Hz Muhammed s.a.v. in Peygamber Olduktan Sonraki Hayatı
Hz Muhammed in Peygamberlik Devri

Hz. Muhammed (s.a.s.) 40 yaşında Peygamber oldu. 23 yıllık Peygamberlik devresinin 13 yılı Mekke'de, 10 yılı Medine'de gecti. Bu itibÂrla Peygamberlik devresinin:

a) Nubuvvet'den Hicret'e kadar devÂm eden 13 yıllık suresine "Mekke Devri" (610- 622);

b) Hicretten vefÂtına kadar olan 10 yıllık suresine de "Medine Devri" (622-632) denir.

Peygamber Efendimiz Peygamber olduktan sonra ise Allahın gonderdiği İslam dinini yaşamış ve anlatmıştır. Butun hayatı bu hizmetle gecmiştir.

Peygamberimiz bir dinin ve ummetin sorumlusudur. Bu nedenle hayatın her yonunu icine alan bir vazife yapmıştır.

O savaşlarda baş komutan, idarede ummet-i muhammedin idarecisi, problemlerin cozumunde hakim, dunya ve ahiret işlerinin tanziminde bir oğretmen olmak gibi her konuda bir lider ozelliğiyle yaşamış ve hizmet etmiştir.

Bu nedenle savaşlardan elde edilen ganimetlerin belirli bir kısmını aldığından, gecimini kimseye el acmadan karşılamıştır. Ancak O ticaret, ganimet gibi nedenlerle servet sahibi olacak kadar zenginken bile fakir gibi yaşamıştır.

Ganimetlerin gelirinin belli bir oranının peygamberimize ve onun ev halkına verilmesi ayetlerle belirlenmiştir. Cunku O'na ve ev halkına zekat duşmemektedir. Buna rağmen o bir cok zaman ac kalmış aclıktan karnına taş bağladığı olmuştur. Kendilerine gelen teberrukleri hep fakirlere dağıtmıştır. Onun hayatını insafla okuyan kimse bunun sayısız misalleriyle karşılaşır.

Peygamberimiz İslÂmın butun dunyaya duyurulmasına calışırken, fetih ve zafer gibi pek cok nimete de mazhar olmuştu. Fakat bu fetihlerden sonra fethedilen şehre ve topraklara girerken asla gurura kapılmıyor, buyuk bir tevazu icinde yol alıyordu. Hicbir merasime ihtiyac duymadan sade bir şekilde şehre giriyordu.

Yahudilerin en buyuk kalesi ve yerleşim bolgesi olan Hayber'i fethettiğinde Peygamberimiz, yuları ipten olan bir merkebin uzerinde olduğu halde şehre girmişti.

Halbuki o anda Arabistan'ın en verimli toprakları eline gecmiş, hazineleri dolduran ganimete sahip olmuştu.

Yine Peygamberimiz Mekke'nin fethi uzerine şehre girerken, muzaffer bir komutan olduğu halde, yine hicbir şekilde gurura kapılmamıştı.

Devesinin uzerinde Yuce Allah (c.c.)'a karşı başını onune o kadar eğmişti ki, tevazuundan sakalının ucları neredeyse devesinin semerine değmekte idi. Bu halde iken soyle dua ediyordu:

"Allah (c.c.)'ım, hayÂt ancak Âhiret hayÂtıdır."

Veda Haccına giderken, sırtında sadece dort dirhem değerinde bir kadife parcası, devesinin uzerinde ise semer yerine yırtık bir şilte bulunuyordu. Bu durumda bile riyaya kacar endişesiyle şoyle dua ediyordu:

"Allah (c.c.)'ım, bu halimi riya ve gosterişten uzak kıl."

Halbuki o fakir de değildi. Koskoca orduları yenmiş, bircok yerler fethetmiş, cok miktarda ganimetler elde etmişti. Hatta bu haccında yuz deve kurban etmişti.

Peygamberimiz kendi ailesi arasında ve evi icinde de son derece mutevazı idi. Zaten cok sade bir hayÂt yaşardı. Zaman zaman ev işlerinde hanımlarına yardımda bulunurdu. Elbisesini yamar, ayakkabıları yırtıldığı zaman sokuklerini diker, kendi hizmetini kendisi gorurdu. Ev supurur; deveyi bağlar, yemler, koyunları sağar; alış verişi kendisi yapar ve aldıklarını kendisi taşırdı. Hizmetcisiyle birlikte oturup yemek yer ve onunla beraber hamur yoğururdu.

