31- Mu'min kadınlara da soyle: "Gozlerini (harama cevirmekten) kacındırsınlar(31) ve ırzlarını(32) korusunlar;(33) suslerini(34) acığa vurmasınlar, ancak kendiğilinden goruneni haric.(35) Baş ortulerini, yakalarının ustunu (kapatacak şekilde) koysunlar.(36) Suslerini, kendi kocalarından(37) ya da babalarından ya da kocalarının babalarından(38) ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından(39) ya da kendi kardeşlerinden(40) ya da kardeşlerinin oğullarından(41) ya da kız kardeşlerinin oğullarından(42) ya da kendi kadınlarından(43) ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan(44) ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetcilerden(45) ya da kadınların henuz mahrem yerlerini tanımayan cocuklardan(46) başkasına gostermesinler. Gizledikleri susleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar.(47) Hep birlikte Allah'a tevbe edin(48) ey mu'minler, umulur ki felah bulursunuz."(49)
ACIKLAMA
31. Erkeklerin kadınlar karşısında bakışlarını indirme hukmu, erkekler karşısında kadınlar icin de aynıdır. Kadınların başka erkeklere gozlerini dikip bakmaları yasaktır, ister istemez erkekleri gorduklerinde hemen gozlerini cevirmeli ve başkalarının avret yerlerine bakmaktan kacınmalıdırlar. Bununla birlikte, erkeklerin kadınlara bakıp bakmamalarıyla ilgili hukumler, kadınların erkeklere bakıp bakmamalarıyla ilgili hukumlerden biraz farklıdır. Bu konuda bir rivayet şoyle gelmektedir: Hz. Peygamber (s.a) hanımlarından Hz. Ummu Meymune ve Hz. Ummu Seleme ile otururlarken, Âm bir sahabi olan Hz. İbn Ummu Mektum cıkagelir. Hz. Peygamber (s.a) hanımlarına "Yuzunuzu ondan gizleyin" buyurur. Hanımlarının, "Ey Allah'ın Rasûlu, o kor değil mi? Bizi ne gorebilir, ne tanıyabilir" demeleri uzerine de şu cevabı verir: "Siz de mi korsunuz? Onu gormuyor musunuz?" Hz. Ummu Seleme bu olayın ortu hukumlerinin inmesinden sonra meydana geldiğini acıklar. (İmam Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi) .
Bunu destekleyen bir başka rivayet daha vardır ki, şoyledir: "Am bir adamın kendisini gormeye gelmesi uzerine Hz. Aişe ondan gizlenir. Adam kendisini goremezken ortunmeye neden gerek duyduğunu Hz. Aişe şoyle acıklar: "Ama, ben onu goruyorum" (Muvatta) .
Ne var ki, bunların karşısında Hz. Aişe'den gelen değişik bir rivayet vardır. Hicret'in 7'inci yılında Medine'ye bir zenci heyet gelir ve Mescid-i Nebevî'de fiziki bir huner gosterisinde bulunurlar. Hz. Peygamber (s.a) bunu Hz. Aişe'ye gosterir. (Buhari, Muslim, İmam Ahmed) . Bir başka olayda, Fatıma bint-i Kays'ı kocası boşadığı zaman, iddetini nerede gecireceği sorunu baş gosterir. Hz. Peygamber (s.a) ona once Ummu Şerik el-Ensari ile kalmasını soyler, fakat sonra Âm olduğu icin daha rahat eder duşuncesiyle İbn Ummu Mektum'un evinde kalmasını emreder. Ummu Şerik zengin olup, evi ziyafet verdiği sahabelerle dolup taştığından, onun evinde kalmasını hoşgormez. (Muslim, Ebu Davud) .
Bu rivayetler, kadınların erkeklere bakması konusunda getirilen sınırlamaların erkeklerin kadınlara bakmalarıyla ilgili sınırlamalar kadar sert olmadığını gosterir. Kadınların erkeklerle karşı karşıya oturmaları yasaklanmış olmakla birlikte, yoldan gecerken erkeklere bakmaları veya erkeklerin mahzur bulunmayan gosterilerini uzaktan izlemeleri haram değildir. Yine, gercek ihtiyac durumunda kadınların birlikte kaldıkları evdeki erkekleri gormelerinde de mahzur yoktur. İmam Gazali ve İbn Hacer de aşağı yukarı aynı goruştedirler.
ŞevkÂnî Neyl'ul-Evtar'da İbn Hacer'den şu goruşu nakleder "Kadınlarla ilgili bu izni, acık havadaki işlerinde de kendilerine boyle bir serbesti tanınmış olması gerceği desteklemektedir. Camilere gittiklerinde veya sokaklarda dolaşırken, ya da seyahatta kadınlar erkekler kendilerine bakmasın diye pece takarlarken, erkeklere kadınlar kendilerine bakmasın diye pece takma emri verilmemiştir. Bu da iki cinsle ilgili hukumlerin farklı olduğunu gosterir." (Cilt: 6, sh. 101) . Bununla birlikte, kadınların serbestce istedikleri kadar erkeklere bakıp durmaları ve bununla goz zevki almaları caiz değildir.
32. Yani, gizli yerlerini başkalarının yanında acmaktan ve cinsel arzularını gayri meşru yollarla gidermekten sakınsınlar. Bu konudaki hukum kadınlar ve erkekler icin aynıysa da, avret yerinin sınırları kadınlar ve erkekler icin farklıdır. Ayrıca, kadınların avret yeri erkekler karşısında ve kadınlar karşısında da değişiklik gosterir.
Kadınların erkekler karşısındaki avret yerleri el ve yuz dışında kalan tum vucudlarıdır, avret yerlerini acması koca dışında, kardeşleri ve babaları icin dahi doğru değildir. Vucud cizgilerini ve deriyi ortaya koyacak bicimde ince ve dar giyinmek de yasaktır. Hz. Aişe'den gelen bir rivayete gore, bir defasında kızkardeşi Esma ince bir elbise icinde Hz. Peygamber'e (s.a) gelir. Hemen yuzunu ceviren Hz. Peygamber (s.a) şoyle buyurur: "Ey Esma, bir kadın ergenlik cağına geldiği zaman, yuz ve el dışında vucudunun herhangi bir parcasının acığa cıkmasına izin yoktur." (Ebu Davud) .
