Ebu Bekr-i Sıddık
Ebu Bekr-i Sıddık Kimdir
Ebu Bekr-i Sıddık Nedir



Peygamberlerden sonra insanların en ustunu.

Hazret-i Ebû Bekir, daha Musluman olmamıştı. Cok tesîrinde kaldığı bir ruyĂ‚ gordu. Gokten dolunay inip, KĂ‚be-i muazzamaya gelmiş ve sonra parca parca olmuş, parcalar Mekkedeki her evin uzerine duşmuş, sonra da tekrar bir araya gelip goğe yukselmişti. Fakat, kendi evine duşen ay parcası evde kalmış tekrar goğe yukselmemişti. Hazret-i Ebû Bekir, evin kapısını kapayarak, ay parcasının cıkmasına mĂ‚ni olmuştu.

Kavminden Peygamber gelecek
Sabahleyin heyecanla uyanan Hazret-i Ebû Bekir, hemen bir Yahûdî Ă‚limine gidip, ruyĂ‚sını anlattı. O da dedi ki:
- Bu ruyĂ‚ karışık ruyĂ‚lardan biridir. Bunun tabîri yapılamaz.
Fakat bu soz Onu tatmin etmemişti. Devamlı bu ruyĂ‚nın tabîrini duşunuyordu.

Bir zaman sonra ticĂ‚ret maksadıyla gittiği yerde, rĂ‚hip Bahîraya ruyĂ‚sını anlattı. RuyĂ‚ Bahîranın cok dikkatini cekti. Bunun icin Hazret-i Ebû Bekire sordu:
- Sen nerelisin?
- Kureyştenim.
- Tamam. Şimdi ruyĂ‚nı tabîr edeyim. Mekkede, bu kavimden bir peygamber gelecek, Onun hidĂ‚yet nûru her yere yayılacak. Sen, O hayatta iken Onun vezîri, vefĂ‚tından sonra da Halîfesi olacaksın!..
Hazret-i Ebû Bekir ne yapacağını şaşırmış hĂ‚ldeyken, rĂ‚hip Bahîra sozlerine şoyle devam etti:
- Şimdi sen hemen memleketine don! Ona ulaş! Ona vahiy gelmeye başladığında, git herkesten once Ona îmĂ‚n et!

Hazret-i Ebû Bekir bu tabîri kimseye anlatmadı. Peygamber efendimiz, peygamberliğini teblîğe başlayınca sordu:
- Peygamberlerin, peygamber olduklarına dĂ‚ir delîlleri vardır. Senin delîlin nedir?
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Peygamberliğime delîl, o ruyĂ‚dır ki, bir Yahûdî Ă‚liminden tabîrini istedin. O Ă‚lim, “Karışık bir ruyĂ‚dır, itibĂ‚r edilmez dedi. Sonra rĂ‚hib Bahîra, doğru tabîr etti. YĂ‚ EbĂ‚ Bekr, seni Allahu teĂ‚lĂ‚ya ve Resûlune îmĂ‚n etmeğe davet ederim.

Bunun uzerine, Hazret-i Ebû Bekir, kelime-i şehĂ‚det getirerek Musluman oldu. Zaten bir gece once şoyle duşunmuştu:

Aklıma yatmıyor
“Baba ve dedelerimizin sectiği din, hic aklıma yatmıyor. ZîrĂ‚ hicbir zarar ve fayda vermeye kĂ‚dir olmayan bir heykele tapınmak, ibĂ‚det etmek akıllıca bir iş değildir. Bu kadar muazzam bir kĂ‚inĂ‚tın bir yaratıcısı olması lĂ‚zımdır. Fakat bunu kendi aklım ile bulmam mumkun değildir. Yarın gidip durumu Muhammed aleyhisselĂ‚ma anlatayım. Bu durumu ancak Ona arz edebilirim. ZîrĂ‚, olgun ve akıllı, doğru goruşlu, hic yalan soylemiyen bir kimsedir. Herkes Ondan Muhammed-ul emîn diye bahsetmektedir. O, ne yapmamı isterse ona gore hareket ederim.

