İbrahim Hakkı Erzurimi,İbrahim Hakkı Erzurimi kimdir,ibrahim hakkı erzurumi şiirleri,İbrahim Hakkı Erzurimi eserleri,İbrahim Hakkı Erzurimi hayatı,
1703 (H.1115) yılında Erzurumun Hasankale kasabasında doğdu.Anadoluda yaşayan buyuk veli ve Ă‚limlerdendir. Babası Osman Efendi de velî bir zĂ‚ttı. İbrĂ‚him Hakkı İbrĂ‚him Hakkı hazretleri kendisini kısaca şoyle anlatmaktadır:
Hicrî bin yuz on beş tarihinde bir bahar gunu, İbrĂ‚him Hakkı, Hasankale kasabasında doğdu. Bin yuz kırk senesine kadar ilim oğrenmek icin calıştı. Ârif olup dunyĂ‚yı unutarak, Allahın aşkıyla yanıp kavruldu. İşini, gucunu, malını, mulkunu her şeyini bırakarak cenĂ‚b-ı Hakka yoneldi.
İbrĂ‚him Hakkı, yedi yaşına geldiğinde annesi SeyyideHanîfe HĂ‚tunu kaybetti. Babası Osman Efendi, İbrĂ‚himi amcasına emĂ‚net etti ve tasavvufta kendisini yetiştirecek bir rehber, Ă‚lim aramak icin sefere cıktı. Kısa surede Siirtin Tillo kasabasında İsmĂ‚il Fakîrullah hazretlerinin buyukluğunu, Allah katındaki yuksekliğini anladı. Ondan ilim oğrenmek ve hizmet etmek icin geceli-gunduzlu calıştı. Dokuz yaşına basan oksuz İbrĂ‚him Hakkı, babasının hasretiyle yanıyordu. Amcası Molla Ali Efendi, İbrĂ‚him Hakkıyı alarak Tilloya babasının yanına goturdu.
İbrĂ‚him Hakkı hazretleri Tilloda babasına kavuşmasını şoyle anlattı: Ben dokuz yaşında idim. Ali amcam beni babamın yanına goturdu. Bir ikindi vaktinde Tilloya girdik. DergĂ‚ha vardığımızda, babam ile hocası namaz kılıyorlardı. İlk bakışta İsmĂ‚il Fakîrullah hazretlerinin mubĂ‚rek yuzu, bana, pederimden daha yakın geldi. O anda yuzunun cezbesi gonlumu aldı. Aklım, onun guzelliğine, duruşundaki heybete ve olgunluğa hayran kaldı. Gonlumu ona kaptırdım. Babam beni kendi odasına goturdu. Şefkat ile ilim oğretip, lutf ile terbiye etmeye başladı.
İbrĂ‚him Hakkı; babasından, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zĂ‚hirî ilimleri oğrendi. Babasının arkadaşı MollaMuhammedSıhrĂ‚nî hazretlerinden de, astronomi, matematik gibi zamĂ‚nın fen ilimlerini tahsîl etti. Allahın zĂ‚tında ve sıfatlarında mĂ‚rifet sĂ‚hibi olmak, hasta kalbine şifĂ‚ bulmak icin de İsmĂ‚il Fakîrullah hazretlerinin sohbeti ve hizmetiyle şereflendi.
İbrĂ‚him Hakkı hazretleri, Tilloya geldiği gunlerde gorduğu bir ruyĂ‚yı şoyle anlattı: RuyĂ‚mda gokyuzunu beyaz sercelerle dolu hĂ‚lde gordum. Bir ara serceler hep birden halkın uzerine doğru saldırdılar. Bana saldıranları babam uzaklaştırdı. Ancak bir serce fırsat bulup, sağ koltuğuma sokuldu. Sabahleyin ruyĂ‚mı babama anlattım. Babam koltuğumun altına baktıktan sonra, orada tĂ‚ûn, vebĂ‚ hastalığının belirtilerini gordu. Hastalığa yakalandığım ilk beş gun kendimden habersiz olarak yattım. Altıncı gece gozumu actığımda babamı başucumda ağlar gordum. Muhterem hocamız İsmĂ‚il Fakîrullah hazretleri de yanındaydı. MubĂ‚rek ellerini kaldırdı. Bana uzun uzun duĂ‚ ettikten sonra babama; İbrĂ‚himin işi bitmiş iken Allah ihsĂ‚n ederek onu yeniden diriltti. buyurarak mujde verdi.
