Omer-ul Faruk
Omer-ul Faruk Kimdir
Omer-ul Faruk Nedir
AdĂ‚letin timsĂ‚li ikinci buyuk halîfe.
Hazret-i Hamzanın Musluman olması uzerine, Mekkeli muşriklerin telĂ‚ş ve endîşeleri had safhaya varmıştı. Cunku parmakla gosterilen kahramanlardan biri de Musluman olmuş, Resûlullahın saflarında yer almıştı. Bu beklenmedik hĂ‚dise, muşrikleri, busbutun cileden cıkardı. Hazret-i Omer bu sırada daha Musluman olmamıştı. Bir gun, Resûlullah efendimizi, gorduğu yerde oldurmek niyetiyle evinden cıktı. Sevgili Peygamberimizi Mescid-i HarĂ‚mda namaz kılarken buldu ve namazın bitmesini isteyerek, dinlemeye başladı. Habîb-i ekrem efendimiz, El-HĂ‚kka sûre-i şerîfini okuyordu.
Kalbim meyletti
HattĂ‚boğlu Omer, Peygamber efendimizin okuduklarını hayranlıkla dinliyordu. Omrunde boyle guzel sozler duymamıştı. Bunu kendisi, sonradan şoyle anlatır:
Dinlediğim bu sozlerin belĂ‚gatına, duzgunluğune, derli topluluğuna hayrĂ‚n olmuş, nicin geldiğimi unutmuştum. Bu hĂ‚diseden sonra, kalbimde İslĂ‚ma karşı bir istek hĂ‚sıl oldu.
Bu hĂ‚disenin, Hazret-i Omerin Musluman olmasında muhim tesîri olmuştur. Cunku kalbini yumuşatmış, Musluman olmasına zemin hazırlamıştır.
Hazret-i Hamzanın Musluman olmasından uc gun sonra, Ebû Cehil, muşrikleri toplayıp dedi ki:
- Ey Kureyş! Muhammed, putlarımıza dil uzattı. Bizden once gelen atalarımızın Cehennemde azĂ‚b gorduklerini, bizim de oraya gideceğimizi soyledi! Onu oldurmekten başka cĂ‚re yoktur! Onu oldurecek kişiye, yuz kızıl deve ve sayısız altın vereceğim!
Bir anda HattĂ‚boğlu Omerin kalbinden, İslĂ‚ma olan istek kayboldu ve yerinden fırlayarak dedi ki:
- Bu işi HattĂ‚boğlundan başka yapacak yoktur.
- Haydi HattĂ‚boğlu! Gorelim seni! Bu işi senden başka yapabilecek kimse yoktur.
HattĂ‚boğlu Omer, kılıcını kuşanarak yola duştu. Giderken Nuaym bin Abdullaha rastladı.
Yolda Nuaym bin Abdullah kendisine sordu:
- YĂ‚ Omer, boyle şiddet ve hiddetle nereye gidiyorsun?
- Milletin arasına nifĂ‚k sokan, kardeşi kardeşe duşuren bir kimseyi oldurmeye gidiyorum.
- YĂ‚ Omer, guc bir işe gidiyorsun. Onun EshĂ‚bı cevresinde pervane gibi donmektedir. Ona birşey olmasın diye titremektedirler. Onun yanına yaklaşıp, zarar veremezsin!
Yakınlarınla uğraş
Bu soze cok hiddetlenen Hazret-i Omer kılıcına sarıldı:
- Yoksa sen de mi onlardansın? Once senin işini bitireyim.
Nuaym bin Abdullah cevap verdi:
- Sen benimle uğraşacağına, kardeşin FĂ‚tıma ile enişten Saîdin yanına git! Onlar, coktan Musluman oldular. Sen once kendi yakınların ile uğraş!
- Hayır, onlar Musluman olamazlar.
- Bana inanmazsan, git evlerine, kendilerine sor!
Bunun uzerine Hazret-i Omer, kardeşini merak edip, ofkeyle hemen evlerine gitti. O sıralarda TĂ‚hĂ‚ sûresi yeni nĂ‚zil olmuş, eniştesi Saîd ile kızkardeşi FĂ‚tıma bunu yazdırıp, Hazret-i HabbĂ‚b bin Eret adındaki sahĂ‚bîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı.