Resûlullah efendimiz de, aynı gece, Hazret-i Ebû Bekiri İslĂ‚ma daveti duşunmuştu. Sabah olunca her ikisi de aynı duşunce ile birbirlerinin evine gitmek uzere evlerinden cıktılar. Yolda karşılaştıklarında, “Sozleşmeden birleştik dediler.

Hazret-i Ebû Bekir, Peygamber efendimizin huzurlarında Musluman olur olmaz, hemen yakın arkadaşları hatırına geldi:
- YĂ‚ Resûlallah, musĂ‚ade ederseniz, yakın arkadaşlarımı da huzûrunuza getirip, onların da Musluman olmalarını arzû ediyorum. Onların da ebedî saĂ‚dete kavuşmalarını istiyorum, diyerek arkadaşlarına koştu.

Arkadaşlarım dediği, Hazret-i Osman, Hazret-i TalhĂ‚ bin Ubeydullah, Hazret-i Zubeyr, Hazret-i AbdurrahmĂ‚n bin Avf, Hazret-i Sad bin Ebî VakkĂ‚s ve Hazret-i Ebû Ubeyde bin CerrĂ‚h gibi, ileride EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın ileri gelenlerinden ve Cennetle mujdelenenlerden olacak kimselerdi.

Gelin îmĂ‚n edin
Hazret-i Ebû Bekir, yeni Musluman olmasının aşk ve şevkiyle, Mescid-i HarĂ‚ma vardığında, dayanamayıp, muşrikler tarafına donerek seslendi:
- Butun kĂ‚inĂ‚tın yaratıcısı olan Allahu teĂ‚lĂ‚yı bırakıp, nicin gidip, bu Ă‚ciz putlara tapıyor, onlara yuz suruyorsunuz. Gelin, Allaha ve Onun resûlu Muhammed aleyhisselĂ‚ma îmĂ‚n edin!

Bunun uzerine muşrikler, hep birlikte uzerine yuruduler. Kendisini cok fecî şekilde dovduler. Kabîlesinden gelen bazı kimseler, kendisini baygın bir hĂ‚lde evine goturduler.

Hazret-i Ebû Bekir, uzun bir sure kendisine gelemedi. Ayılması icin yapılan butun gayretlerden bir netîce alınamıyordu. Artık, umitsiz bir şekilde başında beklemeye başladılar. NihĂ‚yet akşam ustu biraz kendine gelir gibi oldu. Gozunu acar acmaz, ağzından cıkan ilk kelĂ‚m şu oldu:
- Resûlullah, ne yapıyor, O ne hĂ‚ldedir? Ona birşey oldu mu?
Annesi Ummulhayr sevinc icinde dedi ki:
- Yavrum, bir şey arzû eder misin, yiyip icmek ister misin?
- Anneciğim, ben Resûlullaha birşey oldu mu diye soruyorum. Onun hakkında bana bilgi getirmediğin takdîrde, ne bir lokma yerim, ne de birşey icerim.
- EvlĂ‚dım, vallahi, Onun hakkında bir bilgim yok. Onun icin sana cevap veremiyorum. Sen biraz ye, kendine gel. Sonra Onun durumunu oğrenirsin.
- Hayır anne!.. Sen Umm-i Cemile git ve de ki: Oğlum Ebû Bekir, senden Resûlullahı soruyor. Acaba ne hĂ‚ldedir?

Annesi de îmĂ‚n etti
Annesi hemen gidip, Umm-i Cemile durumu anlattı.
Daha sonra, annesi ve Umm-i Cemilin yardımıyla, yavaş yavaş Hazret-i Erkamın evine vardı. Peygamber efendimizi sağ sĂ‚lim gorunce cok sevindi, Resûlullaha sarıldı. Artık butun ağrılarını unutmuştu. Peygamber efendimize dedi ki:
- YĂ‚ Resûlallah! Bu benim annem SelmĂ‚dır. Ona duĂ‚ etmenizi istiyorum. O da hidĂ‚yete kavuşsun!

