S.A.
Kabirde İlk Gece (1)
Ahmet ruyada mı yoksa gercek hayatta mı olduğunu tam kestiremediği bir kalabalığın arasında mezarlığa doğru ilerliyordu. Kalabalık bazen El Fatiha nidalarıyla duruyor, soluklanıyor, eller yuzlere suruluyor ve tekrar yurumeye devam ediyorlardı. Mezarlığın lahuti sessizliği cemaatin duaları, aminleri ve fatihalarıyla ara verse de bir muddet sonra tekrar mistik bir sessizliğe burunuyordu.
Mezarlık sağlı sollu kol kola dizilmiş cam ağaclarının hazır kıta karşılama ekibi ve kuşların tatlı cığırışlarıyla oluşturduğu kucuk bir koroyla gelen misafiri ağırlıyordu. Ahmet kalabalığın arasında sessizce ilerliyordu. Az ileriden kurek sesleri işitiliyordu. Cemaat omuzlarında taşıdıkları tabutu hızlı bir şekilde son uğurlama yerine doğru goturuyorlardı. Sanki bir an once kurtulmak istiyormuşcasına
Mezarın başına gelmişlerdi. Nice buyuk salonları, odaları beğenmeyen insanoğlu icin hazırlanmış bir seksen uzunluğunda, elli santim genişliğinde ihtişamlı bir cukur gozleri alıyordu. Burada yatılır mı diyen nicelerinin uzerinden uzun suren mevsimler gecmişti. İşte yeni bir misafir daha ağırlamak icin insanoğlunun gozunu dolduracak buyuklukte bir misafirhane daha hazırlanmıştı.
Ahmet şaşkın gozlerle cukura inen iki kişiye baktı. Birisi duz sarı saclı, geniş omuzlu bir genc, diğeri ise kumral, mavi gozlu yakışıklı bir delikanlıydı. Bu ikisini cok iyi tanıyordu. Cunku ikisi de kendisinin oz mu oz oğullarıydı. Ne işleri vardı, ne geziyorlardı cukurun icinde? Seslenmek, cıkın oradan demek istedi ama cocuklarının boyle centilmen bir tavır icinde olmaları kendisini duygulandırdı. Birden seslenmekten vazgecti. Ama gozlerinden suzulen o derin, anlamlı yağmur taneciklerine bir turlu mana veremedi. Bir insan ancak ciğerinden birisi icin dokebilirdi bu yaşları. Celal ve Furkanın duyarlı yureklerinden gozlerine yansıyan huznun melodisi, Ahmetin gozlerini doldurdu. Huzun melodisiyle sarsılan gozleri biraz ileride kadınların arasında tanıdık yuzlerle daha da dalgalandı. Eşi Nesrin Hanım ve uc kızı bir koşede kızarmış gozlerle ####neti kaybetmemeye calışan yurekle dua ediyorlardı. Acaba bu olen kişi kimdi ki bu kadar yakınıyla birlikte mezarlığa doluşmuşlardı. Aslında kendisi de nasıl buraya geldiğini tam hatırlamıyordu.
Tabut acıldı. Bembeyaz elbisesiyle dunyanın tum kirlerinden kurtuluşun muştusunu veren boydan takımıyla yenidunya yolcusu mezar metrosuna indirildi. Guneş yavaş yavaş apartmanların ardından evine doğru cekiliyordu.
Nasıl ki her doğan guneşin batışı, her ilkbaharın bir kışı varsa her doğan insanın da olumu vardı. Ebedi değildi fani insanlar icin dunyanın omuzları. Rodeoya katılmış bir kovboy gibi kimisi az, kimisi cok kalıyordu dunya atının sırtında. Ama sonunda hepsi duşuyordu toprağın kara bağrına.
Topraklar kurek kurek atılmaya başlandı. Birkac kurek atan cekiliyordu kenara. Herkes corbada tuzu olsun hesabı bir parca toprak serpiyordu beyaz takımlı yolcunun uzerine. Ahmette atmak istedi ama o cesareti bulamadı kendinde. Diz coktu mezarın yanı başına.
İmam telkine başladı. Herkeste olumun hazin sessizliği hÂkimdi. Hazan mevsimindeki ağaclar gibi solgundu Sumeyye, Fatma ve Mevlude. Kızlarının bu sararmış hali gozlerinden kacmadı. Bir şeyler soyluyor ağlıyorlardı, ama bir turlu anlamıyordu. Hele Celal ile Furkan o gencecik cağlarında birden sonbahar ruzgÂrının sert esintisiyle carpılmışcasına sararmışlardı.
Telkin bitmişti. Topluluk yavaş yavaş dağılıyordu. Eşi Nesrin Hanım siyah bir eşarp bağlamış, kızları ile birlikte kadınların taziyelerini kabul ediyorlardı. Furkan ile Celalde erkeklerin taziyelerini kabul ediyorlardı. Amcaları Halil cocukları bağrına bastı. Halaları Nurgul ile Nilufer ise kızların yanındaydı. Ahmette onların yanına gitmek icin coktuğu yerden kalktı. Ama biden omuzlarında bir ağırlık hissetti. Geriye dondu. Birden irkildi.
devamı var..
SLM VE DUA İLE KALIN.
İlk Gece...