Yine şoyle anlatmıştır:
Yaz mevsimiydi. Bir CumĂ‚ gecesi babam murĂ‚kabe yapıyordu. Ben de yatıp uykuya dalmıştım. RuyĂ‚mda Tillonun harman yerine bir anda binden cok suvĂ‚ri ve piyĂ‚de asker geldi. Atlılar inerek bir yere toplandılar. Boyları iki adam yuksekliğinde olan bu askerler, at ve diğer malzemelerini harman yerine bırakıp, ustĂ‚dımız İsmĂ‚il Fakîrullah hazretlerinin dergĂ‚hı kapısında saf saf dizildiler. Ben kalabalığı seyrederken, dergĂ‚h kapısının sağ yanında duran saftan birisi eğilip beni kucağına aldı. Tebessum ederek optu ve sol tarafında olanın kucağına verdi. O da alıp muhabbetle optu ve solunda duranın kucağına verdi. Bu şekilde sıra ile sekizinci kimsenin kucağına geldim. O da beni optu, onun solunda dergĂ‚hın kapısı vardı. Beni yavaşca şefkatle yere bıraktı. Kapı acıktı, iceri girdim. MubĂ‚rek hocamız Fakîrullah hazretlerinin huzûrunda sekiz secilmiş zĂ‚tın ayakta durduğunu gordum. Hocamız da ayağa kalktı ve onlarla musĂ‚feha edip sarıldılar. Bu hĂ‚le şaşırmıştım. O sırada uyandım. Bu ruyĂ‚nın lezzeti canıma can katmıştı. Sevincimden ruyĂ‚mı hemen babama anlattım. Meğer babam, uyanık olduğu hĂ‚lde, benim ruyĂ‚da gorduklerimi gormuş, hĂ‚diseye muttalî olmuş ve onlarla konuşmuştu. Babam bana şoyle tenbih etti ve; Bu ruyĂ‚yı kimseye soyleme. Bu rûhlar icin iyi olmaz. buyurdu. Sabah oldu CumĂ‚ namazından sonra dergĂ‚hın kapısı onunde oturmuş duruyordum. Siirt tarafından at uzerinde ak sakallı bir ihtiyĂ‚r geldi. Kapının onune gelince atından indi. Benim yanıma gelip elimi tuttu ve optu, şaşırdım kaldım. ZîrĂ‚ bu kimseyi tanıyamamıştım.
Hocamızın huzûruna girmek icin izin istedi. Verdiği hediyeleri iceri goturdukten sonra hocamın yanına gittim ve; Kapıda yaşlı bir kimse huzûrunuza cıkmak icin izin istiyor efendim. dedim. Gelsin. buyurdular. MisĂ‚firi buyur ettim. İceri girince oturması işĂ‚ret edildikten sonra; Ve aleykumselĂ‚m ey Seyyid Hamza! Bu CumĂ‚ gecesi bize cok misĂ‚fir geldi. buyurdu. Hocamızın bu tatlı hitĂ‚bından Seyyid Hamza cok şaşırdı. İlk defĂ‚ gorduğu bu kimse kendi ismini nereden bilmişti. Ve gece gelen misĂ‚firlerin arasında olduğunu nasıl anlamıştı. Bunları hem duşundu, hem de kalkıp hocamın elini optu. Bir muddet ağladı. İzin isteyip dışarı cıktı. Bizim odaya buyur ettim. İcerde babama hĂ‚lini şoyle anlattı: Ben Siirtin ileri gelenlerinden Seyyid Hamzayım. Bu Ă‚na kadar Tilloya hic gelmedim. Bu buyuk Ă‚lim ve velîyi de hic ziyĂ‚ret etmemiştim. Bu gece ruyĂ‚mda beş yuz kadar nûr yuzlu atlı Ă‚lim ile beş yuz piyĂ‚de evliyĂ‚ya Siirt onunde karıştım. Onlarla birlikte Şeyh İsmĂ‚il Fakîrullah hazretlerini ziyarete geldik. Bu kasabayı ve yolunu ruyĂ‚da gorerek oğrendim. Harman yerine geldiğimizde atlılar atından indi. Beraberce bu dergĂ‚hın kapısına saf saf dizildik. Sıra