HattĂ‚boğlu Omer, kapıdan bunların sesini duydu. Kapıyı cok sert caldı. Onu, kılıcı belinde kızgın gorunce, yazıyı saklayıp, Hazret-i HabbĂ‚bı gizlediler. Sonra kapıyı actılar. İceri girince sordu:
- Ne okuyordunuz?
- Bir şey okumuyorduk.
- Hayır, okuyordunuz. İşittiğim doğru imiş. Siz de Onun sihrine aldanmışsınız!
Nicin utanmazsın?
Hazret-i Saîdi yakasından tutup, yere attı. Kardeşi, efendisini kurtarayım derken, onun yuzune de ofkeli bir tokat indirdi. Yuzunden kan akmaya başladığını gorunce, kardeşine acıdı. FĂ‚tımanın canı yanmış, kana boyanmış idi. Fakat îmĂ‚n kuvveti, kendisini harekete getirip, Allahu teĂ‚lĂ‚ya sığınarak dedi ki:
- YĂ‚ Omer! Nicin Allahtan utanmaz, Ă‚yetler ve mucizeler ile gonderdiği Peygamberine inanmazsın? İşte ben ve zevcim, Musluman olmakla şereflendik. Başımızı kessen de bundan donmeyiz.
Sonra Kelime-i şehĂ‚deti okudu. HattĂ‚boğlu Omer, kızkardeşinin bu îmĂ‚nı karşısında birden yumuşadı ve yere oturdu. Yumuşak sesle dedi ki:
- Hele şu okuduğunuz kitabı cıkarın.
- Sen temizlenmedikce, onu sana vermem.
Omer bin HattĂ‚b gusul abdesti aldı. Ondan sonra FĂ‚tıma, Ă‚yet-i kerîme yazılı sahifeyi getirdi. Omer bin HattĂ‚b guzel okurdu.
TĂ‚hĂ‚ sûresini okumaya başladı. KurĂ‚n-ı kerîmin fesĂ‚hatı, belĂ‚gatı, manĂ‚ları ve ustunlukleri kalbini gitgide yumuşattı.
(Goklerde ve yeryuzunde ve bunların arasında ve yedi kat toprağın altındaki şeyler hep Onundur) [TĂ‚hĂ‚: 6] meĂ‚lindeki Ă‚yet-i kerîmeyi okuyunca, derin derin duşunceye daldı. Dedi ki:
- YĂ‚ FĂ‚tıma! Bu bitmez tukenmez varlıklar, hep sizin taptığınız Allahın mıdır?
- Evet, oyle ya! Şuphe mi var?
- YĂ‚ FĂ‚tıma! Bizim binbeşyuz kadar altından, gumuşten, tunctan, taştan oymalı, suslu heykellerimiz var. Hicbirinin, yeryuzunde bir şeyi yok.Şaşkınlığı busbutun artmıştı. Biraz daha okudu.
(Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka ibĂ‚det edilecek, tapılacak hak bir ilĂ‚h, bir mabûd yoktur. En guzel isimler Onundur) [TĂ‚hĂ‚: 8] meĂ‚lindeki Ă‚yet-i kerîmeyi duşundu. Sonra dedi ki:
- Hakîkaten, ne kadar doğru.
Omer ile kuvvetlendir
HabbĂ‚b bu sozu işitince, gizlendiği yerden fırladı ve tekbîr getirdikten sonra mujdeyi verdi:
- Mujde yĂ‚ Omer! Resûlullah efendimiz Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ ederek, YĂ‚ Rabbî! Bu dîni, Ebû Cehil yahut Omer ile kuvvetlendir, buyurdu. İşte bu devlet, bu saĂ‚det sana nasîb oldu.
Bu Ă‚yet-i kerîme ve bu duĂ‚, HattĂ‚boğlu Omerin kalbindeki duşmanlığı sildi, supurdu. Hemen;
- Resûlullah nerede? Beni, Resûlullaha goturur musunuz? dedi. ZîrĂ‚ kalbi, Resûlullaha tutulmuştu.
Omer bin HattĂ‚bın Resûlullahı gormek icin yola cıktığı sırada, Resûl-i ekrem, Hazret-i ErkĂ‚mın evinde EshĂ‚bına nasîhat veriyordu. HattĂ‚boğlu Omerin geldiği, ErkĂ‚mın evinden goruldu. Kılıcı da yanında idi. Heybetli, kuvvetli olduğundan, EshĂ‚b-ı kirĂ‚m, Resûlullahın etrafını sardı. Hazret-i Hamza dedi ki:
- Omerden cekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıcını cekmeden başını ucururum.
Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Yol verin, iceri gelsin!
ÎmĂ‚na gel yĂ‚ Omer!
CebrĂ‚il aleyhisselĂ‚m, daha once, Omer bin HattĂ‚bın îmĂ‚n etmek icin geldiğini ve yolda olduğunu haber vermişti. Resûlullah efendimiz, onu, tebessum buyurarak karşıladı. Omer bin HattĂ‚b, Resûlullahın onunde diz coktu. Resûlullah efendimiz, onu, kolundan tutup buyurdu ki:
- ÎmĂ‚na gel, yĂ‚ Omer!
O da temiz kalb ile Kelime-i şehĂ‚deti soyledi. EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın, sevincten soyledikleri tekbîr sesleri goğe yukseldi.
Hazret-i Omer, Musluman olduktan sonraki hĂ‚lini şoyle anlattı:
Musluman olduğum zaman, EshĂ‚b-ı kirĂ‚m, muşriklerden gizlenir ve ibĂ‚detlerini gizli yaparlardı. Bu duruma cok uzuldum ve Resûlullaha suĂ‚l ettim:
- YĂ‚ Resûlallah! Biz hak uzere değil miyiz?
- Evet. Allahu teĂ‚lĂ‚ya yemîn ederim ki, ister olu ister diri olunuz, muhakkak hak uzerindesiniz.
- YĂ‚ Resûlallah! MĂ‚dem ki biz hak uzerinde, muşrikler de bĂ‚tıl yoldadırlar, o hĂ‚lde ne diye dînimizi gizliyoruz? Vallahi biz, dîn-i İslĂ‚mı, kufre karşı acıklamaya daha haklı ve daha lĂ‚yıkız. Allahu teĂ‚lĂ‚nın dîni, Mekkede, hic şuphesiz ustun gelecektir. Kavmimiz bize karşı insaflı davranırlarsa ne Ă‚lĂ‚, yok taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle carpışırız.
YĂ‚ Resûlallah! Seni hak Peygamber olarak gonderen Allahu teĂ‚lĂ‚ya yemîn ederim ki, hic cekinmeden ve korkmadan, oturup İslĂ‚mı anlatmadığım bir muşrik topluluğu kalmayacaktır. Artık ortaya cıkalım.
Kabûl buyurulunca, iki saf hĂ‚linde dışarı cıkıp, Harem-i şerîfe doğru yuruduk. Safların birinin başında Hamza, diğerinin başında da ben vardım. Sert adımlarla, toprağı un edercesine, Mescid-i harĂ‚ma girdik. Kureyşli muşrikler, bir bana, bir Hazret-i Hamzaya bakıyorlardı."
Beni bilen bilir
Hazret-i Omerin bu gelişi uzerine, Ebû Cehil ileri cıkıp, YĂ‚ Omer! Bu ne hĂ‚ldir? deyince, Hazret-i Omer hic aldırış etmeden Kelime-i sehĂ‚det getirdi:
- Eşhedu en lĂ‚ ilĂ‚he illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve resûluh!
Ebû Cehil ne diyeceğini şaşırdı. Donup kaldı. Hazret-i Omer bu muşrik gurûhuna donerek dedi ki:
- Ey Kureyş! Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben HattĂ‚boğlu Omerim. Karısını dul, cocuklarını yetim bırakmak isteyen yerinden kıpırdasın! Kımıldayanı, kılıcımla doğrayıp yere sererim!
Bunun uzerine Kureyşli muşrikler, bir anda dağılıp, oradan uzaklaştılar.
Boylece, ilk defa Harem-i şerîfte acıktan namaz kılındı.
Hazret-i Omer, haksızlık karşısında cok hiddetli olduğu gibi, adĂ‚letin yerine getirilmesinde de o kadar şefkĂ‚tli idi. Bu yuzden adĂ‚leti ile meşhûr olmuştur.
Bir gun at satın almak istedi. Atı tecrube etmek niyetiyle biniciye verdi. Ata binen kimse, koştururken, at tokezleyip kazĂ‚ya uğradı. Hazret-i Omer atı satıcısına geri vermek istediğinde, satıcı almadı. Sonunda durum, KĂ‚dî Şureyh hazretlerine intikal etti. KĂ‚dî sordu:
- At, sahibinin izniyle mi koşturuldu?
Hazret-i Omer dedi ki:
- Hayır, ben denemek icin koşturdum.
