Peygamber Efendimiz s.a.v. in Ummetine Sevgisi
Hz Muhammed in Ummet Sevgisi


Ummetini cehennem azabına goturen bir yola duşmemesi icin bir baba şefkatinin otesinde ikaz eden Allah Resûlu, bizlerin hep hayırlara, guzelliklere kavuşması hususunda hep ısrarlı olmuştur. Nitekim Şefkat Peygamberi ummetine olan bu duşkunluğunu şoyle ifade etmişti: “Hic şuphesiz ben size bir babanın evlatlarına olan durumu gibiyim.

Onun duşkunluğu sadece donemindeki insanları değil, kıyamete kadar gelip gececek butun ummetini de kapsamaktaydı. Bu duşkunluğu onu her gece sabahlara kadar ummeti icin dualarla Rabbine yakarmasına neden olurdu. Birgun, Peygamberimiz ellerini kaldırmış, “Allahım, ummetimi koru, ummetime acı! diye ağlayarak dua ederken, Yuce Allah, Cebraile buyurdu ki: “Ey Cebrail! Gerci Rabbin herşeyi bilir; ama sen git, Muhammede nicin ağladığını sor. Cebrail geldiğinde, Peygamberimiz, ona, ummeti icin ağladığını soyledi.Cebrail Allah huzuruna donup durumu anlattı.Yuce Allah buyurdu ki: “Ey Cebrail, Muhammede git ve şunu soyle: Biz seni ummetin hakkında hoşnut edeceğiz ve asla uzmeyeceğiz.

Allah Resûlu, muminlere kendi nefislerinden daha yakın ve onceliklidir. İnananlara dunya ve ahirette hayırlarına olanı gostermiştir. Bir hadis-i şerifte; “Ben muminlere kendi oz canlarından daha yakınım. İsterseniz şu Âyeti okuyun: “Allah Resûlu, muminlere kendi canlarından daha azizdir. (Ahzab, 33/6) buyurmuş ve sonra da sozune şoyle devam etmiştir: “Kim bir mal bırakırsa o akrabalarınadır. Fakat kim de bir borc veya bakıma muhtac kimse bırakarak giderse borcunun odenmesi ve geride kalanların bakımı bana aittir.

Yine harp meydanında dişi kırılıp yuzune miğferinin bir parcası saplandığı ve yuzunden dokulen kan yere duşeceği esnada, hemen ellerini kaldırarak "Allah'ım kavmime hidayet et, cunku onlar (beni) bilmiyorlar" (8) niyazıyla kÂfirlerin başına gelmesi muhtemel bir belayı onlemişti. Miracda bile ummetini duşunen ve donup gelen Efendimiz (sav), ummetine cennette ve Cenab-ı Hakkın cemalini muşahede etmede de rehberlik yapacaktır.

Peygamber Efendimiz (sav), ashabına hitap ederek imkanı yerinde olanların hac yapmalarının farz olduğunu bildirmiş ve hac gorevini yerine getirmelerini istemişti. Orada bulunanlardan biri “Her sene mi hac yapacağız? diye sormuş Allah Resûlu, sessiz kalmıştı. Bunun uzerine soru soran kimse uc kere sorusunu tekrar eder. Sonunda Peygamber Efendimiz: “Eğer evet deseydim her sene hac yapmanız farz olacaktı ve siz de buna guc yetiremeyecektiniz. buyurarak ummetinin altından kalkamayacağı bir hukmun farz kılınmasını istememiştir. (9) “Eğer ummetime zorluk vereceğimden cekinmeseydim, her namazın başında onlara misvak kullanmalarını emrederdim. buyu*rmuşlardı. (10) Bu ve benzeri pek cok ornek Peygamber Efendimizin (sav) ummetine zorluk gelmemesi icin kolay olanı ummeti adına tercih etmesinden gelmekteydi.

Bir diğer hadis-i şerifte ; “Rabbimin nezdinden bir melek geldi ve ummetimin yarısını Cenab-ı Allah cennete koymak ile şefaat arasında bir tercih yapmamı istedi. Ben şefaati tercih ettim. Zira şefaat daha umumi ve kifayetlidir. Siz bu şefaatin ummetimin muttakilerine mi olduğunu sanıyorsunuz. Hayır! O ummetimin hata ve gunah işlemiş, gunahlarla kirlenmiş olanları icindir. (11) Her peygamber Allah TeÂlÂnın reddetmeyeceği duasını dunyada iken yapmış ve bu hakkını kullanmıştır. Sevgili Peygamberimiz ise reddedilmeyecek duasını, kıyamet gununde ummetine şefaat etmek uzere Âhirete saklamış ve boylece ummetini ne kadar cok sevdiğini gostermiştir.