Ahmet dunya hayatında sadece kitapların satırları arasında okuduğu, varlığına inandığı, ama hic goremediği kanatlı varlıklarla goz goze geldi. Titriyordu. Bu bu diyordu sadece olum sonrasında yaşanacak olaylardır
Gozlerindeki perde kalkmıştı. Gorunmeyen varlıklar şimdi sanal dunyanın urunu olarak değil, gerceğin ta kendisi olarak karşısında duruyorlardı.
-Dur Ahmet nereye?
-Taziyeye katılacağım. Baksana eşim ve cocuklarım orada. Yanlarına gideceğim.
-Onlar zaten senin taziyendeler. Senin taziyeni kabul ediyorlar.
-Nasıl yani! Şimdi ben olumuyum?
-Maalesef artık fani hayatının uzerine topraktan yorgan cekildi. Bundan sonra ebedi yurdun icin hazırlanacaksın.
Ahmet ah! etmenin fayda vermeyeceği bir donemecte olduğunu cok iyi biliyordu. Merak ettiği varlıklara tekrar baktı. Hicte dunyada hayal edilen gibi değildiler. Kendilerine has apayrı ozgun bir yapıları vardı. Kanatları da cok orijinaldi. Hicte ressamların hayalindekilere benzemiyordu.
Guneşin kızıllığı mezarların ustune cokmuştu. İşte en cok sevenleri kendisini bir cukurun icine koymuş ve o gune kadar ki eylemleriyle, inanc, duygu ve duşunceleriyle baş başa bırakmışlardı.
Celal ve Furkan annelerinin koluna girmiş, huzun melodisinin ritimleriyle mezarlıktan ayrılıyorlardı. Kızları ise o gune kadar cok sevdiklerini soyledikleri ama bir turlu sozlerine kulak vermedikleri babalarının ardından matemin hazin tablosunu sergiliyorlardı.
Olum, keşkeleri toprağın altında hissizleştiren bir duygu anaforudur.
Keşke yaşasaydı babam dediklerini yapıp uzmeseydim Keşke keşke uzar gider herkesin kendi yureğindeki acılarının huzne donuşturduğu kadar. Ama hicbiri olmazdı. Cunku sevilen, uğruna fedakÂrlık edilecek kişi yoktur artık. Bundan sonraki sevgi iddiaları asılsız ve hilekÂrlıktır.
Kısa bir muddet once kalabalıktan gorunmeyen mezar şimdi uzerinde guneşin son ve ilk ışıklarıyla yalnızlığını yaşıyordu. Sondu cunku artık dunya yaşamının etli, kanlı, dedikodulu, iftiralı, sevincli, huzunlu, hoşgorulu, sevimli, komplo teorili, darbeli, darbesiz, luks, sade gunlerine elveda diyordu. Artık sevdiklerini opemeyecek, bağrına basamayacak, kızamayacak, ofkelenemeyecekti. Şehvet ifritinin sinsi ayartmaları etkilemeyecek, kafaları cekip sarhoş olamayacak veya bir camide sessizce ibadet edemeyecekti.
İlkti, o gune kadar gunluklere en ince ayrıntısına kadar işlenmiş yaşadığı hayatla yuzleşecekti.
Karanlık cokmuştu. Melekler şimdilik yanından ayrılmışlardı. Ne olacaktı, nelerle karşılaşacaktı? Kendisine itiraf etmekten cekinse de korkuyordu işte korkuyordu!
Ayın ışığı ağacların arasından suzulerek mezarlığa ayrı bir kutsiyet katıyordu. Carşının kalabalığına ve gurultusune inat, sessizdi mezarlık. Ancak az sonra gecenin sukûneti kopek havlamaları ile bozuldu. Bu sırada bir ballici gencte elinde bir torbayla kendisinin mezarına doğru geliyordu. Genc yaklaştıkca ilcenin en psikopatı olduğunu anlamakta gecikmedi. Cekinmeye başladı.
Daha toy bir oluydu. Kimden, nicin korkacağını tam kestiremiyordu. Dunyalılığının izleri henuz silinmemişti. İşte tam o sırada bir ses daha yankılandı.
-Korkma!
Urktu. Sağına soluna baktı kimseyi goremedi. Mezarının taşına sindi. Dunyalılığı tutmuştu. Korkunca sığınacak yer aranırdı. Aynı ses tekrar duyuldu.
-Korkma!
Bu sefer sağına baktığında sesin sahibini karanlık bir goruntu halinde gordu. Ama bu melek değildi.
-Sen kimsin?
DEVAMI VAR..
SLM VE DUA İLE KALIN.
İlk Gece...
Ay ağacların arsından Ahmete
korkma! diyen kişinin uzerinde yansıyordu. Ellisinde gosteriyordu. Mutebessim bir yuz ifadesiyle Ahmete yaklaştı;
-Korkma comez korkma! Ben senin yan komşunum. İlk gece komşular hoş geldin der gecmişimizi paylaşırız. Aynı zamanda ortama ısınmasına calışırız.
-Peki benim korktuğumu nerden anladın?
-Nereden olacak, hala dunyalılığın uzerinde, mezarlığın urkutucu sessizliğinde kopek havlamaları sonucu hemen taşın yanına comeldin. Biz dunyada boyle yapardık. Burada onlarda, yaşan hicbir varlıktan korkmana gerek yok. Ancak
- Evet ancak!
