Şeriat Nedir?
Bilerek veya bilmeyerek bir cok kimse şeriatın aleyhinde bulunuyor. Hakkında kucultucu sozler sarf ediyor. Bilerek aleyhinde bulunan kimseye diyecek sozumuz yoktur. Onu kabul etmedikten sonra, aleyhinde konuşması tabiidir. Boylelerine diyebileceğimiz şeyler de bahsimizden harictir. Ama haberi olmadan, şeriatın ne olduğunu bilmediği hÂlde aleyhinde bulunan kimseye yazık olur. Gaflet ve cehaletinden dolayı, sevdiği ve inandığı davayı farkında olmadan yaralıyor. Bunun icin şeriatın ne olduğunu bilmemiz ve acıklamamız lÂzımdır. Şeriatın tarifi şudur Akıllı kimseleri mutluluğa sevk eden ilahi bir nizamdır. İstanbul Universitesi tarafından ilk baskısı yapılan Omer Nasuhi Bilmenin Istılahatı Fıkhıye Kamusu'nun 1. Cildinin 14. sabitesinde şeriat şoyle tarif ediliyor: "Cenabı Hakk'ın kullan icin vaz etmiş olduğu, dini ve dunyevi ahkamın heyeti mecmuasıdır. Bu itibarla şeriat, din ile muteradif olup, hem ahkÂmı asliye denilen itikat, hem de ahkamı feriyyei ameliye denilen ibÂdet, ahlÂk ve muamelatı ihtiva eder." Yani şeriat, din ve İslÂm kelimeleri eş anlamlı sozlerdir. Bunun icin bir kimsenin şeriatın aleyhindeki tutum, davranış ve sozleri kufre vesile olur. Şeriat demek, Kur'Ân demektir. Şeriat demek, ilahi vahiy demektir. Hatta İmamı Âzam gibi muctehitlerin ictihatları, şeriat olmadığı gibi, Hz. Peygamber (sa.)'in vahye dayanmayan soz ve fiilleri de şeriat değildir. Muctehitlerin ictihadı isabet edebileceği gibi isabet etmeye de bilir. Peygamber (sa.) şoyle buyuruyor: Muctehid ictihadında isabet ederse iki, yanılırsa bir mukÂfatı vardır. Bunun icin, her hangi bir muctehidin sozunu red etmek ve kabul etmemek kufre vesile olmadığı gibi. vebal de değildir. Tabiatıyla, Şafiî olan kimseler Hanefi'nin, Haneliler de Şafiî'nin ictihatlarını kabul etmiyor. MeselÂ; Hanefi mezhebinde cenabetten dolayı ağıza ve buruna su vermek farzdır, denildiği hÂlde, ŞÃ‚fiîler farz değil, sunnettir diyorlar. KezÂlık Şafiî mezhebinde, imamın arkasında Fatiha okumak farzdır, denildiği hÂlde, Hanefiler farz değildir diyorlar. Peygamber (sa.)'in soz ve fiilleri iki turdur:
1- Vahye dayanmayan. İnsan olarak soylediği soz veya yaptığı fiildir. Bunlar din ve şeriat sayılmıyor. MeselÂ; "Ey Nebi! Allah'ın sana helÂl kıldığı şeyi niye haram kılıyorsun?" (Tahrim/1)
2- Vahye dayanan soz ve fiiler.
