Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve goklerin ve yerin yaratılışı konusunda duşunurler. (Ve derler ki

Bunların yanısıra bir de duanın, en guzel, en makbul şekli vardır ki Kuran'da bunlar ayrıntılarıyla anlatılmıştır.
Yuksek Olmayan Bir Sesle, Yalnız Başına, İcin İcin Dua
Cok caresiz ve sıkıntı icerisinde kaldığınız, Allah'a dua etme ihtiyacı hissettiğiniz bir anda dua etmek icin nasıl bir ortamı tercih ettiğinizi hatırlıyor musunuz? Hic şuphesiz gece yastığa başınızı koyduğunuzda ya da cok sessiz ve gurultusuz, Allah'la başbaşa olabileceğinizi hissettiğiniz bir ortamda dua etmeyi tercih etmişsinizdir.
İbadetler sırasında manevi yoğunluk en fazla yalnız başına, kimsenin bilmediği zamanlarda, tam bir konsantrasyonun sağlanabildiği sırada yaşanır. İhtiyacları, hataları veya eksikleri konusunda Allah'a dua etme gereksinimi duyan insan, yalnız başına ve icin icin dua etmeyi tercih eder. Buna guzel bir ornek Hz. Zekeriya'nın duasıdır. Kuran'da, onun Allah'tan soyunu devam ettirecek bir varis isterken gizlice dua ettiğine işaret edilir:
Hani o Rabbine gizlice seslendiği zaman demişti ki: "Rabbim, şuphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım." (Meryem Suresi, 3-4)
Duanın tanımı icin "gucu sınırlı ve sonlu bir varlığın gucu sınırsız bir kudret karşısında acizliğini ortaya koyarak istekte bulunmasıdır" demiştik. Bu yuzden dua, gercekten Allah'a karşı acizlik ve fakirlik bilinerek yapılmalıdır. Fakat elbette ki bu birtakım yapmacık hareketlerle, kalıpcı ve taklitci duşunce yapısıyla sağlanamaz. Zaten gercek anlamda samimi olan, acizliğini hisseden insan doğal olarak bunu yaşayacaktır. Kuran'da, muminlere şu şekilde dua etmeleri tavsiye edilir:
Rabbinize yalvara yalvara ve icin icin dua edin. Şuphesiz O, haddi aşanları sevmez. (A'raf Suresi, 55)
Rabbini, sabah akşam, yuksek olmayan bir sesle, kendi kendine, urpertiyle, yalvara yalvara ve icin icin zikret. Gaflete kapılanlardan olma. Şuphesiz Rabbinin Katında olanlar, O'na ibadet etmekten buyuklenmezler..." (A'raf Suresi, 205-206)
Kuran'da, duanın yalnızken, yalvararak ve icin icin yapılabileceğine dikkat cekilir. Dolayısıyla duanın nerede yapıldığı, dua sırasında duzenlenen "toren"in buyukluğu, katılımın fazla olması ve dua eden şahsın sesinin cok fazla cıkması olcu değildir.
Oncelikle bilinmelidir ki, duadaki yuksek ses tonları duanın Allah'a ulaşmasını ya da Allah'ın duaya icabetini kolaylaştırmaz. Dua ettiğimiz Rabbimiz, icimizden gecirdiğimiz duşunceleri bilen, herşeyden haberdar olan ve bize şah damarımızdan daha yakın olandır. (Kaf Suresi, 16) Bize bu kadar yakın olan Allah'a dua ederken sesimizi gereksiz yere yukseltmemizin bir anlamı yoktur. Kişi icinden dua edebileceği gibi, ancak kendisinin duyabileceği bir tonla da dua edebilir.