Benzer bir hadisi İbn Cerir yine Hz Aişe'den nakleder. Buna gore, bir defasında, Hz. Aişe'nin annesinin onceki kocasından olma Abdullah bin Tufeyl'in kızı kendisini ziyarete gelir. O esnada eve giren Hz. Peygamber (s.a) kızı gorunce yuzunu cevirir. Hz. Aişe, "Ey Allah'ın Rasûlu, o benim yeğenimdir" der. Buna Hz. Peygamber (s.a) şoyle karşılık verir: "Bir kadın ergenlik cağına geldiği zaman, el ve yuz dışında vucudunu gostermesi helÂl değildir" (Sonra da, elle nereyi kasdettiğini gostermek icin bileğini tutar ve kavradığı yerle avucunun orası kadar bir mesafe kalır.) Bu bağlamda gosterilen tek hoşgoru, vucudunun bir kısmını yakın akrabalarının onunde (kardeş, baba gibi) gosterebilmesi icin tanınan izindir. Bu da, kadın ev işlerini yaparken gereklidir. Sozgelimi, hamur yoğururken kolunu, doşemeleri yıkarken pantolununu sıvayabilir.
Kadınların kadınlar karşısındaki avret yerleri, erkeklerin erkekler karşısındaki avret yerlerinin aynısı, yani gobekle diz kapağı arasıdır. Fakat, bu kadının kadın karşısında yarı cıplak duracağı anlamına gelmez. Şu kadar ki, vucudun gobekle diz kapağı arasının her halukÂrda kapanması gerekirken, vucudunun diğer bolumleri icin boyle değildir.
33. İlahi Kanun'un kadınlardan istediği yalnızca erkeklerden istediğiyle, yani bakışlarını sakınıp, ferclerini korumakla sınırlı olmayıp, erkeklerden istenmeyen daha başka şeylerin de kadınlardan istendiği onemle belirtilmelidir. Bu da gosteriyor ki, bu alanda erkeklerle kadınlar bir değildir.
34. "Zinet" cekici elbiseler, suslemeler ve kadınların genellikle kullandığı diğer baş, yuz, el, ayak vs. suslerini icine alır ve modern manada "makyaj" (suslenme) sozcuğuyle ifade edilebilir. Bu zinetin başkalarının yanında acılmaması emri aşağıdaki acıklama notlarında ayrıntılarıyla acıklanacaktır.
35. Ceşitli mufessirlerce bu ayete verilen anlamlar ayetin gercek anlamını karmakarışık bir hale getirmiştir. Oysa, acıkca soylenmek istenen, "kadınların zinet ve suslerini" acıkta olan-kendiliğinden gorunen" ve kontrollerinin otesine taşanın dışında gostermemeleri gerektiğidir. Yani, kadınlar bilerek ve kasden suslerini acığa vuramazlar, fakat, niyet ve kasıt olmaksızın, başortunun savrulup zinetin ortaya cıkması veya kadın giyiminin bir parcası olarak cekiciliği bulunmakla birlikte gizlenmesi mumkun olmayan dış elbisenin gorunmesi gibi durumlarda zinetin acığa cıkmasında kadın uzerine sorumluluk yoktur. Hz. Abdullah İbn Mes'ud, Hasan Basrî, İbn Sirin ve İbrahim Nehaî'nin tefsirleri de bu şekildedir. Buna karşılık, bazı mufessirler ayeti, "vucudun genellikle acıkta kalan ve ortulmeyen kısımları" anlamına almışlar ve tum susleriyle birlikte yuzu ve elleri bunun icine dahil etmişlerdir.
Bu, Hz. Abdullah İbn Abbas'la izleyicilerinin ve cok sayıda Hanefi fakihinin goruşudur. (AhkÂmu'l-Kur'an, el-Cessas, Cilt: 3, 388-389) . Bu durumda, bunlara gore kadınların, tum makyajıyla yuzleri ve susleriyle elleri acık olarak dışarı cıkmalarında bir mahzur yoktur.
Fakat biz bu goruşe katılamayacağız. Bir şeyi gostermekle o şeyin kendiliğinden gorunmesi arasında dağlar kadar fark vardır. Birincisi niyet ve kasıt belirtirken ikincisi zorda kalma ve caresiz olmayı ifade eder. Ustelik boyle bir yorum. Hz. Peygamber (s.a) devrinde ortu ayetinin inmesinden sonra kadınların yuzleri acık dışarı cıkmadıklarını bildiren rivayetlere de ters duşmektedir. Ortu hukmu yuzlerin ortulmesini de icine almaktadır ve pece, Hacc'da ihramlı olmanın dışında kadın giyiminin bir parcası haline gelmiştir. Bunun bir diğer delili de, ellerin ve yuzun kadınların avret yerine dahil edilmemiş olmasıdır, avret yeri ile ortu farklı şeylerdir. Avret yeri, baba ve erkek kardeş gibi erkeklerin bile yanında acılmaması zorunlu olan yerlerdir; oysa ortu, kadını mahremi olmayan erkeklerden ayıran şeydir, buradaki tartışma avret yeri değil, ortu hukumleriyle ilgilidir.
36. İslÂm oncesi cahiliye gunlerinde kadınlar, başın arkasında bağlanan bir tur başlık kullanırlardı. Gomleğin yakası da, boynun onunu ve goğsun ust kısmını dışarda bırakacak şekilde acılırdı. Goğusleri ortecek gomlekten başka bir şey yoktu ve saclar bir veya iki cift orgu halinde arkaya bırakılırdı. (El-Keşşaf, cilt: 2, sh. 9', İbn Kesir, c: 3, sh: 283-284) .
Bu ayet inince musluman kadınlar başlarını, goğuslerini ve sırtlarını butunuyle orten bir başortusu takmaya başladılar. Musluman kadınların bu hukum karşısındaki davranışlarını Hz. Aişe (r.a) canlı bir bicimde anlatır.