Misal verelim; Kur'anı Kerim "Namaz kılınız, zekÂt veriniz diye namazı ve zekÂtı emrediyor. Ama, namaz kac vakit, her vaktin kac rekÂtı vardır. Her rekÂtta kac ruku, kac secde vardır, diye bunları beyan etmiyor. Bunları acıklayan Hz. Peygamber'dir. Ama bu acıklama şahsi fikir ve goruş değildir, vahye dayanmaktadır. Hatta mirac gecesinde dunyaya donduğunde, henuz namazın nasıl kılınacağını bilmiyordu. Ve bunun icin ilk gunun sabah namazını kılamamıştı ve ilk kıldığı namaz oğle namazı olmuştur. KezÂlik Kur'anı Kerim zekatın durumunu tafsil etmiyor. Kac ceşit zekÂt vardır, yani nelerin zekÂtı var ve kacta kac zekat verilecektir, diye acıklama getirmedi. Ancak Peygamber (sa.) vahye dayanarak bunları beyan etti. Bunun icin Peygamberin bu kabilden soz ve fiilleri şeriattır ve dindir. Demek ki, şeriat ilahi bir nizamdır. Bir insan işi değildir. Yani şunu demek istiyorum, bir kimse musluman ise ve İslÂmın dışına cıkmak istemiyor ise onunla amel etmezse de şeriatın aleyhinde bulunmasın. Kur'anı Kerim ile Hadisi Nebevi elimizde iken, neden ictihada gidildi? Neden İmamı Azam ve İmamı Şafii gibi zevat ictihat etmişlerdir diye sorsanız, cevaben deriz ki İslÂmın kaynağı olan Kur'Ân-ı Kerim'in ayetleri ile Peygamber'in hadisleri mahduttur. Yani sınırlıdır. Farz edelim, ikiyuz-ucyuzbin ayet ve hadis olsun, ama dunyanın hadise ve olayları ise namutenahidir, sınırsızdır. Bunun icin ayet ve hadis, her hadisenin hukmunu acıkca ifade etmiyor. Yani ayet ve hadisler, bazı hukumleri acıkca ifade etmiştir. Bir kısmı da acıklamamış, ictihade bırakmıştır. Hz. Peygamber (sa.) Muaz Bin Cebel"i Yemene vali olarak gonderdiğinde kendisine buyurdu: Ya Muaz! Bir mesele sana intikal ederse nasıl hareket edeceksin? Muaz dedi ki: Once KurÂn'a baş vururum, orada hukum varsa mesele tamamdır. Yoksa hadise baş vururum, orada da yoksa ictihat ederim. Bunun uzerine Peygamber (sa.) şoyle dedi: Resulullah'ın elcisini muvaffak kılan Allah'a hamd olsun.
Hz. Peygamber'in, peygamberliğini isbat eden binlerce mucize vardır. Ama, numune olarak dort mucize gosterelim:
1- Kur'Ânı Kerim
2- Peygamber'in sunneti, yani hadisi
3- Hz. Ebu Bekir, Hz. Omer, Hz. Osman ve Hz. Ali gibi efendilerimiz onceden tahsili olmayan insanlar oldukları hÂlde, onun medresesinde yetişip en ustun fikirleri ortaya atmaları, İslÂm devletini en guzel ve adil bir şekilde idare etmeleridir. Hz. Omer'in adaleti darbı mesel hÂline gelmiştir.
4- İmamı Âzam, İmamı Malik, İmamı Şafiî ve İmamı Ahmet Bin Hanbel gibi buyuk muctehit ve mutefekkirlerin Kur'Ân-ı Kerim ile sunneti seniyyenin ışığı altında, benzeri olmayan bir şekilde istinbat ettikleri İslÂm hukukudur.