-Yapman gerekirken yapmadıklarından, yapmaman gerekirken yaptıklarından kork. Duygu, duşunce ve eylem olarak inanc karşıtı olarak yetiştirdiğin, kul hakkına tacizde bulunurken engellemediğin evlatlarından, bir de gasbettiğin kul haklarından kork.
-O niye ki?
-Cunku cocuklarının yaptıkları her bir kotulukte, iyilikte seni bulur. Onları kotu yetiştirmişsen
-Peki ben yetiştirmeye calıştığım halde, onlar isyanı tercih etmişse
-O zaman rahat olabilirsin. Sana duşen babalık sorumluluğunu yerine getirmektir. Onlar ozgur iradeleriyle yaptıkları tercihlerden kendileri yargılanacak.
-Peki burada ne yapıyorsunuz, zaman nasıl geciyor?
- Ne yapacağız demek istedin galiba? Hala olumu icselleştiremedin be komşu!
-Ne yaparsın insan bir kere oluyor. Surekli tecrube yapmıyoruz burada değimli yani?
-Bak hele bak latife de yapıyor. Burada dunyada yaptığımız eylemlere gore ebedi mekandaki yerimizi gorup, orada yaşıyormuşcasına zaman geciriyoruz.
-Yani bir nevi, burası da ahiretin sanal alanı oyle mi?
-Bir nevi diyebiliriz. Zamanla ilgili sorunun cevabını da yaşarken goreceksin. Burada zaman yok. asırlar saniye kadar hızlı gecer.
-Nasıl yani?
-Dunya hayatını daha unutmadın değil mi?
-Hayır unutmadım. Eşim ve cocuklar gozlerimde tutuyor.
-Bırak şimdi bir ay sonra onların seni ne kadar ozleyip ozlemediğini daha iyi gorursun. Sana şunu diyecektim; uykudaki beş saatle, uyanıkken ki beş saat aynı hızda mı geciyordu?
-İkisi de beş saat ama uykudaki cok hızlı, sanki hic uyumamış gibi geliyor.
-İşte uykuda beden gecici olumu yaşadığı icin seni o anlarda bir ceşit ruhsal hayat kuşatıyordu. Ruh bedenden ozgurleşince zaman dışı oluyordu. Bundan dolayı da biz eski dunyalılar icin aynı saat dilimi olmasına rağmen uykudaki zaman daha hızlı geciyormuş gibi geliyordu.
-Yani
-Yanisi biz kıyamet kopuncaya kadar bir nevi bedensiz uzun bir uykudayız.
-Olum uzun bir uyku mu?
Soyleyebiliriz ama kabusları da sevincleri de gerceğinden farksız gibi bir yaşam dongusu.
-Peki sen kac yıllık olusun.
-Ben elli yıllık yeni hayatlıyım.
-O zaman sen bebekken oldun. Cunku ancak ellisinde gosteriyorsun.
-Yok comez yok. ruh yaşlanmaz. Olduğumuz gibi kalırız. Ben elli yıldır kabir cennetini yaşıyorum.
-Kabir cenneti mi?
-Evet, hep insanları olumle ve sonrasıyla korkuturlar. Allahın iyi kulları icin mezar kıyamete kadar cennet bahcelerinden bir bahce gibidir. En guzeli de Allahın rahmet nefesini hissettiğimiz anlardır.
-Bak ne guzel, olumu sevmeye başlıyorum. Ama aklım yine de karıştı. Şimdi ben kırk beş yaşındayım. Kıyamete kadar boylemi kalacağım.
-Yavaş yavaş alışacaksın. Diğer arkadaşlarla tanışmadan once şu taziye evini bir ziyaret edelim mi ne dersin?
-Allah! Derim.
-Dur yine dunyalılığın tuttu. Ver elini.
-Niye?
-Artık beden yok yer cekimi değerini kaybetti. Ucuyoruz.
İlk Gece...
Ahmet ilk acemiliğini atmanın şaşkınlığıyla havalanmakta zorlandı. Ama komşunun yardımıyla yer cekimine muhalefet etmeyi oğrendi. Birden ağaclar ve mezarlık ayaklarının altında kaldı. Şimdi kuşbakışı seyrediyordu eski dunyasını.
Ahmetin akrabaları yakınlarını kaybetmenin acısını yureklerinde hissediyorlardı. Yalnız olumlerde bile acının dereceleri vardır. Birinci dereceden yakının yureğinde volkanlar patlarken, diğerlerinde komşu evinin yangını hissedilir. Sondurmek icin yardıma koşulur. Bir kazada bir aile olur, haberlerde seyredenler vah yazık olmuş! derken Azrailin ziyaret ettiği evin sakinleri feryadu figanla ağıtlar yakar.
Ahmet ile yeni dunyalı komşusu taziye evinin yanına gelmişlerdi. Erkeklerin oturduğu taziye evi Okan parkı icindeydi. Taze cay kokusu mis gibi yayılıyordu. Taziyelerin vazgecilmez iceceğidir. Dostlar ziyaret ediyor, caylar iciliyordu. Sevenleri, arkadaşları, meslektaşları gruplar halinde gelip yangına bir fatihayla su dokerek taziye sahiplerine yalnız olmadıklarını anlatmaya calışıyorlardı.