"Nur Suresi inip, halk muhtevasını Hz. Peygamber'den (s.a) oğrenince doğru evlerine koştular ve ayetleri karıları, kızları ve kız kardeşlerine okudular" der ve ilave eder: "Ayetlere anında cevap geldi. Ensan kadınları hemen kalkıp, ellerine gecen bez parcalarından başortuleri yaptılar. Ertesi sabah namaz icin Mescid-i Nebevi'ye gelen tum kadınlar baş ortuluyduler."
Bir başka rivayette, Hz. Aişe ince bezlerin bırakılıp, bu amacla kadınların kalın bez sectiklerini anlatır. (İbn Kesir, cilt: 3, sh: 284, Ebu Davud) .
Hukmun amacı ve gercek niteliği, baş ortusunun guzel ve ince bezden yapılmamasını gerektirmektedir. Ensar kadınları gercek hedefi anlamışlardı ve ne tur bir bezin kullanılması gerektiğini biliyorlardı. Kanun Koyucu bizzat bu noktayı acıklamış ve halkın yorumuna bırakmamıştır. Dihyetu'l-Kelbî anlatıyor:
"Bir keresinde Hz. Peygamber'e (s.a) belli uzunlukta guzel bir Mısır muslini getirildi. Ondan bir parca bana vererek, "Bir kısmını gomleğin icin kullan, kalanını da başortusu yapması icin karına ver, fakat ona şoyle de, bunun ic yuzune bir başka bez parcası diksin ve icinden beden gorunmesin" dedi." (Ebu Davud) .
37. Bu ayet, bir kadının tum makyaj ve susuyle serbestce hareket edebileceği cevreyi acıklamaktadır. Bu cevrenin dışında, akraba olsun yabancı olsun, başkalarının karşısına makyajıyla cıkmasına izin yoktur. Hukum, bu sınırlı cevrenin dışında kasden veya dikkatsizce suslerini gostermemesi gerektiğini ifade eder. Bununla birlikte, dikkat ve titizliğe rağmen, elde olmadan meydana gelen acılmaları da Allah affeder.
38. "Babalar" hem anne, hem de baba yanından dedeleri ve buyuk dedeleri de icine alır. Dolayısıyla, bir kadın kendi babası ve dedesine gorunebildiği gibi, kocasının babası ve babasının babasına da gorunebilir.
39. "Oğullar" kadın ve erkek tarafından torunları ve kucuk torunları da icine alır. Oz oğullarla uvey oğullar arasında herhangi bir ayırım yapılmamıştır.
40. "Erkek kardeşler" oz ve uvey kardeşleri icine alır.
41. "Erkek ve kız kardeşlerin oğulları", oz ve uvey erkek ve kız kardeşlerin oğulları, torunları ve kucuk torunları icine alır.
42. Yakınlardan sonra, diğer insanlara gecilmektedir. Bunları anlatmaya gecmeden once karıştırma olmaması icin uc noktanın anlaşılması yararladır:
1) Bazı fakihler, bir kadının hareket ve suslerini gosterme serbestisinin bu ayette anılan akraba cevresiyle sınırlı olduğu goruşundedirler. Bu cevrenin dışında kalan herkes, amca ve dayıya varıncaya kadar bu listenin dışında kalır ve Kur'an'da anılmadıkları icin kadın onların yanında da ortunmek zorundadır. Fakat, bu fakihlerin bu goruşu doğru değildir. Bırakın gercek amcaları, Hz. Peygamber (s.a) Hz. Aişe'nin sut amcası karşısında bile tam anlamıyla ortunmesine gerek duymamıştır. Kutubu Sitte ve Musned'i Ahmed'de Hz. Aişe'den gelen bir rivayete gore, bir defasında Ebu'l-Kays'ın kardeşi Eflah Hz. Aişe'yi gormeye gelir ve eve girmek icin izin ister. Fakat,ortunme emri inmiş olduğu icin, Hz. Aişe izin vermez. Bunun uzerine Eflah, "Sen benim yeğenimsin, seni kardeşim Ebu'l-Kays'ın karısı emzirdi" der. Buna rağmen, Hz. Aişe boyle bir yakınının yanında pecesiz bulunmaya izin olup olmadığında tereddut eder. O esnada Hz. Peygamber (s.a) gelir ve Hz. Aişe'ye Eflah'ı gorebileceğine hukmeder. Bu da gosteriyor ki, bizzat Hz. Peygamber (s.a) ayeti bu fakihlerin yorumladığı gibi yorumlamamış yani yalnızca ayette anılan yakınlara pecesiz gorunmenin helÂl olduğuna hukmetmemiş amca, dayı,damat ve sut akrabalar gibi kendileriyle evlenmesi haram olan yakınlar karşısında ortuye gerek olmadığına karar vermiştir. Tabiun'dan Hasan-ı Basri aynı goruşu benimsemiş ve bu goruş Ahkamu'l-Kur'an'da (cilt: 3 sh: 390) . Alleme Ebu Bekr el-Cessas tarafından desteklenmiştir.
2) Kendileriyle evlenmenin ebedi haram olmadığı yakınlar sorunu vardır ortada, bu yakınlar, ne kendilerine kadının susleriyle gorunebileceği mahrem yakınlar kategorisine, ne de başkaları karşısında olduğu gibi, kendileri karşısında da butunuyle ortunmesi gereken tumden yabancılar kategorisine girmektedir. Herhalde kesin cizgilerle tesbit edilemeyeceğinden olsa gerek. İslÂm bu konuda iki uc arasında benimsenmesi gereken yolu tayin etmemiştir. Boyle durumlarda ortuye uyup uyulmayacağı, karşılıklı ilişkilere, kadın ve erkeğin yaşına, ailevi ilişki ve bağlara ve (aynı veya ayrı evlerde oturmak gibi) daha bazı şartlara bağlı olacaktır. Bu konuda bizzat Hz. Peygamber'in (s.a) sergilediği ornek bize aynı yolu gostermektedir.
