Kur'an-ı Kerim Peygamberimize Nasıl İndirilmiştir?

Biliyorsunuz, bir zamanlar, butun dunya insanı gibi Mekke halkı da cehaletin zifiri karanlığında, gaflet uykusuna dalmıştı. KÂbe’nin icini dışını 360 kadar cansız putla doldurmuş; o putlara tapıyor, onlardan medet umuyorlardı. İc dunyalarında şefkat, sadakat, fedakÂrlık gibi hicbir erdem yoktu ve zulum her yerde kol geziyordu. Gonlu boş, kafası boş, gece ve gunduzu boş insanlardı. Nereden geldiklerini, dunyadaki gorevlerinin ne olduğunu ve nereye gideceklerini bilmeyen zavallı yığınlardı.

İşte boyle bir zamanda CenÂb-ı Hakkın rahmeti tecelli etti. Âlemlere rahmet olarak gonderilen Peygamber Efendimize (a.s.m.) bir Ramazan gunu Hira Dağında Cebrail (a.s.) geldi ve vahiy sureci başladı. İnsanlığın buyuk bir kısmı onunla aydınlandı, gaflet perdeleri yırtıldı. Her turlu put, gonul dunyalarında paramparca oldu. Buyuk insanlık olan İslÂmiyet’le Cennet evine girdiler. Kederleri bitti, yerine iki dunyalı bir huzur ve mutluluk geldi.

Evet, Peygamber Efendimiz Hira’daki Nur Mağarasında kulluk şerbetini doyasıya icerken, insanlığın bu kara cehaleti kendisini fevkalÂde uzuyordu. Belki kurtuluş yollarını duşunuyor, dualar ediyordu. Tam o esnada Cebrail (a.s.) buyurdu ve “Oku” dedi. Titrek bir sesle, “Ben okumak bilmem” dedi Peygamber Efendimiz. Melek onu kucaklayıp takati kesilinceye kadar sıktı ve aynı tatlı sesle, “Oku!” dedi. Yine “Ben okumak bilmem.” diye cevap verdi. Melek aynı şekilde onu tepeden aşağıya tekrar sıktıktan sonra “Oku!” dedi. Ucuncu defasında “Ne okuyayım?” deyince, melek, “Yaradan olan Rabbinin adına oku…” dedi ve İkra Sûresinin ilk beş ayetini vahyetti. Efendimiz de o ayetleri tekrarladı.

Peygamber Efendimiz bu olayı şoyle anlatıyor:

“O dondu gitti. Ben uykudan uyanır gibi oldum. Sanki kalbime bir kitap yazılmıştı. Mağaradan cıkıp dağın ortasına geldiğim zaman gokten şoyle bir ses geldi:

“YÂ Muhammed, sen Allah’ın Resulusun, ben Cebrail’im…”

Boylece Kur’Ân’ın ilk beş ayeti inmiş oldu. Orada “İkra!” yani “Oku!” diyordu. “KÂinat kitabını Rabbinin adına satır satır oku! İcindeki olayları Onun adına tahlil et! MÂnÂlarını oğren!” buyuruyordu.

“İkra!” aynı zamanda “Topla!” mÂnÂsına da gelir. Yani, İnsanlar Allah’ın mulkunu putlara dağıttılar. Sahte guc odaklarına taksim ettiler. Sen Allah’tan başka hicbir ilÂh yoktur, diyerek, “Yaradan Rabbinin adına topla”, onları Rabbine ver.

Artık 23 yıl surecek olan vahiy suresi boylece başlamış oldu ve bu zaman zarfında Kur’Ân-ı Kerim ayet ayet tamamlandı.

Ayetler ilk inmeye başladığında, Peygamber Efendimizden yakın cevresini, aşiretini uyarması isteniyordu. Sonra tebliğ dalga dalga dunyaya yayıldı.

Peygamber Efendimize (a.s.m.) vahiy nasıl geliyordu? Vahyin iniş anında Peygamberimizin hal ve hareketleri nasıldı?

Vahiy, “CenÂb-ı Hakkın Peygambere şer’î bir hukmu bildirmesidir ve onun kalbine ilkÂsıdır.” şeklinde tarif edilir. Vahiy sesle olduğu gibi, sozle, işaretle, remizle ve yazıyla da olur.