Ahmet yeni gelmiş bir ekibin icinde Kuran okumaya başlayanı gosterdi;
-İşte bak şu Kuran okuyan var ya gercekten değerli bir dost.
-Ahmet, burada bana gosterilen o kadar gariplikler gordum ki dostluklar menfaate eksenliyse burada duşmanlığa donuşuyor. Gercek dostlukların nasıl olduğunu anlayacaksın.
-Gercek mi diyorsun?
-Evet onları ilerleyen zamanda goreceksin. Son defa bak dunyalılığın ne anlama geldiğini anla.
İki arkadaş biraz daha yaklaştılar. Şimdi konuşulanları işitebiliyorlardı. Kır saclı, orta boylu, elli elli beş yaşlarında bir adam Celalle sohbet ediyordu.
-Oğlum insan hangi ruzgarda yere serileceğini bilmiyor. Daha gecen gun baban bizim taziyeye gelmişti. Kuran okumuş, sohbet etmişti. Allah mekanını cennet etsin. Kalanlara Mevlam sabır versin.
Celalin gozlerinde huzun şarkıları okunuyordu. O akşam ağzına bir lokma bile koymamıştı. Şimdi kime baba diyecekti. Babasının olumunden kardeşi Furkan daha cok etkilenmişti. Onu yatıştıramamışlardı. Bayılmış, sonunda bir sakinleştirici yapmışlardı.
Ahmet oğullarım! diye ileriye atılmak istedi ama birden komşu kendisini frenledi;
-Dur kardeş sen yoksun artık. Onlar kendi ayakları uzerinde durmasını oğrenecekler. Bak gordun mu sensiz de hayat rutin bir şekilde devam ediyor. Dun sen birilerinin taziyesindeydin, bugun başkaları senin taziyende. Hayat dongusu boyle devam edecektir.
Hicbir insanın yokluğu dayanılmayacak kadar acı değildir. Bu tahammul insan yureğine yaratıldığında programlanmıştır. Dayanılmayacak olsaydı, alemlerin efendisinin yokluğunda seven butun insanlar olurdu. Merak etme sen de kısa bir zaman sonra hayatın yoğun uğraşları arasında sessiz sedasız cıkacaksın ailenin yureğindeki solan volkanınla.
-Unutulmak acı, ama hayatın en yalın gerceği galiba anlamakta zorlandığımız. Son olarak kadınlar tarafına da bakalım da sonra ebedi yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edelim.
Ahmetin gozleri o kadar kalabalığın icinde iki tane delikanlının uzerinde yoğunlaştı. Sanki onları yalnız bırakmanın sucluluğunu hissediyormuşcasına sonbahar ruzgarına carpılmış yaprak gibiydi. Yere duşmemek icin komşusuna tutundu. El sallayarak dokemediği gozyaşlarıyla oradan uzaklaştılar.
Etrafı erik, hurma, portakal ve ayva ağaclarıyla donatılmış bir evin uzerindeydiler. Evin manzarası oldukca guzeldi. Ayın gulen yuzu ağacların arasından eve doğru yansıyordu. Taziye evinin sessizliğini pencereden yankılanan bir kızın haykırışları bozuyordu.
-Baba babaaa niye bizi yalnız bıraktın. Ah babam ahhh!
Kadınların duygusallığı taziye yerine de yansımıştı.eşi nesrin sinir krizleri gecirmiş, zor sakinleştirmişlerdi. Feryatlar goğu inletiyor, gecenin sessizliğini paramparca ediyordu. Bu sırada kadınlardan biri Kuran okumaya başladı. Kabaran dalgalar dinginleşti, yanan volkan lav puskurtmekten vazgecti.
En guzel ilacıydı Kuran huzunlu yureklerin.
Son ayeti okuyordu; İnna lillahi ve inna ilayhi raciun Muhakkak ki biz Allahtan geldik ve yine Ona doneceğiz. İlahi nağme mukadder sonun tum mevcudat icin kacınılmaz olduğunu kalbi vahye acıklara net bir şekilde haykırıyordu. Ama kalpleri koturumleşmiş insanlar bir turlu bunu anlamayacaktı.
İşte kızları da ağlamaktan gozleri kızarmış, sesleri kısılmış bir şekilde yavru serce gibi titriyorlardı. Mevlude zor da olsa Kuran okumaya calışıyordu. Cunku babalarının kendilerine en onemli tavsiyesi namaz ve Kuran-dı.
Ahmet kendisi icin okunan fatihaları, yapılan duaları işitince bir garip oldu. Her okunan sela bir gun kendinin olacakmış gibi duşunme gerekiyormuş hayatı. Olmeden once kendine yatırım yapmak gerekiyormuş meğer. İşte bir zamanlar kendisi başkası icin okurken şimdi kendisi icin okuyorlardı fatihaları. Okuduğu ve yaşadığı Kuran ile kıldığı namazlar belki kendisine rehberlik edecekti. Duşuncelere dalmış gitmişti.
-Hey comez yeter artık neredeyse tekrar dunyalı olacaksın. Hadi bakalım ebedi yolculuğumuza başlayacağımız yere donelim. Birazdan seni melekler sorgulayacak. Bakalım dunyada hazırlandığın imtihanlara benziyor mu benzemiyor mu goreceksin.
-Ne melekler mi! Sorgu mu, imtihan mı?
-Evet telafisi mumkun olmayan bir imtihan.