Cok sayıda rivayet, Ebu Bekr'in kızı, Hz. Peygamber'in (s.a) baldızı Esma'nın Hz. Peygamber'in (s.a) karşısında pecesiz cıktığını ve en azından yuz ve ellerini ortmediğini aktarmaktadır. Bu durum, Hz. Peygamber'in vefatından bir kac ay once yapılan Veda Haccı'na kadar devam etmiştir. (Ebu Davud) .
Aynı şekilde Ebu Talib'in kızı ve Hz. Peygamber'in yeğeni Ummu Hani de yuzunu ve ellerini ortmeden Hz. Peygamber'in karşısına cıkardı. Bizzat kendisi, bunu doğrulayan bir olayı Mekke'nin fethiyle ilgili olarak nakleder. (Ebu Davud) . Buna karşılık Hz. Abbas'ın oğlu Fazl'ı, (Hz. Peygamber'in (s.a) amca cocuğu) Rabia bin Haris b. Abdulmuttalib'in de oğlu Abdulmuttalib'i ailenin kazanan uyeleri olmadıkları icin evlenemediklerinden bir iş ricasıyla Hz. Peygamber'e (s.a) gonderdiklerini goruyoruz. Her ikisi de Hz. Peygamber'i, (s.a) Fazl'ın amca veya hala kızı ve Abdulmuttalib bin Rabia'nın babasına da benzer bir bicimde yakınlığı olan Hz. Zeyneb'in evinde gorurler. Hz. Zeynep karşılarına cıkmaz ve kendileriyle Hz. Peygamber'in (s.a) huzurunda bir perde arkasından konuşur. (Ebu Davud) . Bu iki orneği birlikte ele alırsak, yukarda ifade ettiğimiz aynı sonuca varırız.
3) İlişkinin kesin olmadığı durumlarda, mahrem yakınlarının yanında bile ortuye dikkat edilmelidir. Buhari, Muslim ve Ebu Davud'un rivayet ettiği bir hadise gore, Hz. Peygamber'in (s.a) hanımlarından Sevde'nin cariyeden doğma bir erkek kardeşi vardı. Sevde'nin ve delikanlının babası, Utbe, kardeşi Sa'd b. Ebu Vakkas'a kendi sulbunden olduğu icin bir yeğen olarak delikanlıya bakması vasiyetinde bulunur. Durum kendisine aktarılınca, Hz.Peygamber (s.a) Sa'd'ın iddiasını reddeder ve şoyle buyurur: "Cocuk kimin yatağında doğmuşsa ona aittir, zaniye ise recm gerekir". Hz. Peygamber (s.a) bununla da kalmaz ve Hz. Sevde'ye gercekten erkek kardeşi olup olmadığı şupheli bulunduğundan delikanlının karşısında ortuye butunuyle riayet etmesini soyler.
43. Arapca "" kelimesi, "onların kadınları" demektir. Burada tam olarak hangi kadınların kasdedildiğine gecmeden once, burada gecen "en-nisa" kelimesinin yalnızca kadınlar, "nisai-hinne"nin ise "onların kadınları" anlamına geldiği belirtilmelidir. İlk durumda, musluman bir kadının tum kadınlar karşısında pecesiz gorunup, suslerini gosterebileceği anlamına gelir. Fakat "en-nisa" yerine "nisa-ihinne"nin kullanılışı bu serbestiyi belli bir cevreyle sınırlandırmıştır. Bu belli kadınlar cevresinin ne olduğu konusunda mufessirler ve fakihler farklı goruşler belirtmişlerdir.
Bir gruba gore, "kadınları"ndan kasıt yalnızca musluman kadınlar olup, zımmî veya başkası tum gayri muslim kadınlar bu cevrenin dışındadır ve erkekler gibi onların karşısında da ortuye butunuyle riayet edilmesi gerekir. İbn Abbas, Mucahid ve İbn Cureyc bu goruşte olup, delil olarak şu olayı ileri surerler. Halife Omer, Ebu Ubeyde'ye yazar: "Bazı musluman kadınların gayri muslim kadınlarla birlikte halka acık hamamlara gittiklerini duyuyorum. Allah'a ve Ahiret Gunu'ne inanan musluman bir kadının, vucudunu kendi toplumundan olmayan kadınların onunde acması helal değildir." Bu mektubu alan Hz. Ebu Ubeyde cok sarsılır ve bağırır: "Tenini ağartmak icin hamama giden kadının yuzu kıyamet gununde kararsın." (İbn Cerir, Beyhaki, İbn Kesir.)
İmam Razi'nin de icinde bulunduğu bir diğer grup, "kadınları"ndan kasdın istisnasız tum kadınlar olduğu goruşundedir. Fakat, boyle olsaydı, "nisa-i hinne" yerine "en-nisa" kelimesinin kullanılması yeterli olacağından, bu goruşu kabul etmek mumkun değildir.
Ucuncu ve daha akla yatkın Kur'an'a daha yakın gorunen goruş, "kadınları"ndan kasdın, musluman bir kadının, musluman olsun olmasın, gunluk hayatında yakından ilişki icinde bulunduğu ve her gunku ev işini paylaştığı vs. tanıdık-bildik kadınlar olduğunu belirtmesidir. Burada amac, kulturel ve manevi kokenleri bilinmeyen veya gecmişleri şupheli gorunen ve dolayısıyla guvenilemezlik arzeden yabancıları cevrenin dışına cıkarmaktır. Bu goruşu, zımmî kadınların Hz. Peygamber'in (s.a) hanımlarını ziyarete geldiğini ifade eden sahih hadisler de desteklemektedir. Bu bağlamda goz onunde bulundurulması gereken ana nokta, dini inanc değil, ahlÂkî karakterdir. Musluman kadınlar gayri muslim de olsalar tanınmış ve guvenilir ailelerin soylu, iffetli ve faziletli kadınlarıyla goruşebilir ve icten sosyal bağlar kurabilirler. Fakat musluman da olsalar, iffetsiz ah-lÂksız ve adi kadınlar karşısında ortuye riayet etmelidirler. Bu kadınlarla bir arada bulunmak ahlÂkî acıdan erkekle bir arada olmak kadar tehlikelidir. Bilinmeyen ve tanıdık olmayan kadınlar ise, en fazla mahrem olmayan yakınlar gibi davranılır. Bunlar karşısında yuz ve eller acılabilir, fakat vucudun kalan kısmı ve zinetler kapatılmalıdır.
