devam ediyor: “Şeyh Munir el Melik ile bir ay kaldım. Sonra Humus’a gitmemi ve oradan da Şam’a gecmemi sağladı. Şam’a 1945’te (Hicri 1365) bir Cuma gunu Hicri yılbaşında vasıl oldum. Şeyh Abdullah’ın, Peygamber ailesinden bir cok kişinin ve Bilal Habeşi Hazretlerinin turbesinin bulunduğu Hayy el-Meydan bolgesinde yaşadığını biliyordum ve oraya gittim.
“Şeyhin evinin hangisi olduğunu bilmiyordum. O anda sokakta dururken bir zuhurat hasıl oldu. Şeyh evinden cıkıp beni iceriye cağırıyordu. Zuhurat bittiğinde sokakta kimseyi goremiyordum. Fransız ve İngiliz bombardımanlarından dolayı etraf bomboştu. Herkes korkuyor ve evinde saklanıyordu. Sokakta yalnızdım. Şeyhin evinin hangisi olduğunu bulmak icin kalbime bakıyordum. Sonra bir zuhurat daha oldu ve ozel kapısı olan ozel bir ev gordum. Zuhurat bittiğinde, o kapıyı bulana kadar aradım. Kapıyı calmak icin yaklaştığımda Şeyh kapıyı actı ve ‘Hoşgeldin, oğlum, Nazım Efendi’ dedi.forumdas.org
“Olağan dışı gorunuşu beni hemen cezbetmişti. Daha once hic boyle bir şeyh gormemiştim. Yuzunden ve alnından nur akıyordu. Kalbinden ve gulumseyen yuzunden sıcaklık geliyordu. Beni yukarıya, odasına cıkardı ve ‘Seni bekliyorduk’ dedi.
“Kalbim onunla olmaktan cok mutluydu fakat Peygamber Efendimizin şehrini ziyaret etmeyi de cok istiyordum. Ona ‘Ne yapacağım?’ diye sordum. ‘Cevabını yarın vereceğim. Şimdilik dinlen’ dedi. Bana akşam yemeği ikram etti. Yatsı namazını onunla kıldım ve uyudum. Sabaha karşı beni teheccud namazı icin uyandırdı. Daha once hic bu namazdaki kadar guc hissetmemiştim. Kendimi ilahi huzurda hissettim. Kalbim giderek ona daha fazla bağlanıyordu.
“Sonra bir zuhurat hasıl oldu ve namaz kıldığımız yerden gokyuzunun Kabe’si olan Beyt-ul Ma’mur’a merdivenle tırmandığımı gordum. Her adım bir makam idi ve her makamda kalbime daha once hic bilmediğim ve duymadığım bilgiler geliyordu. Beyt-ul Ma’mur’a varıncaya kadar kelimeler ve cumleler muhteşem bir şekilde bir araya geliyor ve yukseldiğim her makamda kalbime veriliyordu. Orada, Peygamber Efendimizin imam olduğu, namaza durmuş 124 000 peygamberi gordum. Onların arkasında safa durmuş Peygamberimizin 124 000 sahabesini gordum. Onların da arkasında, Nakşibendi tarikatının 7007 evliyasını gordum. Sonra diğer tarikatların 124 000 evliyasını saflar halinde namaza durmuş olarak gordum.
“Hazreti Ebu Bekir’in hemen sağ yanında iki kişilik boş yer kalmıştı. Buyuk Şeyh Efendi, o boş yere gitti, beni de oraya cekti ve sabah namazını beraber kıldık. Bu namazın tatlılığını daha once hic yaşamamıştım. Peygamber Efendimiz namazı kıldırırken kıratının guzelliği tarif edilemezdi. Hic bir kelime tarif edemezdi cunku bu ilahi bir şeydi. Namaz bitince zuhurat da sona erdi ve Şeyhim benden sabah namazı icin ezan okumamı istedi.