-Eyvah!
-Dur eyvah deme de aceleci olma. Melekleri gor, soruları yureğinde oluşturduğun ve gunluklerinle kaydettiğin cevaplarla yanıtlamaya calış o zaman gorursun eyvah mı yoksa elhamdulillah mı? Asıl seruven bundan sonra başlayacak dikkat et. Buraya kadarkiler hazırlıktı.
Yıldızlar ve ay ışıldayarak gokyuzunun ilk tabakasının kandilleri olarak dunyalılara tebessum ediyordu. İşte mezarlığa tekrar gelmişlerdi. İc urperticiydi. Tekrar o urkutucu korkuyu yureğinde hissetti Ahmet. Komşusu da imtihanın iyi veya kotu gecmesine gore kendisiyle tekrar karşılaşacağını soyleyip ebedi yurdunun gozlem binasına cekildi.
İşte mezarının ustundeydi. Yalnızdı. Butun komşular uzun bir uyku modundaydı. Kendisi ise bembeyaz elbisesiyle, karanlığın icinde bir mum gibi ışıldıyordu. İşte tam bu sırada; Ahmet! Ahmeeeet!diye bir ses yankılandı. Etrafa baktı kimseyi goremedi. Yavru bir guvercin gibi titriyordu. Bu atmosfere dayanacak ve titremeyecek kac yurekli pehlivan vardır acaba? İşte ses tekrar yankılanıyordu; Ahmet, Ahmeeet ama etraf ıssızdı. Birden gokyuzunden iki ışığın kendisine doğru kaydığını gordu. Mezarın ustune duştu.İki ışık yanı başına gelmişti.
DEVAMI VAR..
İlk Gece...
Ahmetin ruhu mezarın utundeydi. Cesedi toprağın altında curumeye mahkûm olmasına inat, ruhu yeni hayata filizlenmeye başlayan tohum gibi taptazeydi. Ayın ışıkları tam Ahmetin uzerine yansımaktaydı. Gozlerini araladı. Puslu bakışlarının arasında hayal meyal iki melek gorunuyordu.
Ne kadar zaman gecti bilinmez. Cunku ruh icin zaman mefhumu yoktu. Etraf sukûnetini muhafaza ediyordu. Mezarlığın urpertici sessizliğinde yeni hayatın ilk kapısı aralanmak uzereydi. Ahmetin ruhu tam olarak kendisine gelmişti. Şimdi melekleri tam olarak secebiliyordu. Meraklı bakışlarıyla melekleri suzdu. Melekler mutebessimdiler ve guven veriyorlardı. Gecenin karanlığında apaydınlıktı goruntuleri. Ağacların ruzgÂrdaki hışırtıları duyuluyordu. Ahmette ruzgÂrda sallanan bir yaprak gibi titriyordu.
Melekler YHS (Yeni Hayat Sınav) sorularının ilkini o lahuti sesleriyle sordular;
-Men Rabbuke?
Ses mezarlığın semasında yankılandı. Ahmete gore yer, gok sustu, yalnız bu sese kulak verdi. Kendisi ise urktu. Sanki yeni dunyanın seması başına yıkılmıştı. Başını ellerinin arasına aldı, meleklerin ne dediğini anlamaya calıştı.
-Ne ne dediniz anlamadım?
-Men Rabbuke, (Rabbin kim)?
-Rab mi o da ne?
-Nasıl Rabbinin kim olduğunu bilmiyor musun?
-Heyecanlandım. İmtihanın stresinden olsa gerek tam olarak hatırlayamadım.
Bu sırada Ahmet tir tir titriyordu. Ruhunda fırtınalar kopuyordu. Ne zor bir soruydu bu boyle.
-Gereksinimlerini karşılayan, seni yetiştiren, yonlendiren, terbiye eden kim? Diye soru yeni bir acılımla tekrar yankılandı.
Dunyadayken ihtiyaclarını karşılayan, kendisini surekli yonlendiren bir gucun silueti gozlerinin onunden gecti. Hafiften gulumsedi. Cevabı bulmanın huzuru yuzune yansımıştı.
-Tamam buldum cevabı! Şimdi hatırladım. Benim Rabbim evet evet benim Rabbim Paradır. Ben ihtiyaclarımı onunla karşılar, onu nerede kazanacaksam oraya yonelirdim. Herkes onun icin harıl harıl calışıyordu. Aslında bircok kişinin rabbi paraydı. İşte benim de rabbim Paradır.
Melekler başlarını salladılar. Mutebessimdiler. Karşılarındakini korkutmaktan cok, onun yureğine serin bir ruzgÂr estirerek doğruya yelken acmasını sağlıyorlardı. Ahmet yanıldığını anlayınca yuzu sapsarı kesildi. Ruhunda hissettiği kaybetme korkusunun dayanılmaz acısı yuzune yansımıştı.
Kim di kim di benim Rabbim? Kendi kendine konuşuyordu. Gokyuzune baktı. Gece buradan da farklı değildi. Yıldızlar ışıl ışıldı. Ay gulumsuyordu. Ama Ahmet bunları gorebilecek ve ruhunu dinginleştirecek bir halde değildi. İşte tam bu sırada ay gibi parlak yuzuyle sevdiği kadın cıktı karşısına. Gulumsuyordu. İlkbaharda cicekten ciceğe konan kelebek kadar hafifleşti ruhu. Şimdi ağacların ustunde ucuyordu. Kendinden gecmişti. İşte Rabbini bulmuştu. Hani kankası değil miydi? Olumune sevmemişler miydi birbirlerini. Boylesine buyuk bir aşkın sahibi değil de kim olabilirdi Rab? Sevincle haykırdı;
-Rabbim sevdiğim kadın, sevdiğim kadın Rabbim!