Şuar Sûresinde “O Âlemlerin Rabbinin indirmesidir, sakındırıcılardan olasın diye Ruhu’l-Emin onu senin kalbine acık bir Arapca dil ile indirmiştir.” buyuruluyor. Bu ayetten anlıyoruz ki, vahiy, Cebrail (a.s.) vasıtasıyla doğrudan doğruya Peygamber Efendimizin kalbine indirilmiştir. Peygamber Efendimiz bazen onun sesini işitir, bazen de insan suretine burunmuş vaziyette onunla goruşur, vahyi ondan alırdı.

Şur Sûresinde ise vahyin keyfiyeti hakkında şoyle buyruluyor: “Vahiy ile veya perde arkasından, yahut elci gonderip ona kendi izniyle dilediği şeyi vahyetmesinden başka bir suretle Allah’ın konuşması hicbir insana muyesser olmaz. Yuce olan Hakîm Odur.”

İmam-ı Buharî de, Hz. Aişe’den vahyin keyfiyeti hakkında şu hadis-i şerifi rivayet ediyor:

“HÂris: ‘Ya Resulallah, sana vahiy nasıl geliyor?’ diye sordu. Resulullah da buyurdu ki: ‘Bazen bana cıngırak sesi gibi gelir ki, bana en ağır geleni de budur. Benden o hÂl zÂil olur olmaz Meleğin bana soylediğini iyice bellemiş olurum. Bazen Melek bana bir insan olarak temessul eder. Benimle konuşur. Ben de soylediğini bellerim.’ Aişe der ki: Soğuğu pek şiddetli bir gunde kendisine vahiy nÂzil olurken gormuşluğum vardır: Kendisinden, o hÂl gectiği vakit şakaklarından ter akardı.”

Ceşitli ayet ve hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki, vahyin 6-7 mertebesi ve şekli vardır.

a. SÂdık ruya şeklinde… Peygamber Efendimiz ruyalarını bir sabah aydınlığı kadar Âşikar gorurdu.

b. Uyanıkken Melek gorunmeksizin Peygamber Efendimizin kalbine ilka edilmesi şeklinde…

c. Meleğin bir insan suretinde temessul etmesi şeklinde…

d. Meleğin bir can sesi gibi hitap etmesi şeklinde…

e. Meleğin asıl suretinde gorunmesi şeklinde… Efendimiz Cebrail’i vahyin ilk başlangıcında ve Miracta olmak uzere iki defa boyle gormuştu.

f. CenÂb-ı Hakkın Mirac gecesinde Peygamber Efendimize doğrudan vahyetmesi şeklinde... Beş vakit namaz ve Bakara Sûresinin son ayetleri boyle vahyolundu.
kuran-ı kerim nasıl indirilmiştir


KurÂnın 23 senede indirilmesiyle ve ayetlerinin iniş sebepleri neyi ifade eder?

KurÂn, Kadir Gecesi dunya semasına toptan indirildi. Sonra oradan yirmi kusur senede Peygamberimize indirildi. Bunun hikmeti FurkÂn ve İsr Sûrelerinde şoyle anlatılıyor:

“İnkÂr edenler derler ki, KurÂn neden toptan indirilmedi? Biz ise KurÂnı, kalbini sağlamlaştırmak icin boyle indiririz. Ve onu sana tertil uzere okuttuk. Onların sana karşı soyledikleri bir mesel yoktur ki, biz sana Hak ile daha iyisini getirmeyelim, onu daha guzel izah ve tefsir etmeyelim?

“KurÂnı bolum bolum gonderdik ki, onu insanlara azar azar okuyasın. Biz onu kısım kısım indirmiş bulunuyoruz.

Demek, ayetlerin indirilişinden maksat, onları azar azar okuyup kalbe yerleştirmek, kalbi sağlamlaştırmaktır. Nasıl ki biz, omur boyu yenilecek yemeği bir defada yiyemeyiz. Oğun oğun, lokma lokma yeriz ve vucudumuzu ihtiyac duydukca besleriz. Bu ayetlerden de oyle anlaşılıyor ki, onları peyderpey okumalı, kalbe yerleştire yerleştire sindirmeliyiz ve yaşantımızı onların hakikatleriyle beslemeliyiz. Herhalde KurÂnî bir toplum inşasının metodu bu olsa gerek. İhtiyaclara gore KurÂndan ayetler alıp peyderpey hayatımızı şekillendirmeliyiz.