“Sabah namazını kıldı, ben de arkasında kıldım. Dışarıda iki ordunun da bombardımanlarını duyuyordum. Beni Nakşibendi tarikatına suluk etti ve bana ‘Oğlum, bizde muridimizi bir saniyede kendi makamına ulaştıracak kuvvet vardır’ dedi. Bunu soyler soylemez gozleriyle kalbime baktı ve gozlerinin rengi sarıdan kırmızıya, sonra beyaza, sonra yeşile ve siyaha dondu. Her renge ait bilgi kalbime aktıkca gozlerinin rengi değişiyordu.
“İlk renk sarı idi ve kalp haliyle alakalı idi. İnsanların gunluk hayatlarıyla ilgili gerekli butun bilgileri kalbime doktu. Sonra Hazreti Ali’den gelen 40 tarikatın ilminden, Sır Makamından, kalbime verdi ve kendimi bu tarikatlarda ustad olarak buldum. Bu bilgileri aktarırken gozleri kırmızı idi. Sırrın Sırrı denilen ucuncu makam, sadece, Hazreti Ebu Bekir’den gelen Nakşibendi tarikatının şeyhlerine izin verilen makamdı. Bu makamdan kalbime verirken gozleri beyaz idi. Sonra beni gizli manevi bilgilerin olduğu Gizli Makama cıkardı. O anda gozleri yeşile donmuştu. Daha sonra beni hic bir şeyin gorunmediği en gizli makam olan Tam Yok Olma makamına goturdu. Bu arada gozlerinin rengi siyaha donmuştu. Burada beni Allah’ın huzuruna cıkardı sonra geri varlığa getirdi.
“Ona olan muhabbetim o anda o kadar yoğundu ki ondan ayrı kalmayı duşunemiyordum. Sonsuza kadar onunla beraber kalıp ona hizmet etmekten başka hic bir şey istemiyordum. Sonra fırtına geldi ve sukuneti tehdit etti. İmtihan cok buyuktu. Bana, ‘Oğlum, halkının sana ihtiyacı var. Şimdilik sana yeterli olanı verdim. Bugun Kıbrıs’a git’ dediği an umitsizliğe duşmuştum. Ona ulaşmak icin bir bucuk sene gecirmiştim. Onunla bir gece kaldım. Şimdi bana, beş yıldır gormediğim Kıbrıs’a geri gitmemi emrediyordu. Bu benim icin muthiş bir emir idi fakat, tarikatta, murit şeyhinin arzusuna teslim olmalı idi.
“Ellerini ve ayaklarını opup izin aldıktan sonra Kıbrıs’a gitmek icin bir yol bulmaya calıştım. İkinci Dunya Savaşı sona yaklaşıyordu. Ulaşım yoktu. Sokakta bu duşuncelerle ilerlerken yanıma bir kişi geldi ve “Şeyh Efendi, vasıtaya ihtiyacınız var mı? diye sordu. ‘Evet! Nereye gidiyorsunuz?’ dedim. ‘Trablus’a’ dedi. Beni tırına bindirdi ve iki gun sonra Trablus’a vardık. Oraya gelince, ‘Beni limana gotur’ dedim. ‘Niye?’ dedi. ‘Kıbrıs’a giden bir gemi bulmak icin’ dedim. ‘Nasıl? Bu buyuk savaşta kimse denizde seyahat etmiyor ki!’ dedi. ‘Boşver, sen beni oraya gotur’ dedim. Beni limana goturup bıraktı. Şeyh Munir el Malik’in bana doğru geldiğini gorunce yine şaşırdım. Bana şunları soyledi “Buyuk dedenin sana karşı nasıl bir sevgisi varmış!Peygamber Efendimiz yine ruyamda bana gelip ‘Oğlum Nazım geliyor, onunla ilgilen” dedi.”
“Onunla uc gun kaldım. Kıbrıs’a gitmem icin bana yardım etmesini istedim. Denedi ama savaş ve yakıt eksikliği yuzunden mumkun olmuyordu. Kayıktan başka hic bir şey bulamadı. Bana, ‘Gidebilirsin ama cok tehlikeli’ dedi. ‘Gitmeliyim, cunku bu, şeyhimin emridir’ dedim. Şeyh Munir, kayık sahibine beni Kıbrıs’a goturmesi icin cok yuklu para verdi. Yola koyulduk. Normalde dort saatte gidilen yolu yedi gunde aldık.