44. Bu emrin gercek anlamı konusunda fakihler arasında buyuk goruş ayrılıkları vardır. Bir grup, bu yalnız bir hanımın sahip olduğu cariyelerle ilgilidir der ve ilÂhî hukmu, musluman kadınların zinetlerini, ister muşrik, ister Yahudi, isterse Hıristiyan olsun, cariyeleri karşısında acabilecekleri, fakat ortunmenin amacları acısından hur bir yabancı erkek gibi davranılması gereken koleleri karşısında gorunemeyecekleri şeklinde tefsir eder.
Bu, Abdullah b. Mes'ud, Mucahid, Hasan Basri, İbn Sirin, Said b. Museyyeb, Tavus ve İmam Ebu Hanife'yle İmam Şafiî'nin bir goruşudur. Bunlar, kolenin hanımına mahrem olmadığına, serbest kaldığında onunla evlenebileceğini delil getirirler. Dolayısıyla, onun salt kole olması, kendisine erkek mahremler gibi davranılmasını gerektirmez ve kadının onun karşısında serbestce gorunmesine izin vermez. Genel anlamda ve hem kolelere, hem de cariyelere uygulanabilecek şekilde kullanılan "ellerinin altında bulunanlar" ifadesinin yalnızca cariyelerle sınırlandırılmasının nedenini bu fakihler şoyle acıklarlar: İfade her ne kadar genelse de, icinde yer aldığı metnin siyak ve sibakı (oncesi ve sonrası) onu yalnızca cariyelere ozgu kılmaktadır. Ayette "ellerinin altında bulunanlar" ifadesi, hemen "kadınları"'ndan sonra gelmektedir, bu nedenle ayetten kadınların yakınları ve diğer arkadaşlarının kastedildiği dolayısıyla cariyelerin bu hukmun dışında tutulduğu gibi bir yanlış anlamaya meydan verilmemesi ve kadınların hur kadın dostları gibi, cariyeleri karşısında da zinetlerini acabileceklerini belirtmek icin "ellerinin altında bulunanlar" ifadesi kullanılmıştır.
Diğer grup, "ellerinin altında bulunanlar" ifadesinin, hem koleleri hem de cariyeleri icine aldığı goruşundedir. Bu da Hz. Aişe, Ummu Seleme ve Hz. Peygamber'in (s.a) Evi'nin (Ehl-i Beyt'in) bir takım buyuk alimleriyle İmam Şafiî'nin goruşudur. Bunlar, yalnızca ifadenin genel anlamına dayanmazlar, goruşlerine Sunnet'ten de delil getirirler. Orneğin, bir defasında Hz. Peygamber (s.a) kolesi Abdullah b. Musa'de el-Fezarî ile kızı Hz. Fatıma'nın evine gider. O zaman Hz. Fatıma'nın uzerinde ayaklarını acıkta bırakan bir entari vardı, başını ortse ayakları, ayaklarını ortse başı acıkta kalıyordu. Hz. Peygamber (s.a) kızının utandığını gorunce, "Zararı yok, yalnızca baban ve kolen var" buyurdular. (Enes b. Malik'ten Ebu Davud, Ahmed, Beyhaki) . İbn Asabis'in rivayetine gore, Hz. Peygamber (s.a) bu koleyi Hz. Fatıma'ya verir ve Hz. Fatıma onu yetiştirir, sonra da azad eder. (Ama, adam iyilik bilmez nankor bir yaramaz olur ve Sıffin savaşında Hz. Ali'ye ateşli bir duşman kesilerek Emir Muaviye'nin yanında yer alır.)
Bu fakihler, goruşlerine bir diğer delil olarak, Hz. Peygamber'in (s.a) hadisini naklederler: "İcinizden biri kolesiyle mukatebe yapar ve kole de hurriyetini satın alacak gerekli araca sahip olursa, (sahibi olan) kadın, karşısındaki ortusune riayet etsin." (Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, Hz. Ummu Seleme'den) .
45. Bu ifadenin harfi harfine tercumesi şoyledir: "Erkeklerden bağlılarınız olup, hicbir arzu taşımayanlar". Buradaki anlam acıkca, musluman bir kadının mahrem erkeklerden ayrı olarak, şu iki şarta sahip olan erkekler karşısında da zinetlerini acabileceğidir: 1) Ancak ikinci derecede, yani kadına tabi bir statude olmak, 2) Efendisinin karısı, kızı, kızkardeşi veya annesi hakkında kotu duşunce veya arzu taşımayacak şekilde, yaşlılık, gucsuzluk, yoksulluk ve duşuk sosyal mevkilerde olma gibi nedenlerle cinsel etkilerden uzak bulunmak. Bu hukmu, ona itaat etmek icin salim bir zihinle inceleyen herkes, kotuye kacma yol ve aracları aramaya kacmadığı takdirde, bugun evlerde istihdam edilen hamal, aşcı, şofor ve diğer yetişkin hizmetcilerin bu kategoriye girmediğini teslim edecektir. Mufessir ve fakihlerce yapılan acıklamalar bu ayette kasdedilen erkeklerin tumunu ortaya koymaktadır. Şoyle ki:
İbn Abbas: Kadınlara karşı hic ilgi duymayan alık kimseler.
Katade: Sadece gerekli rızkını sağlamak icin size bağlanmış olan yoksullar.
Mucahid: Yalnızca yiyeceğe ihtiyac duyup, kadınlara karşı ilgisi olmayan alık erkekler.
Şa'bi: Her bakımdan efendisine bağlı olan ve evdeki kadınlara kotu nazarla bakma cesareti bulunmayan kimseler.
İbn Zeyd: Bir aileye o ailenin uyesi sayılacak kadar uzun sure hizmet etmiş ve evin kadınlarına karşı hicbir arzu taşımayan erkekler. Bu erkekler yalnızca gecimlerini sağlamak icin evdedirler.