Atı almak macbûriyetindesiniz
Bunun uzerine, kĂ‚dî şu hukmu verdi:
- ŞĂ‚yet at sahibinin rızĂ‚sı ile tecrube edilseydi, sahibine iĂ‚de edilebilirdi. Fakat, siz sahibinden izin almadığınız icin geri veremezsiniz, atı almak mecbûriyetindesiniz.
Hazret-i Omer;
- Hak ve adĂ‚let husûsunda boynumuz kıldan incedir, deyip atın bedelini verdi.
Hazret-i Omer, sonu pişmanlık olan iş yapmazdı.
Onun zamanında, Muslumanlar İslĂ‚miyeti İran iclerine kadar yaydılar. İranlı meşhûr kumandan HurmizĂ‚n, teslîm olmamak icin cok direndi, fakat hayatının tehlikeye girdiğini gorunce teslîm oldu. Hazret-i Omer, huzûruna cıkartılan HurmizĂ‚na sordu:
- Bize soyliyeceğin bir şey var mıdır?
- Var! Fakat once olecek miyim, kalacak mıyım bunu bilmem lĂ‚zımdır.
- Konuş, sana zarar gelmiyecektir.
- Ey buyuk halîfe, onceleri biz İranlılar siz Arabları olduruyor, zorla mallarınızı ellerinizden alıyorduk. Ne zaman ki, Allah size peygamber gonderdi. Ondan sonra bizim ustunluğumuz sona erdi. Siz azîz, biz zelîl olduk.
Soz vermiştiniz
Hazret-i Omer, Enes bin MÂlike sordu:
- Ne yapalım bunu?
- Oldurmeyelim! Cunku arkasında buyuk bir kalabalık vardır. Belki onlar, ileride Musluman olabilirler.
- Fakat o, Resûlullahın kıymetli arkadaşlarını şehîd etti. Onu sağ bırakmamız uygun olur mu?
- YĂ‚ Omer bunu oldurmememiz lĂ‚zımdır. Cunku, Konuş sana benden zarar gelmez diye soz de vermiştin.
Hazret-i Omer, kim tarafından soylenirse soylensin, doğru sozu hemen kabûl ederdi. Enes bin MĂ‚lik hazretlerinin bu sozleri uzerine, onu oldurmekten vazgecti. Bircok sahĂ‚bînin şehîd olmasına sebep olan HurmizĂ‚n'ın hayatını bağışladı.
Bir muddet sonra da, HurmizĂ‚n Musluman oldu. Ayrıca onun vesîlesi ile bircok kimse îmĂ‚na geldi. Hazret-i Omer eski can duşmanını bile maaşa bağladı. Cunku adĂ‚let bunu gerektiriyordu. AdĂ‚let, şahsî fikrin, hissiyĂ‚tın uzerinde idi.
Hazret-i Omer Şamı ziyĂ‚ret ettiğinde, ordusunun kumandanı Ebû Ubeyde bin CerrĂ‚h hazretleri buyuk bir kalabalıkla karşıladı.
Hazret-i Omer ile kolesi beraberlerindeki tek deveye nobetleşe biniyorlardı. Şehre girişte, sıra koleye gelince, Halîfe devesinden indi. Yerine kolesini bindirdi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını cıkarıp dereden gecti.
Hakîr bir kavimdik
Uzaktan bakan; deveye binmiş koleyi halîfe, devenin yularını ceken Hazret-i Omeri de kole zannediyordu. Bunu goren Ebû Ubeyde bin CerrĂ‚h dedi ki:
- Efendim, butun Şamlılar, bilhassa Rumlar, Muslumanların halîfesini gormek icin toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl îzĂ‚h edebilirsiniz? Sizi kole zannedecekler, kucumseyecekler.
Hazret-i Omer buyurdu ki:
- YĂ‚ EbĂ‚ Ubeyde! Senin bu sozunu işitenler, insanın şerefini, vĂ‚sıtaya binerek gitmekte ve suslu elbise giymekte sanacaklar. Biz daha once zelîl ve hakîr bir kavimdik. Allahu teĂ‚lĂ‚, bizleri Muslumanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahu teĂ‚lĂ‚ bizi zelîl eder, herşeyden aşağı eder.
Bu şekilde şehre girdiler. Gercekten bu hareketi, onun şerefini kucultmedi, aksine buyuttu. Biz bile 1400 sene sonra, burada, ornek bir hareket diye anlatıyoruz. Eğer tersi olsaydı, o zaman orada unutulup gidecekti.