Heyecan doruktaydı. YHSnin ilk sorusunu gecme umdu yuzunu tekrar ilkbaharın tatlılığına bırakmıştı. Merak, heyecan ve stresle meleklerin yuzune bakıyordu. Onlar yine mutebessimdi. Guven veriyorlardı. Ama Ahmet beklediği guzel karşılığı alamadı. Yine o apaydınlık yuzlerinde hayırın kahredici ruzgÂrlarını hissetti yureğinde.
Umudu tukeniyordu. Gecenin karanlığı ruhunu kuşatıyordu. Hani olumune sevmiş ve onun icin ne fedakÂrlıklarda bulunmuştu. Ailesini, yakınların, hepsini terk edecek derecede yureğinde taht kurdurmuş, kalbinin sultanı yapmıştı. Nasıl olur, nasıl olur! Guvendiğim, yıllarca peşlerinden koştuğum kazanmak icin hayatımı kahrettiğim şeyler şimdi benden uzaklaşıyor, bana yardımcı olmuyor. Ahmetin ruhu pişmanlık vadilerinde duşe kalka dolaşıyordu. Başını elleri arasına almış gozyaşlarını akıtıyordu.
Gozyaşlarının damlalarında bir bir cocuklarının yuzu geciyordu nemli gozlerinden. Son bir cırpınışla kendine geldi. Rabbini kaybetmemek icin gozyaşlarını silmedi. Cunku Rabbi gozyaşlarında kendisine rahmet nişanını gostermişti. Puslu gecenin pişmanlık kokan şerrinden kurtulacaktı. Yeniden bir kuş gibi ozgur bir ruhla havalarda ucacaktı.
Gozlerinden akan yaşları avuclarına aldı. Dudaklarına goturdu. Sevgiyle optu. Sonra karşısında duran meleklere kendinden gayet emin bir ifadeyle seslendi;
-Evet evet benim Rabbim cocuklarımdır! Gecemi gunduzume kattım, onlar icin olumlerden dondum, kendimi onların varlığına feda ettim. Olsa olsa cocuklarımdır Rabbim! Soğuk gecelerin sisli sabahlarında, kavurucu sıcakların uzun gunlerinde onlar icin tatlı yatağımı terk ettim. İşte onlardır benim Rabbim!
Meleklerin yuzundeki tebessum kaybolmamıştı. Ama Ahmet, verdiği iki yanlış cevabın sonunda gorduğu tebessumden bu cevabının da isabetli olmadığını anlamıştı.
Hayır hayıııııııııııııııır olamaaaaaaaaaz! Kim kim benim Rabbim o zaman soyleyin soyleyin! diye haykırmaya başlamıştı. Gece gozlerinde yeniden puslanmıştı. Artık etrafını secemez olmuştu. Ruhu sıcakta eriyen kardan adam gibi şekil değiştiriyordu. Yuzunun aydınlığında garip cizgiler oluşmaya başlıyordu.
YHSdeki ilk soru cok cetin geciyordu. Melekler her cevabında tatlı bir tebessumle başlarını sallıyorlardı. Nemli toprak ayaklarının altından kayıyordu. Belki de kendisi oyle hissediyordu. Sorunun girdabına kapılan ruhu havalarda ucuyordu.
Meleklerin sesi, puslu gecenin sukûnetinde yeniden yankılandı mezarlığın semasında;
-Rabbin kim?
İmamın telkinini hatırlamaya calışıyordu. Kopya cekecekti. Ama oylesine buyuk bir duygu anaforunun icindeydi ki, hicbir şey hatırlayacak gibi değildi. Ancak bu sefer de gozunun onune basamaklarını tırmanırken bircok kişiyi uğruna tepelediği kariyeri geldi. Oturduğu koltuktan aldığı hazzı ve insanların karşısında elpence divan duruşunu hatırladı. Rab karşısındakileri eğilten, saygı duyurtan ve varlığıyla mutlu kılan değil miydi? Tamam, tamam işte oldu! Şukur buldun seni Rabbim diye kendi kendine sesli bir şekilde duşunmeye başladı. Bu duşuncesini yuksek sesle meleklere karşı da soyledi;
-Rabbim kariyerimdir. Uğruna yıllarımı verdiğim, ceşitli insanları tepelediğim, karşımda insanları saygıyla hizaya geciren kariyerimdir benim Rabbim, dedi.
Cevabı verdikten sonra meleklerin yuz ifadesini okumaya calıştı. Hayııııııııııııııııııır!
Yine yanlıştı cevabı ve husran bir poyraz gibi vurmuştu Ahmetin yuzunu. Olamaz, olamaz uğurlarına bu kadar emek verdiklerim burada hep hayal oldu. Ben ne yapacağım şimdi!
Mezarının nemini hissetmediği toprağına oturdu. Başını bin bir pişmanlık kokan bir duygu atmosferinde iki eli arasına aldı. Ağlıyordu.