Bu gun dunyada İslÂm hukukunun buyuk bir yeri vardır. Peygamber (sa.) olmasa idi, ne İmamı Âzam. ne İmamı Şafiî, ne İmamı Gazali olurdu. Onları bu dereceye yukselten sunnettir. Demek bu muctehitlerin ictihatları ve tedvin ettikleri hukuk, Peygamber'in nubuvvetini isbat ediyor. İctihat derecesine varmış kimseler coktur. Bunların bir kısmının mezhepleri yazılıp tedvin edilmiştir ve tabileri vardır. Bir kısmının mezhepleri yazılmamış ve kaybolmuştur. İmamı Âzam'ın, mezhebi yazılıp tedvin edilmiş ve tabileri bulunan buyuk bir muctehittir. İmamı Âzam'ın zamanında İmamı Ebu Yusuf, İmamı Muhammed ve İmamı Zufer gibi imamlar vardı. İmamı Âzam, bunların en buyuğu olduğu icin en buyuk imam mÂnÂsına gelen İmamı Âzam lakabını almıştır. Kunyesi Ebu Hanife'dir. Hanife divit mÂnÂsına geliyor. Murekkep ve yazı ile meşgul olduğu icin Ebu Hanife denildi. Yani murekkep sahibi demektir. Hz. Omer veya Hz. Osman'ın zamanında Kabil fethedilince dedesi olan Zuta esir duşup ve Irak'a goturulmuştu, bilahare serbest bırakıldı ve musluman oldu. Hem kendisi, hem oğlu Sabit, hem torunu Numan (Ebu Hanife) tabiinden idiler. İmamı Âzam Ebu Hanife Kufe şehrinde dunyaya geldi, kucuk yaşta Kur'anı Kerim'i hıfz etti. Kumaş ticaretini yapan babası ile birlikte ticaretle uğraştığı gibi, ilim medresesine de devam ediyordu. On altı yaşında iken babası ile birlikte hacca gitti. Abdullah Bin Haris ve Enes Bin Malik gibi bazı ashab-ı kiram ile goruşup sohbetlerinde bulundu. Tabiinin buyuklerinden Hammad Bin Ebi Suleyman'ın ilim halkasına katılıp onsekiz sene devam etti. Cevresinin en buyuk alimi olan Hammad'ın ilmini adeta devraldı. Her hangi bir engel olmadığı zaman her sene hacca giderdi. Mekke ve Medine'de birkac sene mucavir olarak kaldı ve derslere devam etti. İmamı Âzam, İslÂm'a karşı cok samimi olduğu icin asla İslÂm'dan taviz vermedi. Tam İslÂm'ı uygulamada hem Emeviler hem Abbasiler zamanında kendisine kadılık makamı teklif edilip, ısrar edildiği halde kabul etmedi. Hatta bu makamı kabul etmediği icin beni Umeyyenin son hÂlifesi Mervan Bin Muhammed'in valisi kendisine cok işkence yapmıştır. Ve Abbasi HÂlifesi Ebu Caferul Mansur da onu hapse attı ve hapiste vefat etti.
İmamı Azam'ın fıkhı yedi esÂsa dayanıyor:
1- Kitap
2- Onu acıklayan sunnet
3- İslÂmı yayıp, Kur'amn nuzulunu muşahede eden sahabenin sozleri
4- Kıyas
5- İstihsan
6- İcma
7- Nassa ters duşmeyen orf.
İmamı Azam'ın zamanında uydurma ve cok kuvvetli olmayan hadisler dillerde dolaştığı icin hadis hususunda cok dikkat ederdi. Her hadisi kabul etmezdi ve cok titiz davranıyordu. Ancak, bir cemaatten bir cemaate aktarılan veya ilim merkezi sayılan şehir alimlerinin kabul edip uyguladıkları hadisleri kabul ederdi. Veyahut ashaptan birisi bir hadisi sahabe cemaatine rivayet eder ve muhalefet eden olmazsa, yine onu kabul ederdi ve bu hususta şoyle diyordu: Peygamber (sa.)'den Kur'ana aykırı bir hadis rivayet eden bir kimseyi reddetmem, ne Peygamberi ret ve ne de onu yalanlamak mÂnÂsına gelmez. Benim bu rivayeti reddetmem ancak batıl