Peygamber efendimiz duĂ‚ buyurdu. Boylece annesi de, îmĂ‚n ile şereflendi ve ilk Muslumanlardan oldu.

Resûlullah efendimiz MirĂ‚ca cıktıktan sonra, ertesi gun, KĂ‚be yanında mirĂ‚cını anlatınca, işiten muşrikler, inkĂ‚r edip, alay etmeye başladılar. Musluman olmaya niyetli olanlar da vazgectiler.

Muşrikler, “Tamam, bu defa bir koz yakaladık diyerek Hazret-i Ebû Bekire gidip sordular:
- Ey EbĂ‚ Bekr! Sen cok defa Kuduse gidip geldin. İyi bilirsin. Mekkeden Kuduse gidip gelmek, ne kadar zaman surer?
- İyi biliyorum. Bir aydan fazla.

Mi'rĂ‚cınız mubĂ‚rek olsun!
KĂ‚firler bu soze sevindi. “Akıllı, tecrubeli adamın sozu boyle olur dediler. Gulerek, alay ederek ve Hazret-i Ebû Bekirin de kendi kafalarında olduğuna sevinerek, “Senin efendin, Kuduse bir gecede gidip geldiğini soyluyor diyerek, Ebû Bekire sevgi, saygı gosterdiler.

Hazret-i Ebû Bekir, Resûlullahın mubĂ‚rek adını işitince;
- Eğer O soyledi ise, inandım. Bir anda gidip gelmiştir, deyip iceri girdi.

KĂ‚firler neye uğradıklarını anlıyamadı. Onlerine bakıp gidiyorlar ve bir taraftan da diyorlardı ki:
- Vay canına, Muhammed ne yaman buyucu imiş. Ebû Bekire de sihir yapmış.

Hazret-i Ebû Bekir hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Buyuk kalabalık arasında, yuksek sesle dedi ki:
- YĂ‚ Resûlallah! MirĂ‚cınız mubĂ‚rek olsun! Allahu teĂ‚lĂ‚ya sonsuz şukurler ederim ki, bizleri, senin gibi buyuk Peygambere, hizmetci yapmakla şereflendirdi. Parlıyan yuzunu gormekle ve kalbleri alan, rûhları ceken tatlı sozlerini işitmekle nimetlendirdi. YĂ‚ Resûlallah! Senin her sozun doğrudur. İnandım. Canım sana fedĂ‚ olsun!

Boylece Hazret-i Ebû Bekir, o gun tereddude duşen Muslumanların tereddutlerini giderdi, diğerlerinin manevîyatlarını guclendirdi. Boyle tereddutsuz îmĂ‚n etmesinden dolayı Resûlullah, o gun Hazret-i Ebû Bekire Sıddîk dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yukseldi.

Beraber hicret ederiz
Mekkede muşriklerin, Muslumanlara yaptıkları baskılar ve işkenceler uzerine, Muslumanların coğu, Resûlullah efendimizin izniyle Medîneye hicret etti. Hazret-i Ebû Bekir de hicret icin izin istediğinde, Resûl-i ekrem buyurdu ki:
- Sabreyle. Umîdim odur ki; Allahu teĂ‚lĂ‚ bana da izin verir. Beraber hicret ederiz.
- Anam-babam sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ Resûlallah! Boyle ihtimĂ‚l var mıdır?
- Evet vardır.

Peygamber efendimizin bu cevapları, Hazret-i Ebû Bekiri sevindirmişti.Bunun uzerine Hazret-i Ebû Bekir hazırlıklara başladı. Hicret icin iki deve satın aldı ve o gunu beklemeye başladı. Artık Mekkede sadece; sevgili Peygamberimiz ile Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ali, fakîrler, hastalar, ihtiyĂ‚rlar ve muşriklerin hapse attığı muminler kalmıştı.