Tavus ve Zuhrî: Kadınlara karşı hic bir arzu duymayan ve duyma cesareti de olmayan saf kimseler, (İbn Cerir, cilt: 18, sh: 95-96, İbn Kesir, cilt: 3 sh: 285) .
Bu konudaki en guzel acıklama Hz. Peygamber (s.a) zamanında meydana gelen ve Buhari, Muslim, Ebu Davud, Nesaî ve İmam Ahmed'in Hz. Aişe ve Hz. Ummu Seleme'den rivayet ettikleri şu olaydır: Medine'de, iktidarsız ve cinsel etkilerden uzak sanıldığından, Hz. Peygamber'in (s.a) hanımlarının yanına serbestce girebilen bir hadım erkek (Hunsa) vardı. Hz. Peygamber (s.a) bir gun hanımlarından Hz. Ummu Seleme'nin evine gittiğinde, bu adamı kardeşi Abdullah b. Ebi Umeyye ile konuşurken işitti. Abdullah'a ertesi gun Taif'i fethederlerse, hemen Gaylan Sekafi'nin kızı Bedia'yı elde etmesini tavsiye ediyordu. Sonra, Bedia'nın guzelliğini ve cekiciliğini ovmeye başladı ve o kadar ki, onun gizli yerlerini tasvir etmeye kadar gitti, Hz. Peygamber (s.a) bunları duyunca şoyle dedi: "Ey Allah'ın duşmanı, sanki onun her yanını gormuşsun". Sonra da, bu adam karşısında kadınların ortuye tam riayet etmelerini bir daha onun evlere alınmamasını emretti. Bunun ardından, onu Medine'den cıkardı ve diğer hadımların da evlere girmelerini yasakladı. Cunku kadınlar onların varlığına aldırmazken, onlar bir evdeki kadınları diğer evlerdeki erkeklerin karşısında tasvir ediyorlardı.
Bu da gosteriyor ki, "cinsel arzu duyamayan" ifadesi, yalnızca fiziksel iktidarsızlığı belirtmemektedir. Fiziksel acıdan iktidarsız olmakla birlikte, icten ice cinsel arzu besleyen ve kadınlara karşı ilgi duyan kişiler pek cok şerlere neden olabilirler.
46. Yani, cinsel duyguları henuz uyanmamış olan cocuklar. Bu da, en fazla 11-12 yaşındaki cocuklar icin gecerli olabilir. Bu yaşın ustundeki cocuklar, henuz buluğa ermemiş bile olsalar, cinsel duygu sahibi olmaya başlarlar.
47. Hz. Peygamber (s.a) bu hukmu yalnızca sus eşyalarının şıngırtısıyla sınırlamış, bundan bakışın yanısıra, duyguları harekete gecirecek her turlu şeyin, Allah'ın kadınlara zinetlerini gostermeme emrindeki amaca aykırı olduğu ilkesini cıkarmıştır. Bu nedenle, kadınların koku surunerek dışarı cıkmalarını da yasaklamıştır. Hz. Ebu Hureyre'ye gore, bu konuda şoyle buyurur o: "Allah'ın kadın kullarını mescidlere gelmekten men etmeyin, şu kadar ki, koku surunerek gelmesinler." (Ebu Davud, İmam Ahmed) .
Bir başka rivayete gore, Ebu Hureyre mescidden gelen bir kadına rastlamış ve onun koku surunduğunu hissedince kendisini durdurarak, "Ey Allah'ın kadın kulu, mescidden mi geliyorsun?" diye sormuş, kadının "evet" demesi uzerine de, "Habibim Ebu'l-Kasım'ın (s.a) şoyle buyurduğunu işittim: "Kokuyla mescide gelen kadının namazı, o kadın cinsel ilişkiden sonra yıkandığı gibi yıkanmadıkca kabul olunmaz" demiştir. (Ebu Davud, İbn Mace, İmam Ahmed, Nesaî

Ebu Musa el-Eş'arî Hz. Peygamber'in (s.a) şoyle buyurduğunu rivayet eder: "Halkın onun kokusundan zevk alacak şekilde, koku surunmuş olarak yoldan gecen bir kadın şoyle şoyledir: Oldukca sert sozler kullanmıştır." (Tirmizi, Ebu Davud, Nesaî

Hz. Peygamber (s.a) kadın seslerinin gereksiz yere erkeklerin kulaklarına gitmesini de tasvip etmemiştir. Gercek ihtiyac durumunda, bizzat Kur'an kadınların erkeklerle konuşmalarına izin verdiği gibi, Hz. Peygamber'in (s.a) hanımları da dinî konularda halkı aydınlatırlardı. Fakat, hicbir gerekce veya dini ya da ahlÂkî bir amac olmadığı durumlarda, kadınların seslerini erkeklere duyurmaları tasvip edilmemiştir. O kadar ki, imam cemaata namaz kıldırırken yanılır veya atlamada bulunursa, erkeklerin "Subhanallah" demeleri gerekirken kadınlar yalnızca el cırparlar. (Buhari, Muslim, İmam Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud, Nesaî, İbn Mace) .
48. "Allah'a tevbe edin": Bu konuda şimdiye kadar işleyegeldiğimiz hatalar nedeniyle Allah'tan bağışlanma dileyin ve Allah ve Rasûlu'nun koyduğu hukumler doğrultusunda gidişatınızı duzeltin.
49. Bu hukumlerin inmesinden sonra, İslÂm toplumunda Hz. Peygamber'in (s.a) yaptığı diğer duzeltmeleri de vermek yararlı olacaktır. Şoyle ki:
1) Başka erkeklerin (akraba da olsalar) bir kadını gizlice gormelerini veya kadının mahrem yakınlarının yokluğunda onunla oturmalarını yasaklamıştır. Hz. Cabir İbn Abdullah, Hz. Peygamber'in (s.a) şoyle buyurduğunu rivayet eder: "Kocaları evde bulunmayan kadınların yanına girmeyin, cunku şeytan kan gibi sizin icinizde dolaşır." (Tirmizi) .