ile mubĂ‚rek hocanızı ziyĂ‚ret ettik. Bu dergĂ‚hın kapısı onunde şu kucuk oğlunu gordum. EvliyĂ‚lar kucaklarına alıp sıra ile sevdiler. Kapının onune gelince cocuk iceri girdi. Ben de kapının onune geldiğimde uyandım. HĂ‚lĂ‚ o ruyĂ‚nın tesiri altındayım, duyduğum o lezzet hĂ‚lĂ‚ devĂ‚m ediyor. Sabah olunca atıma binip ruyĂ‚da geldiğim yol ile doğru buraya geldim. Kimseye sormadan dergĂ‚hı bulup, sizleri tanıdım. Hazret-i Şeyhe geldim. Bu gorduğum ruyĂ‚yı anlatacaktım. Bir gun sonra da ona talebe olup hizmetiyle ve sohbetiyle şereflenecektim. Ben daha anlatmadan; Ey Seyyid Hamza! Bu gece bize cok misĂ‚fir geldi. diyerek hem ismimi hem de ruyĂ‚da olanları anlattı. Şaşırıp kaldım. Seyyid Hamzanın bu şaşırmasına babam şoyle cevap verdi: Senin bu gorduğun ruyĂ‚nın aynısını bu oğlum da gordu. LĂ‚kin avĂ‚mın gorduğu ruyĂ‚ları, secilmiş evliyĂ‚ uyanık iken gorup muşĂ‚hede etmiştir. Allahın ihsanları sonsuzdur.
İbrĂ‚him Hakkı hazretleri on yedi yaşında yetim kalmasını şoyle anlattı: 1719 (H.1132) senesinde, benim cok sevdiğim babam ve anam, dert ortağım, uzuntulerimin gidericisi, hucredaşım, gurbet yoldaşım Derviş Osman Efendi, CumĂ‚ gecesi sabaha yakın dunyĂ‚dan Ă‚hirete goctu. Hak yolunda can verip Allaha kavuştu. Maksadına ulaşarak rahmet deryĂ‚sına daldı. Bu yetim o gece başka misĂ‚fir odasında yattı. Sabahleyin kalkıp, hasta babamı gormek istediğimde, oradakiler bana; Git, once namazını kıl, sonra gel. Hasta şimdi rahatladı. dediler. Bu soze inanıp mescide gittim. Herkes burnunu tutuyordu. Hepsinin nezle olduğunu sandım. Namazdan sonra odamıza geldiğimde babamın vefĂ‚t ettiğini gordum. Benim de rahatım gitti. Gonul evim karardı. Bir anda babamın ayrılık hasretiyle virĂ‚nelerdeki kuşlara dondum. Oyle feryĂ‚d etmek istedim ki, sesim goklere cıkacaktı. Ben bu hĂ‚lde iken o merhamet menbĂ‚ı mubĂ‚rek hocam geldi. Benden o uzuntu ve elemi aldı. Ben de kalkıp kendi kendime; Şimdi ayıptır, sabredeyim. Hocam gittikten sonra nasıl ağlayacağımı ben bilirim. dedim. MubĂ‚rek hocamız herkese selĂ‚m verip, garîb oğlu Derviş OsmanEfendinin başı ucunda oturdu. Şehid rûhuna bir FĂ‚tiha okuyup, sevĂ‚bını bağışladı ve murĂ‚kabeye daldı. Ben hocamın karşısında babamın da ayak ucunda idim. Bir anda Allahın ihsĂ‚nlarına kavuştum. VefĂ‚t eden babam, mubĂ‚rek başını kaldırdı. KimyĂ‚ tesiri olan nazarıyla yuzume bakıp, tebessum ederek tĂ‚ziyede bulundu. O anda mubĂ‚rek goğsunden şimşek gibi bir nûr parladı. Kalbim titredi, uzuntu ve elem gidip, yerine surûr ve lezzet doldu. Babamı bu hĂ‚lde gorunce, bayramlıklarını giymiş bir cocuk gibi sevindim. Uzuntulu duran ahbablar bu sevincime bir mĂ‚nĂ‚ veremeyip hayret ettiler. Allahın ihsĂ‚nı ve mubĂ‚rek hocamın himmeti bereketi ile olan bu hĂ‚diseyi oradakiler gorememişti.