Diğer taraftan Medîneli Muslumanlar, yanî EnsĂ‚r, hicret eden Mekkelileri yanî MuhĂ‚cirleri cok iyi karşılayıp, misĂ‚fir ettiler. Aralarında kuvvetli bir birlik meydana geldi.

Resûlullah efendimiz, hicret gecesi, Allahu teĂ‚lĂ‚nın emriyle evinde Hazret-i Aliyi bırakıp, muşriklerin uzerine toprak sacarak uzaklaşıp, Hazret-i Ebû Bekirin evine gitti. Hazret-i Ebû Bekire buyurdu ki:
- Hicret etmeme izin verildi.
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk heyecanla sordu:
- MubĂ‚rek ayağınızın tozuna yuzumu sureyim yĂ‚ Resûlallah! Ben de beraber miyim?
Efendimiz cevap verdiler:
- Evet...
Anam-babam fed olsun

Hazret-i Ebû Bekir sevincinden ağladı. Gozyaşları arasında dedi ki:
- Anam-babam sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ Resûlallah! Develer hazır. Hangisini murĂ‚d ederseniz, onu kabûl buyurunuz.
- Benim olmayan deveye binmem. Ancak bedeliyle alırım.
Bu kesin emir karşısında mecbur kalan Hazret-i Ebû Bekir, devenin bedelini soyledi.

Hazret-i Ebû Bekir, Abdullah bin Ureykıt isminde, kılavuzluğu ile meşhûr olan zĂ‚tı cağırıp, yol gostermesi icin ucretle tuttu ve develeri uc gun sonra Sevr dağındaki mağaraya getirmesini emretti.

Safer ayının 27si perşembe gunu, Peygamber efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk, yanlarına bir miktar yiyecek alarak yola cıktılar. İzleri belli olmasın diye parmaklarına basarak gidiyorlardı. Hazret-i Ebû Bekir, Resûlullahın cevresinde, bazan sola, bazan sağa, one, arkaya gidiyordu. Peygamberimiz, nicin boyle yaptığını sorunca dedi ki:
- Etraftan gelecek bir tehlikeyi onlemek icin. Eğer bir zarar gelirse once bana gelsin. Canım yuksek zĂ‚tınıza fedĂ‚ olsun yĂ‚ Resûlallah!
- YĂ‚ EbĂ‚ Bekr! Başıma gelecek bir musîbetin, benim yerime, senin başına gelmiş olmasını ister misin?
- Evet yĂ‚ Resûlallah! Seni hak dinle, hak peygamber olarak gonderen Allahu teĂ‚lĂ‚ya yemîn ederim ki, gelecek bir musîbetin, senin yerine, benim başıma gelmesini isterim.

Mağara kapısı onune geldiklerinde, Hazret-i Ebû Bekir dedi ki:
- Allah icin yĂ‚ Resûlallah, iceri girmeyin! Ben gireyim, orada zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mubĂ‚rek zĂ‚tınıza bir keder, bir elem değmesin.

Ayağını yılan soktu
Sonra iceri girip, supurup temizledi. Sağında, solunda irili ufaklı bircok delikler vardı. Hırkasını parcalayıp, delikleri kapadı, fakat biri acık kaldı. Onu da okcesi ile kapayıp, Resûlullahı iceri davet eyledi.

Peygamber efendimiz iceri girdi ve mubĂ‚rek başını Hazret-i Ebû Bekirin kucağına koyup uyudu. O zaman, Hazret-i Sıddîkın ayağını yılan soktu. Resûlullahın uyanmaması icin sabredip, hic hareket etmedi. Fakat gozyaşı Resûlullahın mubĂ‚rek yuzune damlayınca buyurdu ki:
- Ne oldu y Eb Bekr?
- Ayağım ile kapattığım delikten, bir yılan ayağımı soktu.
Resûlullah efendimiz, Ebû Bekirin yarasına, iyi olması icin mubĂ‚rek ağzının yaşından surunce, acısı hemen dindi, şifĂ‚ buldu.