Halîfe Hazret-i Omer, Şam'a gidiyordu. Şam'da vebĂ‚ hastalığı olduğu işitildi.Yanında bulunanların bazısı;
- Şama girmiyelim, dedi. Bir kısmı da;
- Allahu teĂ‚lĂ‚nın kaderinden kacmıyalım, dedi. Halîfe de buyurdu ki:
- Allahu teĂ‚lĂ‚nın kaderinden, yine Onun kaderine kacalım, şehre girmiyelim. Birinizin bir cayırı ile, bir cıplak kayalığı olsa, surusunu hangisine gonderirse, Allahu teĂ‚lĂ‚nın takdîri ile gondermiş olur.
İlk karantina
Sonra AbdurrahmĂ‚n bin Avf hazretlerini cağırıp sordu:
- Sen ne dersin?
- Resûlullahtan işittim. VebĂ‚ olan yere girmeyiniz ve vebĂ‚ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kacmayınız! buyurmuştu.
Halîfe de;
- Elhamdulillah, benim sozum, hadîs-i şerîfe uygun oldu, deyip, Şama girmediler.
Boylece ilk defa karantina uygulaması yapıldı. VebĂ‚ bulunan yerden dışarı cıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar cıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helĂ‚k olurlar. VebĂ‚lı yerde, kirli hava yanî mikroplu hava, vebĂ‚ basilleri, herkesin icine yerleşince, kacanlar, hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere goturmuş, bulaştırmış olurlar.
Hazret-i Omer, devlet başkanı secildiğinde, Hazret-i Ebû Bekire tayîn edilen maaş kadar ucret alıyordu. Bu şekilde bir muddet devam edildi. Daha sonra, Hazret-i Omer, gecim sıkıntısına duştu.
Bu durumu goren, EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın buyuklerinden bazıları toplanıp, bu durumu goruştuler. Zubeyr bin AvvĂ‚m hazretleri şoyle bir teklifte bulundu:
- Kendisine soyliyerek maaşını artıralım.
Teklifi bildirelim
Toplantıda bulunan Hazret-i Ali buyurdu ki:
- Bu teklifi kabûl edeceğini zannetmiyorum. İnşĂ‚allah kabûl eder. Gidip teklifi bildirelim.
Bu arada, Hazret-i Osman soz alıp buyurdu ki:
- Omerin hak ve adĂ‚lette ne kadar tavîzsiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu teklifimizi bizzat kendimiz değil, kendisini kıramıyacağı birine soyletelim. Bunu, kızı Hafsaya anlatalım, o teklif etsin!
Hazret-i Osmanın bu teklifi uygun gorulerek, beraberce Hazret-i Hafsanın huzûruna vardılar. Aralarındaki konuşmaları anlattılar. İsim vermeden, yapılan teklifleri Hazret-i Omere bildirmesini istediler.
Hazret-i Hafsa babasının yanına varıp dedi ki:
- EshĂ‚bdan bazıları, senin maaşını az bulmuşlar. Bunun icin maaşını artırmayı teklif ediyorlar.
Hazret-i Omer, bu teklife celÂllenip sordu:
- Kimdir onlar?
- Fikrini oğrenmeden kim olduklarını soylemem.
- Eğer kim olduklarını oğrenseydim, onlara gereken cezĂ‚yı verirdim. Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ etsinler ki, arada sen varsın.
Omer-ul Faruk
Sonra kızı Hazret-i Hafsaya sordu:
- Sen Resûlullahın evinde iken, Allahın Resûlunun giydiği en kıymetli elbise neydi?
- İki tane renkli elbisesi vardı. Elcileri onlarla karşılar, cuma hutbelerini bunlarla okurdu.
- Peki yediği en iyi yemek neydi?
- Yediğimiz ekmek, arpa ekmeği idi.
- Senin yanında kaldığı zamanlar, yerde yaygı olarak kullandığınız en geniş, en rahat yaygı neydi?
- Kaba kumaştan yapılmış bir ortumuz vardı. Yazın dorde katlar, altımıza yayardık. Kış gelince de, yarısını altımıza yayar, yarısını da ustumuze orterdik.