Hocamız oradan ayrıldıktan sonra babamın yuzunu acıp baktım. Guler gibi bir hĂ‚li vardı. Yuzu nûrlu, bedeni sıcak ve yumuşak idi. Sanki uyuyordu.CenĂ‚ze namazına cevre koyler ve butun Siirt halkı geldi.Namazını hocamız kıldırdı. Onun vefĂ‚tına benden başka herkes uzuldu. Âlemin babası olan hocamız, bu yetimine şefkat edip iltifĂ‚t eylediğinden, merhum babamdan sonra onun hizmetleri bize mîras kaldı. MubĂ‚rek hocam, bu bozuk huyluyu nice hikmet şurupları ile terbiye eyledi. Kalb hastalıklarından beni kurtardıktan sonra, kendi muhabbeti ile yaktı. Boylece bende, Ă‚hiret hĂ‚llerinde yakîn hĂ‚sıl oldu. Tevekkul etme, dert ve belĂ‚lara, ibĂ‚dete ısrarla devĂ‚m etmeye tahammul, her işe rızĂ‚ gosterme hĂ‚li hĂ‚sıl oldu. Pek kıymetli, lezîz nîmetler ihsĂ‚n edildi. Hepsinden daha evlĂ‚sı ve kıymetlisi ise,Allahın zĂ‚tında ve sıfatlarında bilgi sĂ‚hibi olmaya, mĂ‚rifetullaha kavuştum. İbrahim Hakkı Erzurimi
İbrĂ‚him Hakkı hazretleri, babasının vefĂ‚tından sonra hocasının emriyle Erzuruma gitti. Amcalarının da teşvikleriyle sekiz sene ilim tahsîl etti. Burada tahsîlini bitirdi, fakat gonlu, hocası İsmĂ‚il Fakîrullah hazretlerinin ateşiyle yanıyordu. 1728 (H.1140) senesinde yirmi beş yaşında iken tekrar Tilloya geldi. Burada hocasının 1734 (H.1147) senesinde vefĂ‚tına kadar hizmetiyle şereflendi. Sonra Erzuruma dondu. Kucuk yaşta ayrıldığı Hasankaleye gelip, yerleşti.
İbrĂ‚him Hakkı hazretleri, Hasankalede evlendi, sonra İstanbula gitti. Mahmûd Han ile goruştu ve saray kutuphĂ‚nesinde calışmalar yaptı. Bir sene sonra talebe yetiştirmek icin AbdurrahmĂ‚n GĂ‚zi ZĂ‚viyesine tĂ‚yin edilerek Erzuruma geldi.Talebe yetiştirmek icin, uzun ve yorucu bir calışmaya girdi. Hanımı Firdevs HĂ‚tundan, İsmĂ‚il Fehim ve Ahmed Naîmî isminde iki oğlu dunyĂ‚ya geldi.
1755 (H.1169) senesinde tekrar İstanbula gitti. Sarayda, dîvĂ‚n kĂ‚tibi Ali Efendi başta olmak uzere, pekcok kimselerle dost oldu. Sultan Ucuncu Mustafa Han zamĂ‚nında da AbdurrahmĂ‚n GĂ‚zî zĂ‚viyesinin berĂ‚tı yenilendi.
İbrĂ‚him Hakkı hazretleri, 1763 (H.1177) senesinde hĂ‚tıralara bağlılığı ve vefĂ‚ duygusunun cokluğundan, hocasının memleketi olan Tilloya gitti. İsmĂ‚il Fakîrullah hazretlerinin torunu FĂ‚tıma HĂ‚tunla evlendi. Orada kaldı. Talebe yetiştirmeye burada da devĂ‚m eden İbrĂ‚him Hakkı bir sene sonra hacca gitti. Donuşunde tekrar talebe okutmaya devĂ‚m etti.