Mahşer gunu, guneşin iyice yaklaşmasıyla kan ter icinde kalan insanoğlu şefaat edecek birini arayacak, oncelikle insanlığın babası Hz. Ademe koşacak. Hz. Adem, kendisinin boyle bir hususiyetinin olmadığını soyleyerek insanları Hz. Nuha gonderecek; Hz. Nuh, Hz. Musaya; Hz. Musada Hz. İsaya gonderecek. Hz. İsa da bu hususiyetin Hz. Muhammede ait olduğunu soyleyerek onları Peygamber Efendimize gonderecek. Zira o gun herkes kendi derdine duşecek ulul-azm olan peygamberler bile “nefsi nefsi diyecek, kendilerinin umum insanlığa şefaat etme gibi bir yetkilerinin olmadığını soyleyeceklerdir. (12) Mahşer yerinin o azametli ortamından kacmaya calışan insanlık, Peygamber Efendimizin kapısına dayanacak ve ondan şefaat etmesini isteyecek. Allah Resûlu, arşın altına gidip Yuce Mevlaya secde ederek Onun ilham ettiği dualarla rabbini tesbih edecek yakarışa gececek ve kendisine vaad edilen umum insanlar icin şefaat etme yetkisinin yerine getirilmesini, kendisine lutfedilmesini isteyecek, Peygamber Efendimizin hicbir varlığa nasip olmayan fazilet ve şerefi butun insanlığa gosterilerek insanlar arasında hukum verilerek mahşer yerinde dehşet icinde beklemenin ızdırabından Allahın şefaat ve rahmeti ile kurtulacaklardır.

Allah Resûlu (sav), ummetinden bir kısmının cehenneme gireceğini duyduğu an mahşer meydanında secdeye kapanıp "Ummetim! Ummetim!" diye yakarışa gececek, O'na "Artık başını kaldır! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek!" deninceye kadar başını yerden kaldırmayacaktır. (13) Boylelikle iman edenler Allahın izniyle Peygamberimizin şefaatine nail olabileceklerdir. Bu hususta Peygamber Efendimize kimlere şefaat edeceği sorulduğunda “Benim şefaatim dili kalbini tasdik ederek yurekten kelime-i tevhidi getirenleredir. buyurarak samimi olarak La ilahe illallah Muhammedun Resûlullah diyenlerin şefaatten mahrum bırakılmayacaklarını bildirmiştir. (14) Bu ne buyuk bir şeref ve ustunluktur iman edenler icin değil mi?

Peki Peygamber Efendimizin (sav) bizlere olan duşkunluğu bu boyutlarda iken bizler nasıl bir davranış icerisinde olmalıyız? Bizleri Peygamber Efendimizin sevgisinden alıkoyan nedir? Neden gereği gibi ona uyamıyoruz?

Bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav) şoyle buyuruyor: Beni nefsinizden, anne babanızdan, eşinizden daha cok sevmedikce kamil iman sahibi olamazsınız. Demekki nefsimiz bizi bırakmıyor. Sahabeler, Efendimizi cok fazla seviyor ve her hal ve davranışlarında kendisine mutabaat yapıyorlardı. Bu noktada oturup nasıl daha iyi bir mumin olabilirim diye duşunmemiz gerekiyor. Bir mumin olarak bu kadar ilgi, ozen ve duşkunluğe karşılık Peygamberimize yaraşır bir ummetin bireyi olarak uzerimize duşen vazifelerimizi yerine getirmemiz şarttır.

Kuran ve hadisler ışığı altında yaşamımızı Peygamber Efendimizin (sav) acıkladığı islam doğrultusunda planlamalı, eksiklerimizi araştırıp, oğrenmeli ve gidermeye calışmalıyız. Bilmediğimiz hususları da alimlerden ve Allah dostlarından oğrenmeliyiz. Peygamberimizin (sav) bizlere olan bu duşkunluğunu unutmadan salavatlarla onu anmalı ve Rabbimize boyle bir Peygambere ummet olmayı nasip ettiği icin şukretmeliyiz.

alıntı