ile Peygamber'den rivayet eden kimseyi reddetmekten ibarettir. Meydana gelen itham da Peygambere karsı değildir. Peygamber ne soylerse baş ve goz uzeridedir. Biz ona inanıyor ve ona şahitlik ediyoruz. Fakihlerin meşhur bir sozleri vardır, ne kadar guzel bir sozdur o da şudur: "Abdullah b. Mesud fıkıh ilmini ekti, Alkame suladı, İbrahim en Nehas bicti, Hammad onu dovdu. Ebu Hanife ise oğuttu. Ebû Yusuf yoğurdu, Muhammed ise pişirdi. Diğer insanlar da onun ekmeğinden yiyorlar." "Meseleyi Allah'ın kitabında gorursem ondan alırım. Onda bulamazsam Allah Resulunun sunnetinden ve guvenilir kimselerin ellerinde bulunan sahih eserlerden alırım. Onda da bulamazsam, sahabelerinden istediğim kimsenin sozunu alır, istediğim kimsenin sozunu bırakırım. Sonra bunların sozu dışına cıkmam. İş, İbrahim, Sabi, Hasen, Said bin Museyyeb'e varınca, onların ictihad ettikleri gibi ben de ictihad ederim." İmamı Âzam, kıyas ve akla cok onem verdiği icin Kur an ve sunnette yer almayan meseleleri, sağlam kafasıyla İslÂm'a uygun olarak cozerdi. Birkac misal vermek istiyorum:
1- Ameş ismindeki zat hanımına hitaben; "Unun bittiğini bana haber verir veya yazarsan veyahut birisini bunun icin gonderirsen ya da herhangi bir kimsenin yanında bunu dile getirir veya işaret edersen, sen benden boşsun" diyerek talÂka yemin etti. Bunun uzerine hanımı İmamı Âzam'a durumunu sordu. İmam kendisine cevaben "Un bittiğinde un torbasını kocan uykuda iken eteğine bağla, sabahlayınca durumu bilecektir" diye fetva verdi.
2- Birisi, Ramazanı Şerif de oruclu iken gunduz vakti hanımı ile munÂsebette bulunacağına dair yemin ediyor. İmamı Âzam bu meseleye de "Hanımıyla birlikte gunduz sefere cıkması ve o zaman kendisiyle munÂsebette bulunabileceği" şeklinde fetva veriyor.
3- Başka birisi de hanımı merdivende iken, kendisine "Yukarıya cıkarsan da, inersen de uc talÂkla boşsun" dediğini beyÂnla durumunu sordu. İmamı Âzam bu durumdan kurtulması icin şoyle fetva verdi Kadın olduğu yerde kalacak sonra birkac kişi merdiveni yere indirecekler ve onu yere koyacaklar. Cenabı Hak insan denilen bu şerefli yaratığın devam ve bekasını bir sebebe bağlamıştır, o da evliliktir. Evlilik, fıtri bir ihtiyactır, erkek olsun, kadın olsun her insan evlenmeye muhtac olup bir eş ile beraber yaşamak arzusundadır. Bu hususta Kur'anı Kerim şoyle buyurmaktadır; "O'nun (Allah'ın) birliğine delÂlet eden belgelerden biri şudur huzur bulaşınız diye sizin cinsinizden sizler icin eş yaratmasıdır." Rum/21 Peygamber (sa.) de şoyle buyurmaktadır: Bir kimse evlenmeye gucu yettiği hÂlde evlenmezse benden değildir. (Bayhaki Tabarani) Ancak evlilikten en buyuk amac neslin bekası olduğuna gore rastgele bir kimse ile evlenmek doğru değildir. Erkek olsun kadın olsun evliliğe namzet olan bir kimse bilgili, kulturlu, iyi İslÂm terbiyesini almış birisi ile evlenmeye caba gostermek zorundadır. Yoksa huzurun sağlanması mumkun olmayacağı gibi evliliğin semeresi olan neslinde iyi yetişmesi de zor olacaktır. Ve bu sebep ile ilahi ve kevni nizama ters duşecek