İbrĂ‚him Hakkı hazretleri, zaman zaman Tilloda, Cebel-i Rasil KuvĂ‚ ismindeki tepeye cıkardı. Talebelerine de; Bu tepe, yakında buyuk bir nĂ‚ma kavuşacaktır. derdi. Bu tepeye bir musallĂ‚ taşı yaptırdı. Her uğradığında oraya otururdu. Olumu, Ă‚hireti ve hesĂ‚bı duşunurdu. Yine bir gun uc talebesi ile bu tepeye cıktı. Ucunun de ismi Mahmûddu. Onlara; SubhĂ‚nallah! Hepinizin adı da Mahmûd. Herbiriniz de amcalarınızın kızı ile evleneceksiniz. Fakat sĂ‚dece biriniz Allahın evliyĂ‚ kulları arasında yuksek derecelere sĂ‚hib olup; Memduh lakabıyla isimlendirilecektir. Ona her taraftan akın akın talebe ilim oğrenmeye gelecektir. O, bu tepeye bir ev yaptırıp herkesin hidĂ‚yete kavuşmasına vesîle olacaktır. buyurdu. Talebeler de kendi kendilerine; MubĂ‚rek hocamızın mujde verdiği o kimse ben olsam. diye temennî ettiler. Bir muddet sonra iclerinden ikisi ayrıldı. İbrĂ‚him Hakkı hazretleri yanında kalan Mahmûda; Biraz once mujde verdiğim Mahmûd sensin. Fakat bu sırrı, ben sağ olduğum muddetce kimseye soyleme. buyurdu.
1778 (H.1192) senesinde omrunun sonlarına yaklaşan İbrĂ‚him Hakkı, vasiyetnĂ‚mesini yazdı. Sık sık hastalanması sebebiyle bizzat kendisi kitap yazmak icin uğraşamıyordu. Ancak yazdırmak sûretiyle kalan omrunu bereketlendirmek istiyordu. Bu sebeple oğullarının kĂ‚tib olarak yardım etmelerini istedi. Kendisi soyleyip oğulları yazdılar. NihĂ‚yet 1781 (H.1195) tĂ‚rihinde bir Perşembe gunu vefĂ‚t etti. Tilloda, hocası İsmĂ‚il Fakîrullah hazretlerinin kabrine komşu olacak şekilde defnedildi. Olumu icin de; HudĂ‚yı bilmeye ancak cihĂ‚ne geldi sultĂ‚nım. mısraı tĂ‚rih olarak duşuruldu.
HayĂ‚tını ilim oğrenmek, oğretmek ve kitap yazmakla geciren İbrĂ‚him Hakkı hazretlerinin vefĂ‚tında, iki oğlu ve iki kızı vardı. Oğulları, İsmĂ‚il Fehim ve Muhammed ŞĂ‚kirdir. Babasının neslinin devĂ‚mını Muhammed ŞĂ‚kir sağladı. Kızları Şemsî Âişe ile Hanîfe HĂ‚tundur.
İbrĂ‚him Hakkı hazretleri, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi naklî ilimlerin yanında, aklî ilimlerle de uğraşmış, canlılar hakkında ceşitli teoriler ileri suren Fransız doktoru Lemarck, İngiliz Ch. Darvin, Hollandalı Hugo de Vries gibi batılı ilim adamlarından cok once, canlılar hakkında, en basitinden en mukemmeli olan insana kadar duzgun bir tekĂ‚mul bulunduğunu yazmıştır. Bu konuyu ele alırken, bu tekĂ‚mulde arada gorulen belli noktaları, husûsî ozellikleri ve her birinin hudutlarını tesbit etmiş, hepsinin ayrı ayrı cinsler olduğunu ayrıca belirtmiştir. O sĂ‚dece biyoloji ilmi ile değil; fizikten kimyĂ‚ya, matematikten astronomiye kadar, devrindeki butun ilimlerle uğraşmış, bir ilim ve mĂ‚rifet hazînesi olan MĂ‚rifetnĂ‚mesinde, butun bunlara yer vermiştir. MevĂ‚lîdi, yĂ‚ni canlı cansız butun varlıkların yaradılış sırrını bilmek ve irfĂ‚nı tahsîl etmek, onda pek acık olarak gorulmektedir.
HayĂ‚tında hicbir zaman okumayı ve okutmayı elden bırakmayan İbrĂ‚him Hakkı hazretleri, ideal insan tipi olarak, Ă‚rif insanı gostermiştir. Kendisi de bu olcu icinde kalmıştır. Ona gore, Ă‚rif; gonulle ve akılla bilendir. Fakat gonulle bilmek Ă‚rifin yegĂ‚ne husûsiyetidir. Bu yuzdendir ki o, gonule, eserlerinde buyuk yer vermiştir. Gonul, sevgilinin mekĂ‚nıdır. Aşk sĂ‚yesinde bu sevgi vardır. Bu yollarda hikmet (fen ve sanat) vardır. MevĂ‚lîd (varlıkların sırrını anlama) bu yolla olmaktadır. Kısaca soylemek gerekirse İbrĂ‚him Hakkı; gonul sĂ‚hibi olan, fen ve sanata yer veren buyuk bir Ă‚lim, hakka rızĂ‚ gosteren bir velîdir. Eserlerinin ismine ve mahlasına bakınca, butun bunların hepsi gorulur. DîvĂ‚nının adı İlĂ‚hînĂ‚me dir. Bu ismi boşuna koymamıştır. Hakîkaten hepsi ilĂ‚hîdir. MĂ‚rifetnĂ‚me ise Ă‚rifîn kitabı demektir.