Resûlullah efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk icerde iken, muşrikler, iz takip ederek mağaranın onune geldiler. Mağaranın ağzının bir orumcek tarafından orulduğunu ve iki guvercinin de yuva yaptığını gorduler. İz surucu Kurz bin Alkama dedi ki:
- İşte burada iz kesildi.
Muşrikler dediler ki:
- Eğer, onlar buraya girmiş olsalardı, kapının uzerindeki orumcek ağının yırtılmış olması lĂ‚zım gelirdi. Bu orumcek, ağını, Muhammed doğmadan once ormuştur.

İceri bakmadan geri donduler
Muşrikler kapı onunde munĂ‚kaşa ederken, iceride Hazret-i Ebû Bekir endişeye kapıldı. KĂ‚inĂ‚tın sultĂ‚nı efendimiz buyurdu ki:
- YĂ‚ EbĂ‚ Bekir! Uzulme! Şuphesiz Allahu teĂ‚lĂ‚ bizimledir.
Muşrikler iceri bakmadan geri donduler.

Mağarada uc gece kalıp, pazartesi gecesi yola cıktılar. Eylul ayının 20 ve Rebîul-evvelin 8. pazartesi gunu Medînede KubĂ‚ koyune geldiler. O gun, Muslumanların Hicrî şemsî sene başlangıcı oldu.

Hazret-i Ebû Bekir, hazerde ve seferde Resûlullahtan hic ayrılmadı. Ona her zaman arkadaşlık etti. Her zaman, malını, canını fedĂ‚ etmeye hazır hĂ‚lde yanında beklerdi.

Bedir savaşında bir ara, İslĂ‚m askeri zorlanmaya başladı. Bunun uzerine, Peygamber efendimiz, Sad ve Saîd hazretlerini gonderdi. Sonra Hazret-i Ebû Zeri gonderdi. Daha sonra da Hazret-i Omeri gonderdi. Bir saat gectiği hĂ‚lde, zorlanma devam ediyordu. Bunu goren, Hazret-i Ebû Bekir, kılıcını cekip atına binmek isteyince, Peygamber efendimiz elinden tutup buyurdu:
- Yanımdan ayrılma yĂ‚ EbĂ‚ Bekr! Bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı, senin mubĂ‚rek yuzunu gormekle hafifliyor. Seninle kalbim kuvvetleniyor.

Peygamber efendimiz, Hazret-i Ebû Bekiri ağlarken gorunce buyurdu ki:
- YĂ‚ EbĂ‚ Bekir, ağlama! Arkadaşlığı ve malı, bana, senden daha bereketli olanı yoktur.

Hazret-i Ebû Bekir'in îmĂ‚nı
Hazret-i Ebû Bekir, diline hĂ‚kim olmak, luzûmsuz hicbir şey konuşmamak icin mubĂ‚rek ağzına taş koyardı. Mecbûr kalmadıkca aslĂ‚ dunya kelĂ‚mı konuşmazdı. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Ebû Bekirin îmĂ‚nı, butun muminlerin îmĂ‚nı ile tartılsa, Ebû Bekirin îmĂ‚nı ağır gelir.)

Peygamber efendimizin ilk halîfesi ve peygamberlerden sonra insanların en ustunu olmak fazîleti, ustunluğu, sadece Hazret-i Ebû Bekire nasîb olmuştur. O, dîni kuvvetlendirmek, Peygamber efendimizi memnûn etmek icin malını vermekte, duşmana karşı cihĂ‚d etmekte, hep onde olmuştur.