Melekler ellerinden tutup havalandırdılar. Şimdi Ahmet meleklerin kanadında havada ucuyordu.
-Nereye, nereye goturuyorsunuz bırakın bırakın beni!
Ama melekler, aldıkları emre muhalefet etmeyen varlıklar bu pişmanlık kokan nefesin haykırışlarını duymuyorlardı. Ahmeti havalandırmış goturuyorlardı.
devamı var?
İlk Gece...
KABİRDE İLK GECE (6) CI BOLUM
Ahmet eski dunyasını kuş bakışı seyrediyordu. Pişmanlık icini kemiren bir kurda donuşmuştu. Keşkeler ruhunun arenasında cirit atıyordu. Meleklerin kanatlarında birinci gokte yukseliyordu. Yıldızlar, ay hepsi gerilerde kalıyordu. Daha once ucakla yaptığı seyahatleri hatırlamıştı. Ama hicbir zaman boyle bir yuksekliğe cıkmamıştı.
Artık Ahmetin sesi soluğu cıkmıyordu. Bağıracak takati kalmamıştı. Belki de konuşacak, soz soyleyecek yuz bulamıyordu. İşte bu duygularla meleklerin kanadında birinci kat goğun sınırına varmışlardı. Melekler ikinci kat goğun bekcilerine seslendiler;
-Hey acın kapıyı biz geldik.
-Siz kimsiniz?
-Biz Ahmet TAVİLin sorgu melekleriyiz.
-Tamam acıyoruz.
Kapı yavaşca acılmaya başladı. Ama gorulmeye değer bir manzaraydı. Gok ikiye ayrılıyordu. Alt kattaki yıldızlar yerlerinde durmalarına rağmen yeni katın sınırı surmeli kapı gibi acılıyordu. Ahmet şaşkın gozlerle olayı seyrediyordu.
-Nasıl YHSnin ilk sorusunu cevaplandırabildi mi? Soruyu kapıda biraz asık suratla duran melek sormuştu. Bu melekler sorgu melekleri kadar mutebessim değildiler. Ahmet onlara bakınca urktu. Şimdi biraz daha korkuyordu. Soruyu cevaplayamadığını oğrenince acaba ne yapacaklar diye sessiz bir korkuya burundu.
-Hayır cevap muspet değil. Dunyada eliyle yaptığı putları rableştirdi.
-O halde sonu hicte hayır olmayacak desene! Yolunuzdan kalmayın. Daha sizi bekleyen işleriniz var. Bunu soylerken hafiften tebessum ederek Ahmete baktı.
Melekler ikinci kat goğun kapısından gectiler. Etrafta melekler gruplar halinde ucuyorlardı. Oyle buyuk bir dunyaya adım atmışlardı ki, Ahmet yeni dunyanın ikinci katının buyukluğunden, neredeyse olmayan dilini yutacak derecede şaşırdı.
Etrafı seyre koyuldu. Merakı korkusuna galip gelmişti. Saraylar, koşkler ışıl ışıl parıldayan yıldızlar, gruplar halinde melekler yeni dunyayı epey hareketli kılıyordu. Her bir sarayın buyukluğu ise Ahmetin tahminine gore (kuşbakışı seyrinden gozlemlediği kadar) orta olcekli bir ilce buyukluğundeydi. Kimi saraylar yukarılara doğru cıktıkca daha da buyuyor ve manzarası guzelleşiyordu.
Ahmet merak ve heyecanla karışık bir duygu atmosferinde meleklere;
-Bu koşk ve saraylar kimlere ait, kimler yaşıyor buralarda?
Melekler Ahmete karşı hala mutebessim bakışlarını kaybetmemişlerdi. Onun sorusunu cevapsız bırakmadılar;
-Bu gorduğun saraylar cennetin en alt tabakasına girmeye hak kazananlar icin yapılmıştır. Yukarıya doğru cıktıkca makamlarda değer kazanıyor. Şu gorduğun en alttaki ile şu yukarıdakinin değeri bile farklıdır. Ama hepsi cennette Allahın rahmetindedirler. Onlar icin en guzeli ise Allahın rahmetini gozlerinde hissettikleri gundur.
-Allahın rahmetini nasıl hissediyorlar?
-Onu da ancak cenneti hak edenler yaşayabilir.
Ahmet kendinden gecmiş bir şekilde kendini cennette hayal ediyordu. Birden dalıp gitti. Ama meleklerin kanatlarında yukseldiğini hissettiğinde hayalinden uzaklaşmak zorunda kaldı.
-Hadi gidiyoruz!
-Nereye nereye!
-Layık olduğun yere gidiyoruz. Sabredersen oğrenirsin.
Bu sırada Ahmet sarayların yanından gecerken yaldızlı levhalarda yazılı isimler gordu. Işıl ışıl parlıyordu. Kimisi gumuş, kimisi, bronz, kimsi altınla kaplıydı. Ama hepsi bir gecenin karanlığında denize yansıyan yakamoz gibi ışıldıyordu. Sevinci, mutluluğu hatırlatıyordu. Ahmet merak ve korku dolu bir yurekle meleklere seslendi;
-ŞeyyyŞu koşklerin ustunde parıldayan isimler neyin nesi?
-Ha onlar mı! Onlar cennet sakinlerinin isimleri.