Ayetlerin iniş sureci icerisinde Sahabeler nasıl bir tavır sergiliyordu? Yaklaşım tarzları ve uygulamaları nasıldı?

Sahabeler, bir ayet indi mi, hemen onu ezberleyip kalplerine yerleştirme gayretine girerdi. O ayet nasıl yaşanacaksa Peygamber Efendimizden oğrenir ve yaşarlardı.

Mesel Hz. Omer (r.a.) bir Sahabeyle anlaşmıştı. Bir gun kendisi Peygamber Efendimizin yanında kalıyor, arkadaşı tarlaya calışmaya gidiyor. Diğer gun kendisi tarlaya gidiyor, arkadaşı Peygamber Efendimizin yanında kalıyordu. Boylece ondan oğrendiklerini akşama birbirlerine anlatıyor, inen hicbir ayet ve acıklamasını kacırmamış oluyorlardı.

KurÂnın indirilmesi surecinde karşıt fikirlilerin olumlu veya olumsuz tavırları nasıldı?


Elbette buyuk mucadeleler oldu. Mekke donemindeki işkenceler, Medine donemindeki Bedir, Uhut, Hendek savaşları bunun bir yansımasıdır. Batıl ve kotu de olsa bazı insanlar dinlerini, ahlÂklarını terk etmek istemiyordu. Hikmet-i İlÂhiyeyi tam olarak bilemeyiz. Ancak bu mucadele şiddetine gore belki iki yonlu sonuc verdi. Birincisi, Sahabeler, bir ekin gibi bundan beslenip buyudu, yetişip olgunlaştı. İkincisi, insanların dikkatini cekmeye vesile oldu ve İslÂm dini hızla yayıldı.

KurÂn, mushaf haline getirilmeden once nasıl muhafaza ediliyordu?


KurÂn-ı Kerim gokten inen kitaplar icinde aslı korunmuş yegane Allah kitabıdır. İlk indiği şekilde nesilden nesile gecmiş, bir kelime cıkarılmadan ve bir kelime ilave edilmeden bize kadar gelmiştir.

KurÂn Âyetleri indikce vahiy katipleri tarafından yazılırdı ve sonra ezberlenirdi. Peygamber Efendimiz vahiy kÂtiplerine, “Şu Âyeti, filan sûrenin, filan ayetinin yanına yazın! diye emir buyururdu ve kÂtipler de ait oldukları yerlere onları yazarlardı. Bazı sahih hadis kitapları Hz. Osmandan şunu naklediyorlar: “Resul-i Ekrem muhtelif sûrelerden birine ait bir ayet nazil olunca vahiy kÂtiplerini cağırır, bu ayetleri, şu veya şu ayetleri havi olan sûreye yazın! derdi. Bu yazılan ayetler Sahabelerin ellerinde dolaşır, okunup ezberlenirdi. Ancak hepsi bir arada mushaf hÂlinde, bir cilt şeklinde değildi.

Kuran mushaf haline nasıl getirildi?


KurÂn ayetleri Hz. Ebubekirin halifeliği zamanında bir araya toplandı ve bir cilt hÂline getirildi. Sahabelerin ellerinde bulunan ayetler, sayfalar toplandı. Onları getiren sahabelerden, o ayetlerin Peygamber Efendimizin huzurunda yazıldığına dair iki şahit gosterilmesi şart koşuldu. Şahit getiremeyenlerinki kabul edilmedi. Hafızların okuduğu yazılı olmayan ayetler de kabul edilmedi. Peygamberimizin kontrolu altında yazılı olan sayfalar ve ayetler toplandı ve bir cilt hÂline getirildi.

Bir rivayette şoyle gecer: “Resulullah, Hz. Aliye şoyle demiştir: YÂ Ali, KurÂn, sahifelerde, ipek ve kağıtlarda yazılı olarak benim yatağımın arkasındadır. Onu oradan alın, toplayın, Yahudiler Tevratı zayi ettikleri gibi siz de onu zayi etmeyin. Hz. Ali de gidip KurÂnı bir sarı beze topladı ve uzerini muhurledi. Bunun da, KurÂnın bir araya toplanmasında onemi buyuktu.