Hadîd sûresinde meĂ‚len buyuruldu ki:
(Mekke-i mukerremenin fethinden once, malını veren ve cihĂ‚d eden kimseye, fetihten sonra malını dağıtan ve cihĂ‚d edenden daha buyuk derece vardır. Allahu teĂ‚lĂ‚ hepsine Cenneti vadetti.)

Bu Ă‚yet-i kerîmenin, Hazret-i Ebû Bekirin fazîletini ve derecesinin yuksekliğini gosterdiğini Ă‚limlerimiz soz birliği ile bildirmişlerdir.

Ebu Bekr-i Sıddık

Tevbe sûresinde de, once îmĂ‚na gelenlerden, her fazîlette one gecenlerden, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rĂ‚zı olduğu bildirilmiştir.

Allah ve Resulunu bıraktım
Tebuk gazĂ‚sında, Resûlullah, herkesin yardım yapmasını emir buyurunca, herkes malının bir kısmını getirip verdi. Hazret-i Omer, her zaman en cok yardımı yapan Hazret-i Ebû Bekiri, bu defa geceyim diye, malının yarısını alıp getirdi. Sonra Hazret-i Ebû Bekir de malını getirip teslîm etti. Peygamber efendimiz sordu:
- YĂ‚ Omer, evine ne kadar mal bıraktın?
- YĂ‚ Resûlallah, bu kadar da eve bıraktım.

Sonra Hazret-i Ebû Bekire donup sordu:
- YĂ‚ EbĂ‚ Bekr, sen evine ne bıraktın?
- YĂ‚ Resûlallah, evime birşey bırakmadım. Tamamını buraya getirdim. Onlara Allah ve Resûlunu bıraktım.

Resûlullah efendimiz Hazret-i Omere donerek buyurdu ki:
- İkinizin arasındaki fark, cevaplarınız arasındaki fark kadardır.

Hazret-i Ebû Bekirin, Peygamber efendimizin vefĂ‚tından sonra da cok buyuk hizmetleri oldu. ZîrĂ‚ Peygamber efendimiz vefĂ‚t edince, EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın aklı başından gitti. Mescidde ağlaşmaya başladılar. Hic kimsenin inanası gelmiyordu.

Hele Hazret-i Omer tamamen kendinden gecmiş bir hĂ‚lde idi. Peygamber efendimizin mubĂ‚rek yuzune bakıp diyordu ki:
- Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı cok ağır.

Olum sozunu ağzına almadığı gibi, kimsenin de soylemesini istemiyordu. Dışarı cıkıp dedi ki:
- Kim “Resûlullah oldu derse, kılıcımla boynunu vururum!

Resûlullah da vefĂ‚t edecektir
Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i AbbĂ‚sın EshĂ‚b-ı kirĂ‚m arasında bir ağırlığı vardı. EshĂ‚b-ı kirĂ‚mı ancak bunlar teskin edebilirdi. Bunun icin beraber mescide gittiler. Hazret-i Ebû Bekir buyurdu ki: - Ey insanlar! Resûlullahın, “Ben vefĂ‚t etmiyeceğim dediğini icinizde duyan var mı?
- Hayır, boyle bir soz duymadık.
Sonra Hazret-i Omere donup sordu:
- YĂ‚ Omer, bu husûsta sen birşey duydun mu?
- Hayır duymadım.
Sonra EshĂ‚b-ı kirĂ‚ma donup buyurdu ki:
- Hic kimse, Resûlullahın vefĂ‚t etmiyeceğini soyliyemez. CenĂ‚b-ı Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah olumu tatmış bulunmaktadır. Allahu teĂ‚lĂ‚ KurĂ‚n-ı kerîmde, “Muhakkak, sen de oleceksin, onlar da olecektir buyurmaktadır. Resûlullah, İslĂ‚miyetin butun hukumleri tamamlandıktan sonra, aramızdan ayrıldı. Artık kendimize gelip, defin işlerini tamamlayalım.

Sonra, Hazret-i AbbĂ‚s da buna benzer konuşmalar yaptı. Boylece EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın aklı başlarına geldi.

