Bu yuce isme butun esmau'l-husnayı mÂn olarak bunyesinde taşıması sebebiyle, İsm-i Azam da denir. Allah'ın birliğini vurgulayan iki guzel isim daha vardır ki, bunlar da İsm-i Azam'dır: Vahid ve Ehad .

Vahid, Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarındaki, Ehad ise zatındaki tekliği ifade eder. Allah Vahid'dir ve Ehad'dır. Sıfatlarında ve zatında tektir, eşi ve benzeri yoktur. Allah ism-i şerifi ozel bir isimdir ve hicbir kelime bunun yerini tutamaz. Bu bakımdan Allah kelimesi en buyuk zikir kelimesidir. En buyuk dava da Allah'ı zikir ve bu zikri kalplere yerleştirmektir.

Bu noktada şu gerceği acıklamak yerinde olur: Zikir butun ibadetlerin ozunu teşkil ettiği gibi, aynı zamanda mustakil bir ibadettir. Tasavvufî mÂnÂda tesbihatı, tekbiri, istiğfarı, takdisi, tahlili de icine alan zikir yonuyle bir hususiyet arz eder.

Zikir, tevhidi kalpte hakim kılmanın yegane yoludur. Tevhid, kelam ilminin kurallarıyla işin soz kısmını incelemek değil, zikir yoluyla birtakım mertebeleri gecmek, Allah'ın birliğine kalbî yolla ulaşmak demektir.

O halde, tevhidin ozune Lailahe İllallah kelimesiyle ulaşılabilir. Ancak bu kelimeyi yalnız dil ile soyleyip derinliğine inmemek, şuuruna vakıf olmamak; aranılan o hakikate insanı ulaştıramaz. Asıl mesele bu zikri kalbe indirmek, orayı temizlemektir. Zikrin hakikatine ulaşmak budur.

İmam-ı Gazalî, İhya-u Ulumi'd-din adlı eserinde bu hakikati şoyle vurgular: “Tevhid ic ice iki perdesi olan kıymetli bir cevherdir. İnsanlar ozu tamamen unuttular da, dışındaki kabuğa ve bu kabuğu korumaya tevhid adını verdiler. Birincisi yani dış kabuk veya perde: Dil ile Lailahe İllallah demektir ki, buna Hıristiyanların tasrih ettikleri teslisi bozan tevhid adı verilir. Fakat bu tevhid ici dışına uymayan munafıktan da duyulabilir. İkinci perde: Dilin soylediği bu tevhidi kalbin inkar etmemesi, belki buna inanıp tasdik etmesidir. Bu ise avam tabakasının tevhididir. İşte kelamcılar tevhid cevherinin bu ic kabuğunu bidatcilerin karıştırmasından koruyabilirler. Ucuncusu ki ozdur, vasıta ve sebeplere iltifattan insanı alıkoyacak şekilde her şeyi Allah-u Teala'dan bilmek ve ibadetini yalnız O'na tahsis edip, başkasına kulluk etmemektir.

Heva ve hevesinin ardından suruklenenler nefislerini mabûd tanıdıklarından bu tevhid dışında kalırlar. Nitekim Allah-u Teala bu gibiler hakkında, ‘Nefislerini ilah tanıyanları gorur musun?' buyurmuştur. Peygamber Efendimiz bu gibiler hakkında, ‘Yeryuzunde tapılan tanrılardan, Allah-u Teala'nın en cok buğzettiği heva-i nefs'tir.' buyurmuştur. Gercek şu ki, iyi duşunen kimse, puta tapan kişinin de heva-i nefsine tapmış olduğunu anlar."

Ancak ısrarlı ve devamlı zikir insanı tevhidin hakikatine ulaştırır. Nefis dahil butun putlar, zikrin kalbe yerleşmesi oranında kalpten izale olurlar. Zikir kalbi kapladığında, insan yuzunu Allah'a cevirir. Allah'a donmek sadece bedenin kıbleye donmesiyle gercekleşmez. Kabe bir olcudur. Kıbleye yonelmek, yuzun Allah'a cevrilmesinin bir semboludur.

Gazalî bu konuda şoyle der: “Halbuki ‘Yuzumu, yerleri ve gokleri yaratan Allah-u Teala'ya yonelttim.' cumlesi tevhidin gercekliğinden haber veren bir cumledir. Tevhid eden ancak Bir'i gorur ve ancak Bir'e yonelir ki, bu da Allah-u Teala'nın ‘Allah da, onları bırak kendi batıl sozlerinde eğlensinler.' ferman-ı ilahîsine uymak demektir. Dil, kalbe tercumandır. Bazen doğru, bazen de yalancı olur. Allah-u Teala'nın nazargÂhı, dilin tercumanı olduğu kalptir. Tevhidin koku ve kaynağı da bu kalptir.”

Zikrin hedefi, tevhidin koku ve kaynağı olan bu mutmain kalbi elde etmektir. Zikirdeki lafız ve mÂn butunluğu ile kastedilen budur. İnsan samimiyetle zikrettiğinde zikir kademe kademe kalbe gecer ve orada hakim olur. Soz ve kelimeler, tevhidin yuce anlamıyla kalbe oturur. Bu kalbin sahibi, Âleme ve insanlığa fayda getiren, kÂinatı ihya eden bir mimar durumundadır.

Butun ibadetlerin ozu, aynı zamanda mustakil bir mÂnÂsı bulunan ozel bir ibadet olan zikir, KurÂn literaturunde, hadislerde yer aldığı şekliyle ve Resulullah'ın hayatında uygulanış tarzıyla Asr-ı Saadette ne idi? Daha sonra bu hususta ne gibi sapmalar oldu? Zikir denince gercek anlamıyla ne anlaşılmalıdır? Bu hususları ileriki bolumlerimizde konu edindik.

Zikir, Asr-ı Saadet'te mustakil bir ibadet olarak ele alınıyor ve icra ediliyordu. Zikrin belli lafızları vardır. Kelime-i Tevhid ve İsm-i Celal başta olmak uzere, hadislerde lafızları beyan edilen zikir cumleleri huşu ve huzurla icra ediliyordu.

Cenab-ı Hak, “Hatırlat, hatırlatmak muminlere fayda verir.” buyurmak suretiyle Resulunu zikre ve zikrin gerceğini oğrenmeye teşvik etmiştir.

__________________