“Kıbrıs’a adımımı atar atmaz kalbimde bir zuhurat hasıl oldu. Şeyhim Abdullah Dağıstani Hazretlerini gordum, bana şoyle dedi: ‘Oğlum, hicbir şey seni, emirlerimi yerine getirmekten alıkoymadı. Dinleyip kabul etmekte cok başarılı oldun. Bu andan itibaren sana her zaman goruneceğim. Ne zaman kalbini bana doğrultsan ben orada olacağım. Ne zaman bir soru sorsan İlahi Huzurdan doğrudan cevabını alacaksın.Ulaşmak istediğin herhangi manevi makam, tam teslimiyetin sayesinde sana verilecektir. Peygamber Efendimiz ve butun evliyalar senden memnundur’. Bunu soyler soylemez onu yanımda hissettim ve o zamandan beri, beni hic terk etmedi, her zaman yanımdadır.
Şeyh Nazım, Kıbrıs’ta İslami eğitimi ve manevi terbiyeyi yaymaya başladı. Bir cok insan gelip Nakşibendi tarikatını kabul etti. Maalesef bu zaman, dinin Turkiye’de kısıtlandığı bir zamandı ve Şeyh Nazım Kıbrıs Turk toplumunda yaşadığı icin orada da dini ibadetler kısıtlanmıştı. Ezanı Arapca okumak yasaktı.
Doğduğu yere gittiğinde yaptığı ilk şey camiye gidip Arapca ezan okumak oldu. Hemen tutuklanıp bir hafta hapis yatmak zorunda kaldı. Serbest kalır kalmaz Lefkoşa buyuk camisine gidip minaresinde ezan okudu. Bu olay, resmi makamları cok kızdırdı ve aleyhine dava actılar. Mahkemeyi beklerken butun Lefkoşa ve yakın koyleri dolaşıp minarelerden ezan okudu. Neticede, aleyhine toplam 114 dava acıldı. Avukatlar, ezan okumaktan vazgecmesini tavsiye etti fakat o, “Yapamam, insanların ezanı duyması lazım.” diyordu.
Davaların okunma gunu gelmişti. Eğer yargılanır ve suclu bulunursa 100 yıl uzerinde hapisle cezalandırılacaktı. Aynı gun, Turkiye’den secim sonucları geldi: Adnan Menderes yeni başbakan secilmişti. Başkan olarak ilk işi butun camileri acıp arapca ezan okunmasına izin vermek oldu. Bu, Buyuk Şeyh Efendinin bir kerameti olmuş ve Şeyh Nazım bu sayede serbest bırakılmıştı.
Oradaki yılları esnasında, Şeyh Nazım, Kıbrıs’ın her yerini dolaştı ve Lubnan, Mısır, Suudi Arabistan ve daha bircok yeri ziyaret edip tarikatı oğretti. 1952 yılında Şam’a yerleşip buyuk Şeyh Efendinin muridlerinden Hacı Emine Hanım ile evlendi. Bundan sonra Şam’da yaşayıp her sene Recep, Şaban ve Ramazan aylarında ailesi ile beraber Kıbrıs’ı ziyarete gidiyordu. Bu arada iki kızı ve iki oğlu olmuştu.
Halen Kıbrıs'ın Lefke ilinde Dergahında hizmetine devam etmektedir. Dunyanın her yerinden muridleri ziyarete gelmekte, kendisini gormekle şereflenmektedir.
alıntı
Seyh Nazim Kıbrısi Kimdir - Seyh Nazim Kıbrısi Hayatı
Dini Bilgiler0 Mesaj
●25 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Seyh Nazim Kıbrısi Kimdir - Seyh Nazim Kıbrısi Hayatı
-
13-09-2019, 07:29:12