Allah Tealanın Son Elcisi olan Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselamın tevazu orneklerinden bazılarını şunlardır:

Sevgili Peygamberimiz (a.s.m) tevazuun her ceşidini ve en idealini hayÂtında gostermiştir. Kimsenin yapamadığı ve istese de ulaşamayacağı bir şekilde, tevazu ve alcakgonulluluğun en makbulunu yaşamıştır. Yaratılmışların en ustunu, makam ve mertebece en yucesi olduğu, Kur'Ân-ı Kerimde Rabbi tarafından ceşitli defalar ovulduğu halde, hicbir şekilde insanlar arasında Peygamberlik imtiyazını kullanmamış ve kendisini onlardan ustun gostermeye calışmamıştır.

Bu ustun ahlÂkî vasfını kendi aile fertleri arasında gosterdiği gibi, Sahabîleri icinde ve henuz İslÂmiyeti kabul etmemiş kimselere karşı da belli etmekten asla cekinmemiştir. Boylece pek cok insanın hidayetine vesile olmuştur.

Cenab-ı Hak kendisini kral bir peygamber olmakla, kul bir peygamber olmak arasında serbest bıraktığında o, "kul bir peygamber" olmayı tercih edip kabul etmiştir.

Bunun uzerine İsrafil AleyhisselÂm Peygamberimize, "Şuphesiz, Allah (c.c.), tevazu gosterdiğin icin o hasleti de sana vermiştir. Kıyamet gununde insanların efendisisin. Yeryuzu yarılıp kabrinden cıkacak ve ilk şefaat edecek olan da sensin" demiştir.

Bundan sonra Peygamberimiz uzanarak yemek yemedi. Ve "Bir kole nasıl yemek yerse ben de oyle yemek yerim. Kole nasıl oturuyorsa ben de o bicimde otururum" diyordu.

Bir defasında asasına dayanarak Sahabîlerin yanına geldi. Resulullahın geldiğini goren Sahabîler hemen ayağa kalktılar. Bu hareketlerini tasvip etmeyen Peygamber Efendimiz onları ikaz etti:

"Acemlerin (diğer milletlerin) birbirlerini ta'zim ederek ayağa kalktıkları gibi, siz de benim icin ayağa kalkmayın. Cunku ben kulun yediği gibi yiyen, kulun oturduğu gibi oturan bir kulum."

Peygamberimiz cok defa elini opmek isteyenleri ve kendisine aşırı derecede hurmette bulunanları da hoş karşılamazdı.

Bir alış verişi esnasında Hz. Ebû Hureyre (r.a.) de yanındaydı. Ebû Hureyre'nin (r.a.) anlattığına gore, Peygamberimiz mal sahibine aldığı elbisenin değerinden fazla bir fiyat oder. Daha sonra satıcı hemen Peygamberimizin eline sarılarak opmek ister. Peygamberimiz elini cekerek şu ihtarda bulunur:

"Bu senin yaptığını Acemler krallarına yaparlar. Ben kral değilim. Ben sadece icinizden biriyim,"

Ebû Hureyre anlatmaya devam ediyor "Sonra elbiseleri aldı. Ben taşımak istedim. Fakat bana şoyle hitapta bulundu: 'Kişi, kendi eşyasını taşımaya daha lÂyıktır. Ancak taşıyamazsa Musluman kardeşi ona yardım eder."

Peygamberimiz kendi işini kendisi yapardı. İnsanların kendisine hizmet etmelerini istemezdi.

Âmir bin Rebia anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz ile birlikte camiye gidiyordum. Yolda Peygamberimizin ayakkabısının bağı cozuldu. Ben hemen eğilip bağlamak istedim. Fakat Peygamberimiz ayağını onumden cekti ve şoyle buyurdu:

"Bu hareketin, başkasına hizmet gordurmek demektir. Ben başkasına hizmet gordurmeyi sevmem."

Peygamberimizin bu konudaki bir başka ornek davranışını Abdullah bin Abbas anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz, ne suyunun hazırlanmasını, ne de herhangi bir fakire sadaka vermeyi başkasına bırakmazdı. Abdest suyunu kendisi bizzat hazırlar ve bir fakire sadaka vermek istediği zaman bizzat kendi elleriyle verirlerdi."

Abdullah bin Cubeyr'in anlattığına gore, bir gun Peygamberimiz Ashabıyla birlikte yuruyerek bir yere gidiyorlardı. Hava cok sıcak olduğundan, Ashabdan birisi, elbisesini Peygamberimizin başının uzerine kaldırarak golgelemek istedi. Bunu goren Peygamberimiz, "Bundan vazgec. Ben ancak bir insanım" buyurdu ve elbiseyi alıp indirdi.