Ahmet gorduğu harika manzara ve daha en alt basamaktaki odul karşısında hayranlığını gizleyemedi.
- Vay be! Ne harika şeyler!
Ahmet boylesine buyuk guzelliklerden kendisinin mahrum olmasından dolayı buyuk bir huzun duydu. Bu pişmanlık ruh haliyle meleklerin kanatlarında yukselirken birden heyecanlandı. Cunku parıldayan koşk ışıklarında tanıdık bir isme rastladı. Dikkatlice baktığında yanılmadığını anladı.hemen meleklere donerek;
-Şey bir dakika şuraya bakabilir miyim? Sanki tanıdık bir isme rastladım.
Melekler gayet sakin bir ifadeyle;
-Tabi ki tanıdık birine rastlayacaksın. Cunku burası dunyanın devamı. Burada bulunanlar hep dunyadan gelenler.
-Yok oyle değil, bu benim akrabam, anneannem. Şu Pembe YEŞİL yazan koşk var ya işte orası. Biraz bakabilir miyim?
Melekler Ahmetin isteğine anlamlı bir karşılık verdiler. Koşkun biraz yakınına doğru ilerlediler. Ahmet bu sırada sarayın terasında uzun saclarını ruzgara vermiş olan bir genc kızı gordu. Bu kız hicte ninesine benzemiyordu.
-Bu isim anneannemin ama, kendisine benzemiyor. O olduğu zaman yaşlı guzeli bir kadındı. Şimdi ise orada gencecik bir kız duruyor. Bu nasıl olur?
Melekler Ahmetin şaşkınlığına tebessumle karşılık verdiler. Sonra gayet net şekilde acıklamasını yaptılar;
-İnsanlar cenneti hak ettikleri zaman dunyanın tum zorlukları ve beden fonksiyonunu bitiren ozellikleri kaybolacaktır. Geriye surekli olara genclik iksirini kullanan bir beden ve ruh kalacaktır. Bunun yanı sıra kadınlar ne yaşlı olursa olsun, ne kadar evli olursa olsun cennette bakire olarak yineden dizayn edileceklerdir. İşte senin anneannen de cennetlik kadınlardan. Aşağı derecede olmasına rağmen cenneti hak ettiği icin gecliği ve bekareti daim olanlardan olacaktır. İşte cennetliklere vaad edilen guzelliklerden bir enstantanede budur. Seyre doyum olmaz. Ancak cenneti hak etmek gerek.
Bu sozlerden sonra Ahmet meleklerin kanatlarında yukselmeye devam ediyordu. Nihayet uzaktan buyuk yanardağın volkan patlatmasını anımsatan bir kızıllık gorulmeye ve uğultu duyulmaya başladı. Ahmet bu goruntu karşısında urktu. İcinin yandığını hissetti. Volkanın lavları, korkunc bir ejderhanın ağzından fışkıran ateş topları gibiydi. Bu dehşet denizinin uzerine ise ince ve uzun bir kopru kurulmuştu. Kimileri surunerek, kimileri, koşarak, kimileri ucarak geciyordu. Kimileri ise şimşek hızıyla yol alıyorlardı. Cok işlek bir kopruydu. Bunun ne olduğunu merak etti.
-Şu şu uzakta gorunen şey nedir?
-O mu? Kızıl alevlerin yayıldığı yer cehennem. Onun uzerinde kurulu olan ise sırat koprusu. Herkes dunyadaki iyiliği oranında hız alarak geciyor kopruyu. Ama ilk soruda takılanlar ise kopruye tutunma şansını da kaybediyor. Balıklama ateş denizinin icine dalıyor.
Ahmetin tum zerresi titriyordu. İlk soruda takılmanın depresyonu şimdi daha fazla kuşatmıştı. Ayakları birbirine carpıyor, ruhu yeniden olecekmiş gibi daralıyordu. Bu sırada tam o dehşet denizinin ustune gelmişlerdi. Ahmetin yuzunu akşam kızıllığı değilse de, alev kızıllığı sarmıştı. Birden kendisini yere doğru pike yaparken buldu. Melekler, kanatlarında taşıdıkları Ahmeti bırakmışlardı. Cırpınmaya başladı. Duyulmayan haykırışları yureğini yırtıyordu. Ama tek başınaydı. Hic kimse, hicbir şey yoktu yanı başında. Ne tanrısal niteliğe burundurulen para, servet,altın, mucevher ne, guzellikleriyle akılları darmadağın eden kadınlar, ne sevgileriyle yurekleri yakan cocuklar, ne de kişisel hırsla putlaştırılan kariyer, mevki, makam ve koltuklar hicbiri yoktu. Şimdi ateş dehlizine doğru iniyordu. Ateşin gazabı yuzunu yalıyordu. Ruzgar tum şiddetiyle ateş esiyordu. Ahmet ise panik icinde yukarıya doğru cıkmaya calışıyordu. Ama butun cabaları nafileydi. İşte ruhu tam sırat koprusunun ustundeydi. Ateşin onu yutmasına ramak kalmıştı
DEVAM EDECEK?
SLM VE DUA İLE KALIN
Kabir de İlk Gece...
Bu yazının devamını ereden bulabilirim..
Kabir de İlk Gece...
Dini Bilgiler0 Mesaj
●17 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Kabir de İlk Gece...
-
13-09-2019, 06:43:55