Sevgili Peygamberimiz bir gun EshĂ‚b-ı kirĂ‚m ile sohbet ederken, “Şehîdliğin fazîletlerini anlatıyorlardı. Şehîdlerin şefĂ‚ati hakkında buyurdu ki:
- KıyĂ‚met gununde şehîdler, mahşer yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar. Onlar, cocukları, akrabĂ‚ları ve dostlarından 70 bin kişiye şefĂ‚at ederler.

GazĂ‚nız mubĂ‚rek olsun
Bu sozleri işiten Hazret-i Nevfel, Resûlullah efendimizden, şehîd olmak icin duĂ‚ istedi. Resûlullah efendimiz de duĂ‚ ettiler.

Bir muddet sonra, muhĂ‚rebeye cıkıldı. Peygamber efendimiz de aralarında bulunuyordu. Bu muhĂ‚rebe Hazret-i Nevfelin duĂ‚sından sonraki ilk muhĂ‚rebe idi. Ve bu muhĂ‚rebede Hazret-i Nevfel şehîd duşerek, arzûsuna kavuştu.

Peygamber efendimiz ve EshĂ‚bı, muhĂ‚rebeden donuyorlardı. Karşılamaya gelenler arasında, Hazret-i Nevfelin hanımı, cocukları ve yaşlı annesi vardı.

Yaşlı annesi, “GazĂ‚nız mubĂ‚rek olsun dedikten sonra Resûlullaha, oğlunu sordu. Peygamber efendimizin gozleri nemlendi. Oğlunun şehîdlik haberini vermeye mubĂ‚rek kalbi dayanamadı. Elleriyle arkayı işĂ‚ret edip, yoluna devam etti.

Hazret-i Nevfelin annesi, Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen, Allahın arslanı Hazret-i Aliye de aynı şekilde oğlunu sordu. O da şehîdlik haberini veremeyip, arkayı işĂ‚ret etti.

Yaşlı kadın daha sonra, Hazret-i Omere ve Hazret-i Osmana rastladı. Onlara da oğlunun durumunu sordu. Onlar da cevap veremeyip Resûlullahın yaptığı gibi arkayı işĂ‚ret ettiler.

En son gelen Hazret-i Ebû Bekir idi. Kadıncağız buyuk bir umitle sevgili Peygamberimizin azîz arkadaşına yaklaşarak aynı şeyleri sordu.

Hazret-i Ebû Bekir kendi kendine duşundu:
“YĂ‚ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım. Eğer doğruyu soylersem, mahzun kalbleri uzmuş olacağım. Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz cekindi. Ona nasıl aykırı davranabilirim. Sen bana oyle bir şey ilhĂ‚m et ki, bu gariplerin yureği daha fazla yanmasın Allahım!

YĂ‚ Allah!.. YĂ‚ Nevfel!..
Daha sonra, Hazret-i Ebû Bekir, butun kalbiyle:
- YĂ‚ Allah!.. YĂ‚ Nevfel!.. diye bağırdı.

İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı, yıldırım hızıyla yanlarına yetişerek dedi ki:
- Buyur yĂ‚ Sıddîk, beni mi cağırdın?
Bu atlı, Hazret-i Nevfelden başkası değildi.

Sonra, CebrĂ‚il aleyhisselĂ‚m gelip, Peygamber efendimize şunları soyledi:
- YĂ‚ Resûlallah! Hak teĂ‚lĂ‚nın selĂ‚mı var. “Eğer Peygamberin mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi, yuceliğim hakkı icin, butun şehîdleri diriltirdim. Cunku, Ebû Bekir, cĂ‚hiliyye devrinde bile yalan soylememiştir buyurdu.

Bu hĂ‚diseden sonra, Hazret-i Nevfel senelerce yaşadı. NihĂ‚yet, “YemĂ‚me cenginde tekrar şehîdlik şerbetini icti.