Yine, Hz. Cabir'in rivayet ettiği bir hadiste şoyle buyurulmaktadır: "Allah'a ve ahiret gunu'ne inanan kimse, yanında mahrem bir yakını bulunmayan kadının yanına girmesin. Cunku bu durumda ucuncu kişi şeytandır." (İmam Ahmed) . İmam Ahmed, Amir b. Rabia'dan buna benzer bir hadis daha rivayet eder. Bizzat Hz. Peygamber (s.a) bu konuda son derece titizdi. Bir defasında, geceleyin hanımı Hz. Safiye'yi evine getirirken, Ensar'dan iki adam yanlarından gecer. Hz. Peygamber (s.a) onları durdurarak şoyleder: "Yanımdaki kadın karım Safiye'dir." Onlar da "Subhenallah ey Allah'ın Rasûlu, senin hakkında hic şuphe edilir mi?" derler. Hz. Peygamber (s.a) şoyle cevap verir: "Şeytan insanın vucudunda kan gibi dolaşır. Zihinlerinize kotu bir duşunce yerleştirir diye korktum." (Ebu Davud) .
2) Hz. Peygamber (s.a) , erkeğin elinin na-mahrem kadının bedenine dokunmasını tasvip etmemiştir. Bu yuzden, biat esnasında erkeklerin elini sıkarken, bunu kadınlara karşı hic yapmamıştır. Hz. Aişe, Hz.Peygamber'in hic bir yabancı kadına dokunmadığını soyler. Kadınlarla sozle biatlaşır ve bu bitince de, "Gidebilirsiniz, biatınız tamamdır" derdi. (Ebu Davud) .
3) Kadınların yanlarında mahremleri bulunmadan veya na-mahremle birlikte yolculuğa cıkmalarını şiddetle yasaklamıştır. Buhari ve Muslim'in İbn Abbas'tan rivayetine gore, Hz.Peygamber (s.a) bir hutbelerinde şoyle buyurmuşlardır: "Hic bir erkek, yanında mahremi bulunmadığı surece yalnızken bir kadının yanına giremez ve hic bir kadın, yanında mahremi bulunmadan tek başına yolculuğa cıkamaz." Bir adam kalkar ve der: "Karım Hacc'a gidecek, fakat bana bir sefere katılma emri verildi." Hz. Peygamber (s.a) buna şoyle karşılık verir: "Karınla Hacc'a gidebilirsin."
Aynı konuda sahih hadis kaynaklarının İbn Omer, Ebu Said el-Hudri ve Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri hadislerde, Allah'a ve ahiret gunu'ne inanan musluman bir kadının yanında mahremi olmadan yolculuğa cıkamayacağı ifade edilmektedir. Şu kadar ki, yolculuğun uzunluğu ve suresi hakkında bazı farklı rivayetler vardır. Bazı rivayetlerde, yolculuğun asgari sınırı 12 mil olarak gelmekte, bazıları bir gun, bir gun bir gece, iki gun veya hatta uc gunluk bir sure koymaktadır. Bu farklılık, rivayetlerin sıhhatine golge duşurmediği gibi, iclerinden birini diğerlerine tercihle kabul etmemizi de gerektirmez. Rivayetlerin arasını bulmak icin, Hz. Peygamber'in (s.a) farklı durumlarda şartlara ve durumun gereğine gore farklı talimatlarda bulunduğu soylenebilir. Sozgelimi, uc gunluk yolculuğa cıkan bir kadın mahremsiz cıkmaktan yasaklanırken, bir gunluk yolculuğa cıkan bir başkası da aynı şekilde yasaklanmış olabilir. Burada ana sorun, farklı durumlarda farklı kişilere farklı talimat vermek değil, İbn Abbas hadisinde ifade olunduğu uzere, bir kadının mahremsiz yolculuğa cıkamayacağı ilkesidir.
4) Hz. Peygamber (s.a) cinslerin serbestce karışımına uygulamalarıyla engel olduğu gibi, bunu şifahen de yasaklamıştır. İslÂm'da Cum'a ve cemaat namazlarının onemi herkesin malumudur. Cum'a namazı bizzat Allah tarafından farz kılınmış, cemaatle namazın oneminin derecesi ise şu hadiste ifadesini bulmuştur: "Eğer bir kişi gercek bir ozru olmaksızın mescide gelmez ve namazını evde kılarsa, Allah bu namazını kabul etmeyecektir." (Ebu Davud, İbn Mace, Darekutnî, Hakim, İbn Abbas'tan) . Boyleyken Hz. Peygamber (s.a) kadınları Cum'a namazından muaf tutmuştur. (Ebu Davud, Darekutnî, Beyhakî

Cemaatle namazlara gelip gelmemeleri konusunda ise kadınları serbest bırakmış ve "Mescidlere gelmek isterlerse kendilerine engel olmayın" buyurmuşlardır. Bununla birlikte, kadınların namazlarını evde kılmalarının mescidde kılmaktan daha faziletli olduğunu da belirtmekten geri durmamışlardır. İbn Omer ve Ebu Hureyre şu rivayette bulunurlar: "Allah'ın kadın kullarını Allah'ın mescidlerine gelmekten men etmeyin." (Ebu Davud) . İbn Omer'den gelen diğer rivayetler de aynı mealdedir: "Kadınların geceleyin mescidlere gelmelerine izin verin." (Buhari, Muslim, Tirmizi, Nesaî, Ebu Davud) . Ve "Evleri, kendileri icin mescidlerden daha iyiyse de, kadınlarınızı mescidlere gelmekten alıkoymayın." (İmam Ahmed, Ebu Davud) . Ummu Numeyd es-Saîdiyye bir keresinde Hz. Peygamber'e (s.a) : "Ey Allah'ın Rasûlu! Namazımı senin imamlığında kılmayı cok arzu ediyorum" der. Rasul-i Ekrem (s.a) şoyle cevap verir: "Namazını odanda kılman taracada kılmandan hayırlıdır. Namazını evinde kılman, yakınınızdaki mescidde kılmandan hayırlıdır, namazını yakınınızdaki mescidde kılman ana mescidde kılmandan hayırlıdır." (İmam Ahmed, Taberanî

Hz. Ummu Seleme'ye gore Hz. Peygamber (s.a) şoyle buyurmuştur: "Kadınlar icin mescidlerin en hayırlıları evlerinin en ic bolmeleridir." (İmam Ahmed, Taberanî

Hz. Peygamber, Mescidi'nde kadınların girmesi icin ayrı bir kapı ayırmış ve kendi zamanında Hz. Omer de erkeklerin bu kapıdan girmelerini yasaklayan kesin emirlerde bulunmuştu. (Ebu Davud) . Cemaatle kılınan namazlarda kadınların erkeklerin arkasında ayrı saf tutmaları emrolunmuştur, ayrıca, namazın bitiminde Hz.Peygamber ve ashabı, kadınlar erkeklerden once mescidden cıksınlar diye bir sure beklerlerdi. (İmam Ahmed, Buhari) .