Toplama işinin başına Peygamberimizin hususi katibi olan Hz. Zeydi (r.a.) getirdiler. Birkac dili okuyup yazıyordu ve aynı zamanda da vahiy kÂtibiydi. Ona Hz. Ali, Hz. Omer, Hz. Osman (r. Anhum) gibi Sahabeler buyuk yardımda bulundular.

Suyûtî ve diğer eski kaynakların naklettiğine gore KurÂn-ı Kerim şu malzemeler uzerinde yazılıydı: Bez, varak, kağıt, hurma dalı, yufka taş, deri, kurek kemiği, kaburga kemiği, ağac kabuğu.

Kuranda ayetlerin sıralandırılması neye gore yapıldı? Orneğin, neden birinci ayet birinci sayfada değil?

KurÂn ayetlerinin sıralanması tevkıfîdir. Yani, yukarıda da gectiği gibi, Peygamber Efendimiz tarafından yerleri belirtilmiştir. Bu ise, iniş sırasına gore bir tertip değil. Yeryuzundeki bitki ve cicekler nasıl ki ic ice bir ahenk arz ederler, KurÂn ayetleri de oyle bir ahenge sahiptir. İrşat ve unsiyet gibi bircok hikmet acısından bu tarz, KurÂnın harikasıdır.

KurÂnın harekelendirilmesi nasıl yapıldı?

KurÂnın ilk nushaları harekesizdir. Arap olmayanlar KurÂnı yanlış okudukları icin, onlara kolaylık olsun diye Emevîler doneminde Haccac zamanında harekelendirilmiştir.

KurÂnın coğaltılma işlemi nasıl oldu?

Hz. Osman (r.a.) doneminde 12 kişilik bir heyet tarafından coğaltıldı. Sonra coğaltılan nushalar Kûfe, Şam, Basra, Mekke, Yemen ve Bahreyne gonderildi. Bir nusha da Medinede kaldı ve bu nushaya “İmam denildi.

Coğaltılma sebebi ise şoyle rivayet ediliyor: Ermeniye ve Azerbaycan fetihlerinde Iraklılarla Şamlılar arasında kıraat ihtilÂfı cıktı. Iraklılar İbn Mesuddan, Şamlılar ise Ubey ibn KÂabdan oğrendikleri uzere okuyorlardı. Her biri kendi kıraatlerinin daha sahih olduğunu iddia ettiler: Huzeyfe bin el-Yeman, Halife Hz. Osmana (r.a.) gelerek dedi ki: “Yahudi ve Hıristiyanlar gibi ihtilÂfa duşmeden once bu ummete yetiş. Cunku ihtilÂf sadece mucahitler arasında değil, hocalar da talebelerine farklı farklı oğretiyordu. İhtilÂf sadece bazı lÂfızlardaydı, ama onemliydi. Hz. Osman da Kureyş ve Ensardan 12 kişilik bir dil uzmanı toplayarak Mushafı coğalttı. İhtilÂfa duştuklerinde ise, KurÂnın asıl lehcesi olan Kureyş lehcesi esas alındı.

Kuran, Yahudi, Hıristiyan ve muşriklerin yaşadığı bir toplumda iniyor ve o zamanda yepyeni KurÂnî bir toplum teşekkul ediyordu. “Cağdaş insana KurÂnı tebliğ etme uslûbu hakkında bundan ne gibi dersler cıkarılabilir?

KurÂnın bir cok ayetinde “Ey Ehl-i Kitap der. Yahudi ve Hıristiyanlara hitap eder. Bu hitapların coğunda ilmî ve amelî meseleler konu edinilir. Bunlar bu cağda bizim rehberimiz olmalı. Gerek uslûp, gerekse muhteva bakımından o ayetlerden istifade etmemiz ve onları dikkatli okumamız lÂzım. Peygamber Efendimiz nasıl uygulamış, sahabeler nasıl tatbik etmiş, bilmemiz gerekir. Ustad Bediuzzaman bu hitabı “Ey ehl-i mekteb tarzında tefsir eder. Yani bugunku ilim dunyasını da kapladığını belirtir.