Peygamberimiz kendisini gorenlerin bir kral zannıyla cekinip titremelerini uygun bulmaz, onları teskin ederek rahatlatırdı.

Bir gun bir zat Peygamberimizin huzuruna gelince, peygamberlik heybetinden titremeye başladı. Bu Sahabîsinin halini goren Peygamberimiz, "Kendine gel, ben bir hukumdar değilim. Ben ancak Kureyş kabilesinden kurumuş tuzlu ekmek yiyen bir kadının oğluyum" buyurdu.

Gercekten de Peygamberimizi ilk defa goren, heyecanlanırdı. Fakat daha sonra ondaki şefkati, yuzundeki tebessumu gorunce rahatlar, goruşup konuşunca icindeki korku sevgiye donuşurdu.

Sosyal durumu ne olursa olsun; ister zengin ister fakir, ister dul bir kadın veya bir hizmetci olsun, hangi halde bulunursa bulunsun, Peygamberimiz herkese eşit davranır, basit yaşayışından, fakir ve hizmetci oluşundan dolayı kimseyi aşağı gormezdi. Onların da diğerleri gibi ihtiyaclarını gorur, hic gurura kapılmazdı.

Peygamberimizdeki ustun tevazuu gordukten sonra Musluman olan Adiy bin Hatim, Peygamberimizle olan ilk anlarını şoyle anlatmaktadır:

"Peygamber AleyhisselÂmın yanında akraba, kadın ve cocuklarının bulunduğunu gorduğum zaman, anladım ki, onda ne Kisra'nın (İran hukumdarı), ne de Kayser'in (Bizans kralı) saltanatı var.

"Resulullah benimle birlikte evine giderken yolda zayıf ve yaşlı bir kadına rastladı. Kadının yanında da kucuk bir cocuk bulunuyordu. Kadın onu karşıladı ve durdurdu. O da durup bekledi.

"Bizim senden bir isteğimiz var' dediler. Resulullah onların ihtiyaclarını uzun uzun konuştu. Kendileriyle birlikte gidip, işlerini gordukten sonra geldi.

"İcimden kendi kendime, 'Vallahi, bu zat hukumdar değildir' dedim. Sonra beni evine goturdu. İci hurma lifi dolu derinden bir minder alarak bana uzattı ve:

"Buyur, buna otur' dedi.

"Ben, 'Hayır, siz oturun' dedim.

"O, 'Hayır, siz' diye tekrar ettiler. Oturdum. Kendisi de kuru yere oturdu."

Peygamber Efendimiz herkesle ilgilenirdi. Hic kimseye ustten bakmazdı. Oyle ki coğu insanların donup bakmadığı, yuz vermediği kişilerin dahi isteklerini yerine getirirdi. Cunku Peygamberimizin gayesi insanlara faydalı yolları gostermekti.

Medine'de ağzı bozuk, şuna buna catarak sovup sayan, ağır ve kaba lÂflar soyleyen bir kadın vardı. Bu kadın bir gun Peygamber Efendimizin yanından gecerken Resulullah bir seki uzerinde oturmuş haşlanmış et yiyordu.

Kadın: "Şu adama bakın. Bir kole gibi yere oturmuş ve kolelerin yemek yiyişi gibi yemek yiyor" dedi.

Peygamber Efendimiz:

"Benden daha kole olan bir kole var mı?" dedi. Kadın: "Kendisi yiyor da bana vermiyor" dedi. Peygamber Efendimiz: "Gel, sen de ye" buyurdu. Kadın: "Kendi elinle bana vermezsen yemem" dedi.

Bunun uzerine Peygamber Efendimiz kendi eliyle kadına verdiyse de kadın bu sefer:

"Ağzındaki lokmayı cıkarıp bana vermezsen yemem" diyerek diretti.

Peygamber Efendimiz de ağzındaki lokmayı cıkarıp kadına uzattı. Kadın da hemen alıp ağzına attı. Kadın bu lokmayı yedikten sonra cok hayÂlı ve utangac oldu. Hic kimseye kotu soz soylemedi. Medine'nin en namuslu ve iyi kadınlarından birisi oldu.