Kuran'da gerek ibadet sırasında, gerekse yaşamın her anında ses tonunun uygun tutulması gerektiği insanlara aşağıdaki ayetlerde şoyle bildirilir:
Yuruyuşunde orta bir yol tut, sesinden de (yuksek perdeleri) eksilt. Cunku, seslerin en cirkin olanı gercekten eşeklerin sesidir. (Lokman Suresi, 19)
De ki: "Allah, diye cağırın, 'Rahman' diye cağırın, ne ile cağırırsanız; sonunda en guzel isimler O'nundur." Namazında sesini cok yukseltme, cok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse. (İsra Suresi, 110)
Gorulduğu gibi Kuran'da tarif edilen ibadet modeli gosterişten uzaktır. Başkaları gorsun veya duysun diye yapılmaz, sadece Allah'a karşı olan vazifenin hakkıyla yerine getirilmesi amacını taşır. Kuran'da bunun uzerinde onemle durulur. Dua ile ilgili ayetlerde defalarca "dini Allah'a halis kılarak dua etmek"ten soz edilir. Bunun anlamı, dinin, yani ibadetin sadece ve sadece Allah icin yapılması, O'ndan başkalarının rızasının kesinlikle aranmamasıdır:
O, Hayy (diri) olandır. O'ndan başka ilah yoktur; oyleyse dini yalnızca Kendisi'ne halis kılanlar olarak O'na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun. (Mu'min Suresi, 65)
Oyleyse, dini yalnızca O'na halis kılanlar olarak Allah'a dua (kulluk) edin; kafirler hoş gormese de. (Mu'min Suresi, 14)
De ki: "Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yuzlerinizi (O'na) doğrultun ve dini yalnız Kendisi'ne has kılarak O'na dua edin. "Başlangıcta sizi yarattığı" gibi doneceksiniz." (A'raf Suresi, 29)
Din sadece Allah'ındır. İbadetlerin hepsi sadece O'nun hoşnutluğunu kazanmak amacıyla yapılır. Bunun yegane yolu da O'nun istediği ve tarif ettiği gibi yapmaktır.
Duasını, ya da başka herhangi bir ibadetini Allah'a halis kılmadan yapanlar, yani etraflarındaki insanlara "takva" gorunmek endişesinde olanlar buyuk bir dalalet icindedirler. Allah Kuran'da onlardan şoyle soz eder:
İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Onlar gosteriş yapmaktadırlar, (Maun Suresi, 4-6)
Allah'ın Varlığını Hissederek Dua
Duanın en onemli unsurlarından biri Allah'a olan kesin imandır. İnsan caresiz kaldığı durumlarda Allah'ın varlığını ve kendisine sadece O'nun yardım edeceğini hic şuphesiz bilir. Ancak insanın rahat zamanlarında da Allah'ın varlığını ve gucunun buyukluğunu hissederek dua etmesi gerekmektedir. Aslında insan sadece dua sırasında değil, gunluk yaşantısının her anında bu bilincte olmalıdır.
Her an, Allah'ın varlığını ve yakınlığını hissederek dua etmelidir. Cunku ancak Allah'ın varlığının farkında olan insan duanın anlamını ve onemini kavrar. Duanın ozelliği, Allah ile kulu arasında ozel ve sıcak bir bağlantı kurmasıdır. İnsan tum sıkıntılarını ve isteklerini Allah'a acar, O'na yakarır ve Allah kulunun isteğine icabet eder, duasını karşılıksız bırakmaz.
Daha once de belirttiğimiz gibi Kuran'da dua hicbir şekli kalıba sokulmaz. "Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin" (Nisa Suresi, 103) ayeti, insanın her durumda ve her şartta Allah'ı anıp O'na dua edebileceğini gosterir. Onemli olan şekil değil, dua eden kişinin samimiyet ve teslimiyetidir.
Bunun aksi bir anlayış ise, duayı gercek anlamından cıkarır ve bir tur buyu ya da tılsım gibi gorulmesine yol acar. Birtakım cahil insanların kendi kendilerine urettikleri ağaclara bez bağlama, suya ufleme gibi batıl inanclar bunun bir gostergesidir. Dikkat edilirse bu tur uygulamaların temel ozelliği, bunları uygulayan kişilerin Kuran'ın mantığından uzak oluşlarıdır. Doğrudan Allah'a yonelip isteklerini O'ndan istemektense, birtakım batıl toren ya da semboller icad etmekte, duayı da bunlar aracılığıyla yapmaktadırlar. Kime dua ettiklerinin, kime yakardıklarının ise pek farkında değildirler. Dua icin kullandıkları cisimlerde bir tur "keramet" olduğu zannındadırlar, ama sorulsa bunun ne demek olduğunu tarif edemezler. Turbe ziyaretlerini amacından saptırarak bu turbelerde yatan insanlara dua edenler, onlardan medet umanlar da aynı batıl ve sapık inanca sahiptirler.