Artanı muhtĂ‚clara vereceğim
Daha sonra Hazret-i Omer buyurdu ki:
- YĂ‚ Hafsa, benim tarafımdan, seni gonderenlere soyle! Resûlullah efendimiz kendisine yetecek miktarını tespit eder, fazlasını ihtiyĂ‚c sahiplerine verirdi. Kalanı ile yetinirdi. Vallahi ben de kendime yetecek olanını tespit ettim. Artanını ihtiyĂ‚c sahiplerine vereceğim. Ve bununla yetineceğim.
Resûlullah efendimiz, ben ve Hazret-i Ebû Bekir, bir yol takip eden uc kişi gibiyiz. Onlardan ilki nasîbini aldı ve yolun sonuna vardı. Diğeri de aynı yolu tĂ‚kip etti ve Ona kavuştu. Sonra ucuncusu yola koyuldu. Eğer O da oncekilerin takip ettiği yolu takip eder, onlar gibi yaşarsa, onlara kavuşur ve onlarla beraber olur. Eğer oncekilerin yolunu takip etmezse, başka yoldan giderse, onlarla buluşamaz.
Muslumanlar, bulundukları yerlerde oturan gayri muslim halkı korumaları altına aldıkları gibi, turist olarak gelen veya ticĂ‚rî maksatla gelmiş olan gayri muslimleri de sınırları dĂ‚hilinde koruma altına alırlardı. Onların zarar gormemesi icin, her turlu tedbiri alırlardı. Bunun gecmişte sayısız ornekleri vardır.
Bize sığınmışlar
MeselĂ‚, Halîfe Hazret-i Omer zamanında, bir ticĂ‚ret kervanı gelip, gece Medînenin dışına konakladı. Yorgunluktan hemen uyudular.
Bu sırada, herkes uyurken, Halîfe Hazret-i Omer, şehri dolaşıyordu. Dolaşma esnasında bunları gordu.
Hazret-i Omer, AbdurrahmĂ‚n bin Avfın evine gelip, yatağından kaldırarak buyurdu ki:
- Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kĂ‚firdir. Fakat, bize sığınmışlar. EşyĂ‚ları coktur ve kıymetlidir. Yabancıların, yolcuların bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım.
AbdurrahmÂn bin Avf cevap verdi:
- Cok iyi olur, cok guzel duşunmuşsun, hemen geliyorum.
Sabaha kadar nobetleşe, bu kervanı beklediler. Sabah namazında mescide gittiler. Kervanda bulunan bir genc, o sırada uyanmıştı. Bunları takip edip, arkalarından gitti.
Soruşturup, kendilerine bekcilik eden şahsın Halîfe Hazret-i Omer ile arkadaşı olduğunu oğrendi. Gelip, arkadaşlarına şoyle anlattı:
- Arkadaşlar! Sabaha kadar iki Muslumanın bizi bekleyip, eşyalarımızın calınmasına mĂ‚ni olduğundan haberiniz var mı?
- Muslumanların başka işi yok da, bizi mi koruyacaklar? Ustelik bizim Hıristiyan olduğumuzu biliyorlar.
- Hem de kim korudu biliyor musunuz?
- Kimmiş?
- Muslumanların Halîfesi Omer.
- Sen yanlış gormuşsundur. Halîfenin, gecenin bu vaktinde burada işi ne? O sarayında kuş tuyu yatağında yatıyordur.
- Sizin gibi once ben de inanamadım.
- Sonra nasıl inandın?
- Sabah olup ortalık aydınlanınca, buradan ayrıldılar. Ben de merak edip arkalarından gittim. CĂ‚miye girdiler. Yolda karşılaştığım birisine, Bu kim diye sordum. Halîfemiz Omer diye cevap verdi.
Daha ne duruyoruz?
Bu konuşmaları dikkatle dinleyen kĂ‚file halkı, derin bir sessizliğe burundu. Kimsenin konuşacak, birşey soyliyecek hĂ‚li kalmamıştı.
Uzun suren bir sessizlikten sonra, iclerinden biri sessizliği bozdu:
- Daha ne duruyoruz? Bu hĂ‚l İslĂ‚miyetin gercek din olduğuna delil olarak yetmez mi?
Diğerleri de bu soze katıldılar. Roma ve İran ordularını perişan eden, adĂ‚leti ile meşhûr yuce Halîfenin, bu merhamet ve şefkatini gorerek, İslĂ‚miyetin hak din olduğunu anladılar ve seve seve hepsi Musluman oldular.
Omer-ul Faruk
Dini Bilgiler0 Mesaj
●35 Görüntüleme
-
13-09-2019, 06:42:51