Adiy bin Hatim, comertlikle meşhur Hatim-i Tai'nin oğludur. Yakınlarının bir kısmı İslÂm ordusu tarafından esir edilmiş, kendisi de mağlup bir şekilde Peygamberimizin huzuruna gelmişti. Peygamberimiz onu mindere oturtuyor, kendisi de yere oturuyordu. Ayrıca mağlup da olsa bir duşman kumandanıyla bulunduğu bir zamanda zavallı bir kadının isteğini ihmal etmiyor, onun ihtiyacını gideriyordu.

Hak namına, seviyece en basit insanlarla goruştuğu gibi, dostlarıyla, duşmanlarıyla ve herkesle, gosteriş ve merasime ihtiyac duymadan goruşuyor, konuşuyordu. Boylece insanların ileriden beri gorup alışageldikleri Âdet ve gorenekleri fiilen değiştiriyor, yerlerine doğrusunu ve uygun olanını koyuyordu.

Arapların, insandan saymayıp hor gordukleri bir grup da kolelerdi. Onlarla oturmaz, birlikte yurumez, beraber yemek yemezlerdi. Bu kotu alışkanlığı da Peygamberimiz bizzat yıktı.

Sahabîlerin anlattığına gore, koleler arpa ekmeğine bile davet etseler, Peygamberimiz davetlerine icabet eder, yemeklerini yerdi. Cunku onların kole olmaları basit gorulmelerini, horlanmalarını gerektiren bir durum değildi.

Peygamberimiz, Sahabîleriyle birlikte bulunduğu zamanlarda kendisini onlardan ayırt etmez, farklı gormezdi. Onlarla beraber hareket eder, kendisi icin ayrı yer secmez, aralarına oturur, yapacakları işe iştirak eder, onlara yardımcı olur, katkıda bulunurdu.

Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, Sahabîleri arasında sıkışık bir vaziyette bulunduğunu, oturduğu zamanlar gelip gecenlerin kendisini rahatsız ettiğini soyleyip, ayrı bir yerde oturmasını teklif ederek şoyle demişti:

"Ya Resulullah (c.c.), sizin icin golgesinde oturacağınız bir cardak yapalım."

Boyle bir imtiyazı asla uygun bulmayan Peygamberimiz, "Allah (c.c.)'ın ruhumu teslim alacağı vakte kadar ben Sahabîlerimin okceme basmalarına da, hırkamı cekiştirmelerine de katlanacağım" buyurarak reddetti.

Bir sefer sırasında Peygamberimiz Sahabîlerinden bir koyun kesip pişirmelerini istedi. Ashabdan birisi one cıktı:

"Ya ResulAllah (c.c.), onu kesmek benim uzerime olsun" dedi.

Bir başkası ileri atıldı:

"Ya ResulAllah (c.c.), pişirmesi de benim uzerime olsun"

Başka bir sahabî hizmete talip oldu:

"Onu yuzmesi de benim uzerime olsun" diyerek kendi aralarında vazife taksimi yaptılar.

Peygamberimiz de, "Odun toplamak da benim uzerime olsun" diyerek katılmak istedi.

Sahabîler buna razı olmak istemediler:

"Ya Resulallah (c.c.), biz sizin yapacağınız işi de gormeye yeteriz. Sizin calışmanıza ihtiyac yoktur" dediler.

Bunun uzerine Peygamberimiz eşsiz tevazuunu gostererek şoyle buyurdu:

"Sizin benim işimi de goreceğinizi ve kÂfi geleceğinizi biliyorum, fakat ben size karşı imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Cunku Allah (c.c.), kulunu Sahabîleri arasında imtiyazlı durumda gormekten hoşlanmaz."

Hendek savaşından once Medine'nin etrafına hendek kazılırken butun Sahabîler calışıyor, bir an once bitirmeye gayret ediyorlardı. Yiyecek bir şey bulamadıklarından, aclıklarını bastırmak icin karınlarına taş bağlıyor, o şekilde kazma sallıyorlardı.

En buyuk ornek olan Peygamberimiz de kendisini onlardan farklı gormeden eline kazmayı alıyor, calışıyor, o da aclığından karnına taş bağlıyordu.

Kuba Mescidinin ve Medine'deki Mescid-i Nebevinin inşaatında da Peygamberimiz bir işci gibi calışmış, Sahabîlerle birlikte sırtında kerpic taşımıştı.

Hz. Âişe validemiz, Hz. Hasan ve Ebû Said el-Hudri, Peygamberimizin aile hayÂtını boyle anlatıyorlardı.

"Peygamberimiz ne kilitli kapılar arkasına cekilir, ne perdeler arkasına dikilir, ne de onune tabaklarla yemek taşınırdı. Toprak uzerine oturur, yemeğini de yerde yerdi." O tevazu gosterdikce yukseliyordu, yuceliyordu.