bir duruma girecektir. Peygamber (sa.) buna işaret ederek şoyle buyuruyor: Dort hasletten birisi icin kadınla evlenilir ya serveti veya soyu ya guzelliği veya dindarlığı icin, ama sen dindar olanı elde etmeye bak (Buhari, Muslim). Başka bir hadiste de şoyle buyurulmaktadır: Din ve ahlÂkından dolayı kendisinden memnun olduğunuz bir kimse gelip kızınıza talip olursa, onu evlendiriniz yoksa buyuk bir fitne ve fesada vesile olur. (Tirmizi) Hz. Omer (ra.) da "Evladın babasına olan hakkı nedir" diye sorulan suali şoyle cevapladı: Evladın babasına hakkı şudur: Kendisine iyi bir anne secmesi, guzel bir isim vermesi ve Kur'an"ı Kerim oğretmesidir. İslÂmın tavsiye ettiği yonde iki eş bir araya gelip evlenirlerse kendilerine onemli bir gorev duşuyor; muşterek evlilik hayatının semeresi olan evladın hem fiziki hem de ruhi yonden gelişmesi icin gereken zeminin hazırlamak ve onu gelecekte gereği gibi Allah'a kulluk edip topluma iyi hizmet vermesi icin İslÂmi ve musbet bilgilerle donatmak yonunde caba gostermektir. Yani cocuğun yetişmesi icin hem anne hem de baba sorumludur. Anneye duşen vazife cocuğa fıtri gıdası olan sutunu vermesi, şefkat ve merhametin tezahuru olan hadanatı (bakımı) ihmal etmemesidir. Kuranı Kerim, bu hususta şoyle buyurmaktadır; "Anneler tam iki yıl cocuklarına sut verecekler." (Bakara 233) Tıbben de sabit olduğuna gore cocuk icin en uygun gıda Anne sutudur. Bu fıtri gıdayı ihmal edip suni gıdalara yonelmek, cocuğun sağlığı icin iyi bir yol değildir. Yani Allah'ın tavsiyesi, annenin bizzat cocuğuna bakıp kendi fitri gıdasını cocuğuna vermesi şefkat ve merhamet duygularıyla onu duyurmasıdır. Yalnız fıkıh kitaplarının kaydettiklerine gore cocuğa sut verip bakmak anne icin zorunlu bir emir değil bir tavsiyedir. Cocuğa bakacak başka bir kimse var ise anne, cocuğa sut verip bakmak istemediği takdirde, baba, cocuğu icin bir sut anne bulmak zorundadır, masraf da kendisine aittir. Ama sut verip bakacak kimse bulunmazsa (bu zamanda olduğu gibi) anne cocuğuna sut verip bakmak zorundadır ve bu hususta ihtilaf da yoktur. Anne cocuğa sut verip bakmak zorunda değildir, şeklindeki fukahanın acıklaması, İslÂmm kadına verdiği hurriyetin en bariz bir ifadesidir. Hatta bu meyanda daha dikkat cekici bir husus vardır, hanımın, beyinin annesine, babasına bakmaya mecbur olmadığı gibi beyinin elbisesini yıkamaya ve yemeğini pişirmeye dahi mecbur değildir. Ancak musluman kadınlar, İslÂmdan aldıkları terbiye sayesinde dışarda calışan eşine yardımım esirgemeyip evin ve beyinin butun ihtiyacını karşılar ve yukunu hafifletmeye calışır. Bu da amel defterinde bir iyilik, bir ihsan yazılır. Anne cocuğunu sutten kestikten ve temyiz cağına geldikten sonra artık anne ilk oğretim vazifesini yapar ve cocuğuna bir yonden İslÂm terbiyesini verir, bir yonden de yaşına uygun bilgi ve kultur telkin eder. Yani anne cocuğun ilk oğretmeni ve hayata hazırlayanıdır.
Linkleri gormek icin uye ol Giriş yap veya uye ol.
Şeriat Nedir?
Dini Bilgiler0 Mesaj
●20 Görüntüleme
-
13-09-2019, 06:25:43