Hz. Peygamber (s.a) şoyle buyurur: "Erkekler icin safların en iyisi on saf, en kotusu de (kadınların safına en yakın olan) son saftır, fakat kadınlar icin safların en iyisi en son saf, en kotusu de (hemen erkeklerin arkasındaki) on saftır." (Muslim, Ebu Davud, Tirmizi,Nesaî, İmam Ahmed.)
Kadınlar bayram namazlarına da katılırlardı. Şu kadar ki, erkeklerden ayrı kapalı bir yerde bulunurlardı. Hutbeden sonra Hz. Peygamber (s.a) kendilerine ayrıca hitabede bulunurdu. (Ebu Davud, Buhari, Muslim) . Bir keresinde Hz. Peygamber erkeklerle kadınları kalabalık icinde yan yana giderlerken gordu ve kadınları durdurarak şoyle dedi: "Yolun ortasından yurumeniz doğru değildir, kenarlardan yuruyun". Bunu duyan kadınlar hemen duvar boyunca yurumeye başladılar. (Ebu Davud) .
Butun bu hukumler, kadın-erkek karışık toplantıların İslÂm'ın ruhuna butunuyle aykırı olduğunu gosterir. Erkeklerle kadınların Allah'ın kutsal evlerinde namaz icin yanyana durmalarına izin vermeyen İlÂhî Kanun'un, onların okullarda, dairelerde, kuluplerde ve diğer toplantı yerlerinde serbestce bir arada bulunmalarına izin vermesi duşunulemez.
5) Kadınların normal olculerde makyaj (suslenme) kullanmalarına izin, hatta bu konuda talimat vermiş, fakat aşırı makyajı (suslenme) kesinlikle yasaklamıştır. O donemde Arap kadınları arasında gecerli olan makyaj ve sus ceşitlerinden aşağıdakileri lÂnetlemiş ve toplum icin yıkıcı bulmuştur:
a) Daha uzun ve sık gostermek icin saca fazladan yapay sac takmak,
b) Vucudun ceşitli kısımlarına dovme yapmak ve yapay benler meydana getirmek,
c) Belli bir gorunum vermek icin kaşları yolmak veya daha acık bir gorunum kazandırmak icin yuzdeki tuyleri yolmak,
d) Daha cok inceltmek icin dişleri ovalamak, ya da dişlerde yapay delikler acmak,
e) Yapay bir renk ve gorunum kazandırmak icin yuzu safran veya daha başka kozmetiklerle ovmak.
Bu talimatlar Kutubu Sitte ve Musned'i Ahmed'de Hz. Aişe, Esma bint-i Ebu Bekir, Hz. Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Omer, Abdullah b. Abbas ve Emir Muaviye'den guvenilir ravilerce rivayet edilmektedir.
Allah ve Rasûlu'nun bu apacık hukumlerini oğrendikten sonra, bir muslumanın onune iki yol acılır. Ya gunluk hayatında bu hukumleri uygulayıp kendisini, ailesini ve toplumunu, ortadan kaldırılmaları icin Allah ve Rasûlu'nun boylesine ayrıntılı hukumleri koyduğu kotuluklerden temizleyecek, ya da bir takım zaafları nedeniyle bu hukumlerin bir veya bir kacını ciğneyip, hic olmazsa gunah işlediğini bilecek ve bunu boyle kabul ederek, yaptığına fazilet etiketi vurmayacaktır. Bu seceneklerin dışında, Kur'an ve Sunnet'in acık hukumlerine aykırı olarak, Batı turu bir hayat tarzını benimseyenler ve sonra da muslumanlığı kimseye bırakmayıp, İslÂm'da ortunme diye bir şeyin olmadığını acıkca iddia edenler, yalnızca itaatsızlık sucunu işlemekle kalmazlar, aynı zamanda cahilliklerini ve munafıkca inatlarını da sergilemiş olurlar. Boyle bir tavır, ne dunyada doğru duşunen biri tarafından onaylanabilir, ne de ahirette Allah'ın nimetine hak kazanabilir. Fakat gel gor ki, muslumanlar arasında yer alan ve munafıklıklarında oylesine mesafa katetmiş bulunan birtakım munafıklar, ilahi hukumleri gercek dışı gorerek reddetmekte ve gayrı muslim toplumlardan odunc aldıkları yaşama bicimlerinin doğru ve gerceğe dayalı olduğuna inanmaktadırlar. Boyleleri asla musluman değildirler, eğer musluman sayılacak olurlarsa, İslÂm ve İslÂmdışı kelimeler butun anlam ve onemini yitirecektir. Eğer musluman adlarını değiştirmiş olsalar ve İslÂm'ı terkettiklerini acıkca ifade etseler, o zaman hic olmazsa medenî ve manevî cesaretlerinin bulunduğunu soyleriz. Ama, bu kişiler tum yanlış tavırlarına rağmen, kendilerini musluman olarak sunmaya devam etmektedirler. Dunyada bunlardan daha bayağı bir insan sınıfı herhalde bulunamaz. Boylelerinden, boylesi bir karakter ve ahlÂk taşıyanlardan her turlu yalan, hile, aldatma ve iffetsizlik beklemek mumkun değil midir?
Tefhimul Kuran
__________________