"Allah (c.c.) icin tevazu gosteren kimseyi Allah (c.c.) yuceltir" buyuruyor, hem de bizzat en mukemmel şekilde yaşıyordu.

Hazret-i Huseyin, babası Hazret-i Ali'den dedesi Resulullahın dışarıda nasıl davrandığını oğrenmek ister. Hazret-i Ali de Efendimizi şoyle anlatır:

"Peygamber Efendimiz onemli bir iş olmadıkca konuşmazdı. Cevresiyle hep guzel ilişkiler kurar, onları urkutucu bir davranışı olmazdı.

"Her toplumun ileri gelenine ozel ilgi gosterir ve onları başkan olarak goreve getirirdi. İnsanları gozu gibi sakınır, hicbirinden guleryuzunu ve tatlı dilini esirgemez, onların ustune titrerdi.

"Sahabîlerini, yokluklarında arayıp sorar, durumlarını takip ederdi. Karşılaştığı insanlara 'Ne var, ne yok?' diye cevrede olup bitenleri sorardı. Guzel olan herşeyi beğendiğini ifade eder, onu desteklerdi. Kotu olan şeye de tepkisini gosterir ve onu curutucu bir tavır takınırdı.

"Peygamberimizin butun hareketleri uyumlu idi. Tutarsız hicbir davranışı yoktu. Sahabîlerin kendi ozel işlerini ihmal etmeleri veya bıkkınlık duymaları endişesiyle onlar adına kendisi hep tetikte dururdu.

"O her durum karşısında tedarikli idi. Her problemin caresini bulurdu. Onun yanında insanların en faziletlisi, başkalarına iyiliği en yaygın olanlardı; mertebesi en yuksek olanlar da, halkın dertlerine en iyi şekilde ortak olan ve onlara yardım elini uzatan kimselerdi."

Hazret-i Huseyin babasına Peygamber Efendimizin toplantılardaki halini, sohbet şeklini sorar, Hazret-i Ali onu da şoyle anlatır:

"Peygamberimizin kalkması da, oturması da zikir uzere idi. Allah (c.c.)'ın adını dilinden duşurmezdi. Toplantı halinde olan bir topluluğa varsa, baş koşeye gecmez, meclisin hemen bir kıyısına oturuverirdi, cevresinin de boyle yapmasını isterdi.

"Peygamberimizin bu husustaki tavsiyesi şoyleydi: 'Herhangi biriniz bir toplantı yerine vardığında bir baksın, şayet oturacak yer gosterirlerse oraya otursun, değilse gorduğu en uygun yere ilişiversin.'

"Peygamberimiz birlikte oturduğu kimselerin seviyelerine gore herbirinin halini hatırını sorar, onlara iltifat ederdi. Cevresindekilere oylesine candan davranırdı ki, orada hazır olanların hepsi de Resulullahın yanında en değerli kimsenin kendisi olduğu kanaatine varırdı.

"Bir kimse Peygamberimizin huzurunda gereğinden fazla oturursa veya bir ihtiyacını iletmek duşuncesiyle huzura gelse, o kişi kendiliğinden kalkıp gidinceye kadar sabrederdi. Kendisinden bir istekte bulunan kimseyi, ya istediğini yerine getirir veya tatlı bir dille gonderir, fakat hic boş cevirmezdi.

"Onun comertliliği, tatlı dili, guzel ahlÂkı insanlar arasında oyle yayılmıştı ki, Âdeta halkın babası gibi olmuştu.

"Onun yanında butun insanlar da, hicbiri arasında hak ayırımı yapılmayan aynı duzeydeki evlatlar gibiydi.

"Peygamber Efendimizin toplantıları hep ilim, haya, emanet ve sabır gibi ahlÂkî değerlerin oğretildiği bir meclisti. Huzurunda kimse sesini yukseltmez, hic kimsenin gizli ve ozel halleri konuşulmaz, orada meydana gelen noksan taraflar ve hatalar dışarı sızdırılmazdı.

"Onun meclisinde herkes eşit durumdaydı. Ancak bir diğerine karşı takva ile ustunluk kazanabilirdi. Herkes tevazu uzereydi. Orada yaşca buyuk olanlara saygı gosterirler, kucuklere de sevgiyle davranırlardı.

"Toplantıda ihtiyac sahiplerine oncelik tanırlar, ozellikle garip olanlara ayrı bir ilgi gosterirlerdi."

sorularla islamiyet.com