YÂ Rabbî! Kerem ve lutfunla hidÂyet ettiğin kalbi tekrar dalÂlete, sapıklığa meylettirme. BelÂları bizden sarf eyle, cevir ve değiştir.
Ey affı cok olan, gunahları orten Rabbim! O gunahlar dolayısı ile bizden intikam alma. Bize azÂb etme.
YÂ Rabbî! Biz nefis ile şeytana kopek gibi tÂbi olduksa da sen, azab arslanını bize saldırtma.
Ey Hayy, ebedî diri olan Rabbim! Taleb ve du uzerine nasıl olur da kerem etmezsin. Sen kerem sÂhibisin.Ey mahlûkÂtın, yaratıkların canlıların ihtiyÂcını gideren Rabbim! Sen varken hic bir kimseyi hatırlamak ve ondan bir şey ummak lÂyık değildir.
Y Rabbî! Rûhumda bir ilim katresi var. İlÂhî onu hev ruzgarıyla ten toprağından muhÂfaza eyle.
Ey ihsÂnı cok olan Rabbim! Cef icinde gecip giden omre merhamet et.
Ey affetmeyi seven Rabbim! Bizi affeyle. İsyÂn derdimize cÂre eyle.
Ey yardım isteyenlerin yardımcısı! Bizi hidÂyete cıkar.
Y Rabbî! Du ve yakarışlarımızda sana lÂyık olmayan sozleri bilmeyerek soyleyip hatÂlarda bulunmuş isek, o kelimeleri sen ıslÂh et ve duÂmızı kabul buyur. Cunku sozlerin hÂkimi ve sultanı ancak sensin.
Ey Âlemin yaratıcısı! Kasvetli, kararmış, katılaşmış Âdet taş gibi olmuş olan kalbimizi mum gibi yumuşat, feryÂdımızı, Âh u vÂhımızı, hoş eyle ki rahmetini celbetsin, ceksin.Bizi kole gibi kullanan bu serkeş nefisten bizi satın al. O nefis bıcağı kemiğe dayandı (zulmu canımıza yetti).
YÂ Rabbî! Sana ne arz edeyim. Cunku sen gizli ve acık her şeyi bilirsin."
Hz. MevlÂna son demlerinde iken, dostu Siraceddin Tatari´yi yanına cagırarak, kendisine su duayı ogretmis ve sıkıntılı zamanlarında okumasını tavsiye etmistir:
"Ya Rabbi! Bana ne senin zikrini unutturacak, sana şevkimi sondurecek, seni tesbih ederken duyduğum lezzeti kesecek bir hastalık; ne de beni azdıracak, şer ve kotuluğumu artıracak bir sıhhat ver."Ey Merhamet edenlerin merhametlisi!Merhametinle bu duamı kabul et.
Hz. Mevlana´nın Sabah Namazından Sonra Okudukları Dua
Allah´ım kalbimi nurlandır, kulağımı nurlandır, gozumu nurlandır, sacımı nurlandır, derimi nurlandır,
etimi nurlandır, kanımı nurlandır, onumu nurlandır, ardımı nurlandır, altımı nurlandır, ustumu nurlandır, sağımi nurlandır, solumu nurlandır, Allahım! nurumu artır, bana nur ver. Ey nurun nuru ey merhametlilerin merhametlisi Allahım merhametinle beni nur et.
(Bu dua, ismi guzel, cismi guzel, teni guzel, canı guzel, ruhu guzel, huyu guzel
Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem)´in dilindendir.)
-------------------------------------------------------------------------------------------
Nasıl mutlu olmuştu?

Sekizinci yuzyılın ilk yarısıydı. Horasan’ın Belh şehrinde İbrahim adında bir hukumdar yaşardı. Kendisini alabildiğine dunya zevkine kaptıran bu hukumdar gonlunce bir hayat surer, dilediği her şeyi yapardı. Fakat yaptığı hareketlerin Allah’ın emirlerine aykırı olduğunu duşundukce uzulur, kendini icin icin yerdi. Aslında o hayatın kendisini mutlu ettiği de soylenemezdi. Dunyanın bin bir turlu zevkini de tatsa, neticede hepsi boştu. Birgun Allah huzuruna cıkacak, “Ey İbrahim, sana saltanat ve bunca imkÂnlar verdiğim halde, benim icin ne yaptın?” derse ne cevap verecekti? O bir yana, daha dunyadayken bile tattığı lezzetlerin acısını cekmeye başlamıştı. Cunku lezzetlerin bitmesi, yahut onların gideceğini duşunmesi lezzetleri acılaştırmaya yetiyordu. Devamı olmayan lezzetin ne kıymeti olabilirdi? Sonra ic dunyasını kemiren sıkıntı da ona bir turlu o lezzetlerin zevkini hissettirmiyordu. Saray, Âdet bir zindan olmuştu. Aslında yaşadığı hayattan zevk alamayışının, doyamayışının tek sebebi Allah’ı hakkıyla tanımayışı, emirlerini tutmayışıydı. Onu tanımayınca saraylar bile zindan oluyordu. Birgun pencereden bakıyordu. Kapının onunde bir dilenci gozune ilişti. Hareketleri dikkatini cekti. Ne yapıyordu dilenci? Torbasından bir kuru ekmek cıkarıyor, sonra da ıslatıp tuza banarak yiyordu. Peşinden kana kana su iciyor, Rabbine şukrediyor ve bir koşeye cekilip uykuya dalıyordu. Hukumdar hemen adamlarından birini cağırdı. Dilenciyi gostererek, “Şu adamı gozetle bakalım, uyandıktan sonra ne yapacak? Sonra da al benim yanıma getir” dedi. Yoksul adam bir muddet sonra uyandı, “Allah’ım! Sana sonsuz şukurler olsun” diye şukredip yola cıktı. Hukumdarın adamı hemen o yoksulu tutup hukumdara goturdu. “Uyanır uyanmaz Allah’a şukredip yola cıktı Sultanım. Aldım, yanınıza getirdim.”
Hukumdar fakire dondu:
“Ey fakir!” dedi. “Gordum ki kuru ekmeğini iştahla yedin. Karnın doydu değil mi?”
“Evet!” dedi fakir.
“Sonra da suyunu ictin...”
“Evet...”
“Uzuntusuz bir uykuya dalıp dinlendin.”
“Evet...”
Bu cevaplar hukumdarı duşundurmeye yetmişti. “Adama bak!” diyordu. “Bir kuru ekmekle sultanlar gibi yaşıyor. Ne gamı var, ne kederi!” Ama ben alabildiğine refah icinde yaşıyorum, fakat tatmin olamıyorum, bir turlu rahatı bulamıyorum. Boylesine huzursuz bir dunyada daha ne zamana kadar yaşayabilirim? Halbuki şu fakir kuru bir ekmeği suyla ıslatıp tuzla yemekten mutlu oluyor. Sonra da Rabbine şukrediyor. Demek ki, o bu lezzeti Allah’ı tanımaktan, O’na şukretmekten alıyor. Anlaşılan uzuntusuz bir hayat ancak boyle mumkun. Allah’ı tanımayınca saraylar zindana donerken, O’nu tanıyınca zindanlar saray oluyor. Kuru ekmek bile borek lezzeti veriyor!”
Bu hÂdise ve duşunceler, hukumdar İbrahim’in hayatını değiştirdi. Kendini Allah yoluna verdi. Allah’ı tanımanın, O’na şukretmenin zevkine ermeye başladı. Bu yolda o kadar ilerledi ki, meşhûr evliyÂlar arasına girdi, İbrahim Edhem adıyla şohret buldu.
Şaban DOĞEN
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------__________________