İbrĂ‚him Hakkı omrunun sonlarına doğru, eserlerinin dille değil gonulle okunmasını istemiştir. İbrĂ‚him Hakkı hazretleri, acık fikirli, neşeli bir Ă‚rifti. Bilhassa bu hususlar, yakın dostu ŞĂ‚ir HĂ‚zıkla olan yĂ‚renliklerinde ve kendi hanımlarına yazdığı mektuplarında gorulmektedir. Bir de annesinin ismini koyduğu kızı Hanîfeye soylediği manzûm oğudunde bunlara yer vermiştir. Kızına:
Gulec yuzlu, guzel sozlu ol ey cĂ‚n derken, mutlaka kendi tecrubelerini ve hĂ‚llerini de aktarmaktadır.
O hĂ‚tıralara cok bağlıydı. Hemen her hĂ‚disenin tĂ‚rihini duşururdu. Bunu daha cok yakınları icin yapmıştır. 1759 (H.1172) yılında oğlu Osman Nedîmin olumu icin:
Hasretiyle ağladı halk-ı cihĂ‚n,
Geldi tÂrih gitti vÂy OsmÂn cuvÂn.
Hanımlarından ZuleyhĂ‚ HĂ‚tunun vefĂ‚tı icin de:
DuĂ‚ eyle Hakkî ana şoyle tĂ‚rih,
Di firdevs-i alĂ‚yı bula ZuleyhĂ‚.
tĂ‚rihlerini duşurdu.
İbrĂ‚him Hakkı hazretleri icin şiir, bir vĂ‚sıtadır. Ona gore şiir Hakkı anlatmalıdır. Edebi bildirmelidir. Hakkı anlatmak icin, kalemin Ă‚şıkın elinde olması gerekir. Ancak o zaman Hak Ă‚şığı, Hakkı anlatacaktır. Şiirde sevgiliye (Allahu teĂ‚lĂ‚ya) yer verilince, o kıymet kazanır. Sevgiliden bahsetmeyen şiirde guzellik aramak boşunadır. Şiir boyle olunca hikmettir.
Şiirleri, DîvĂ‚nında ve yer yer MĂ‚rifetnĂ‚mesinde yer almaktadır. MĂ‚rifetnĂ‚medeki şiirlerin pek coğu dîvĂ‚nından alınmıştır. Yalnız bu eserde yer alan ve mevzûları toplayarak anlattığı şiirler, oğretmek icindir ve bir bakıma işlediği konuların ozeti durumundadır. O, bu şiirlerinde hep Hakkî mahlasını kullanmış ve hep kendisine oğutlerde bulunmuştur. Şiirlerinin buyuk bir kısmını Turkce ile yazmıştır.
Ayrıca Arapca ve Farsca ile yazdığı şiirleri de vardır. Daha cok bu şiirlerde; Hakkî yanında Ferdî mahlasını da kullanmış olmasına rağmen, en fazla Fakîrî mahlasına yer vermiştir. İbrĂ‚him Hakkının bu mahlası kullanması hocasına olan bağlılığının tezĂ‚hurudur. Bir de insanın aczini bu kelimede gormuştur.
İsmĂ‚il Fakîrullah hazretleri, talebesi İbrĂ‚him Hakkı icin pekcok sozler soylemiş, ondan iftihĂ‚rla bahsetmiştir. Bunlardan bĂ‚zıları aşağıdadır:
Molla İbrĂ‚him! Ben babamdan, o da dedemden butun ilimleri okutmaya mezûnuz. MesĂ‚bihin tĂ‚lîmi, MeĂ‚lim-ut-Tenzîl tefsîri ve din ilimlerini oğretmekte seni mezûn kıldım.
Molla İbrĂ‚him! Esas olan kalptir, şart olan muhabbettir. Kalbinde arzusu olan MevlĂ‚yı bulur. Cunku o kuluna yakındır ve onunladır.
Molla! Ben Fakîrullahım. Allahın sevdiğini severim.
Molla! Gokler ve yerler yaratılılalıdan beri sen bizim sevgilimizsin.
Molla! Cennet ve Cehennem icin değil, belki Allah yolunda muhabbetimiz icinsin.
Molla! Sen bizim cocuğumuzsun. Sen benim yanımdaAbdulkĂ‚dir gibisin. EvlĂ‚dım gibisin.
Molla! Benden hayĂ‚ etmeyi bırak. Bana don. Sen bendesin. Ne yaparsan kabûlumdur.
Molla İbrĂ‚him! Bize yakın olan uzak, uzak olan yakındır. Sen nerede olsan benim yanımdasın. Seni denize atsam, Allah tekrar seni bana verir.
Molla! Burada biz seni terbiye ederiz. Allah seninledir. O, senin yardımcındır. O seni korur. Sana uzun omur, cok evlĂ‚d versin ve sonunu hayır eylesin.
Molla! Allahu teĂ‚lĂ‚ya, butun arzularını sana kolayca vermesi icin yalvardım ve duĂ‚ ettim. Allahu teĂ‚lĂ‚dan, butun maksatlarına kavuşmanı umîd ederim.
Bir gun sohbetinde talebelerine şoyle buyurdu:
Ey Muminler! İnsan kendi vucûduna dikkatle baksa, yaratıcısının zĂ‚tını oğrenir. Ârif-i billah (Allahı bilen) olur. Cunku bir insan duşunup, vucûdundan eser yokken, bedenine ve yaradılışına dikkatle baksa, evvelinde iki damla mĂ‚yi idi. Ne kemiği, ne eti, ne damarları, ne de kanı vardı. Ne rûhu, ne aklı ve ne izĂ‚nı vardı. Fakat sonradan, ici ve dışı hĂ‚rikalarla dolu, nice akıl şaşırtıcı organlar ve gonul sevici guzel ahlĂ‚k ile bezenmiş olan bu vucûd ve rûhun bir yaratıcısı olduğunu idrĂ‚k eder. Bu yaratıcı, kĂ‚inĂ‚tın butun zerrelerine hĂ‚kim olur, onlara dilediği gibi tesir eder. Gorunen ve gorunmeyen her şeyi bilir. Her vucûd, her organ ve her cuz, hep, onun kudret, hikmet ve rahmetine gomulur. İnsan, bedeninin mukemmeliyetine ve organlarının yapı inceliğine, işleyişine ve faydalarına dikkatle bakınca yaratıcısının kudretini, buyukluğunu daha iyi anlar ve Ona, o derece sevgiyle bağlanır ve bilir ki; butun bu ince yapılı makina, duyu organları ve kuvvetleriyle, ilim ve tekniğiyle cenĂ‚b-ı Hakkın lutuf, inĂ‚yet ve rahmetinin eseridir.
İbrĂ‚him Hakkı hazretlerinin yazmış olduğu eserler
1) Tecvîd kitabı, 2) Tertîb-ul-Ulûm, 3) DîvĂ‚n (İlĂ‚hînĂ‚me), 4) MĂ‚rifetnĂ‚me, 5) İrfĂ‚niyye, 6) İnsĂ‚niyye, 7) Mecmûat-ul-MeĂ‚nî, 8 ) Lub-ul-Ulûm, 9) VuslĂ‚tnĂ‚me, 10) Turkce-Arapca-Farsca sozluk, 11) SeĂ‚detnĂ‚me, 12) VaslnĂ‚me, 13) ŞukurnĂ‚me, 14) MesĂ‚rık-ul-Yuh, 15) Sefîne-i Nûh, 16) Kenz-ul-Futûh, 17) Defînet-ur-Rûh, 18) Rûh-uş-Şurûh, 19) Ulfet-ul-EnĂ‚m, 20) Mahzen-ul-EsrĂ‚r, 21) Tuhfet-ul-KirĂ‚m, 22) Nuhbet-ul-KelĂ‚m, 23) Urvet-ul-İslĂ‚m, 24) Heyet-ul-İslĂ‚m, 25) MiyĂ‚r-ul-EvkĂ‚t.
İbrahim Hakkı Erzurimi
Dini Bilgiler0 Mesaj
●26 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- İbrahim Hakkı Erzurimi
-
13-09-2019, 06:56:40