Mumin ise "Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini cekerek yalnızca O'na yonel" (Muzemmil Suresi, 8) emrine uyar, tum bu batıl inanışlardan uzak olarak sadece ve sadece Allah'a doner, O'nun huzurunda boyun eğer ve Rabbimize yalvarır.
Korku ile Umit Arasında Dua
Kuran'da Allah'ın "... merhametlilerin en merhametlisi..." (Enbiya Suresi, 83) olduğu belirtilmektedir. Yine Kuran'da hata yapanın Allah'tan bağışlanma dilemesi durumunda hicbir gunah ayrımı gozetilmeden affedileceği soylenmektedir. (Nisa Suresi, 110) Bu nedenle insanların dualarında Allah'ın "esirgeyen ve bağışlayan" sıfatlarını duşunmeleri, umit icinde dua etmeleri gerekir. Kişinin yapmış olduğu hata ve bu yuzden duyduğu vicdan azabı ne kadar buyuk olsa da, Allah'ın affediciliğinden umit kesmesine neden değildir. Bununla paralel olarak insanın hata yapmaktan ve gunah işlemekten dolayı icine girmiş olduğu ruh hali, onun umut icinde dua etmesine engel olmamalıdır. Cunku Kuran'da sadece kafirlerin Allah'ın rahmetinden umut keseceği soylenir:
"... Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Cunku kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umudunu kesmez." (Yusuf Suresi, 87)
Ote yandan kimsenin mutlaka cennete layık olma gibi bir garantisi yoktur. Nitekim Allah Kuran'da; "Şuphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic Suresi, 28) ayetiyle bu gerceğe karşı insanları uyarmıştır. Bu nedenle de herkes Allah'tan gucunun yettiği kadar korkmak durumundadır. Oyle ise imtihan icin dunyada bulunan insanın her zaman icin sapması, dalalete duşmesi, şeytanın oyununa gelip Allah'ın yolundan donmesi ihtimal dahilindedir. Bu konuda kimsenin bir garantisi yoktur. Bu nedenle insan duasında bir yandan Allah'ın rahmetini umid ederken, bir yandan da O'nun rızasını yitirmekten korkmalıdır.
Nitekim gercek bir mumini diğer insanlardan ayıran en onemli ozelliklerden biri Allah korkusudur. Cunku inanmayan bir insana gore cehennemin varlığı mechuldur. Mumin ise cehennem tehlikesinin farkındadır. Ahiret gunune kesin bir bilgi ile inandığı icin en buyuk korkuyu yaşar. Sadece inanan ve Allah'a karşı buyuklenmekten kacınan kişi bu korku ile hareket eder. Azabın gercekliğinden ve şiddetinden emindir. Bu azapla karşılaşmamak icin dunya hayatında risk sayılan hicbir şeye yaklaşmaz. Ahiretteki o zorlu azaptan uzaklaşmayı ve sonsuz guzellikle karşılanacağı cenneti hak etmeyi ister. Muminin ahiret azabından korkusu duasına da yansımaktadır.
İşte bu yuzden Kuran'da korku ve umit kavramları birlikte kullanılmıştır. Eğer insan duasında cehennem korkusunu hissetmiyorsa -ki bunun temelinde Allah korkusunun eksikliği yatmaktadır- ortada mutlaka bir tefekkur yani duşunup anlama eksikliği vardır. İnsan cenneti kazanmak icin ne kadar istekli bir şekilde dua ediyorsa, cehennemden kurtulmak icin de o kadar istekli bir şekilde dua etmelidir. Yani cehennemden korkup, cennete kavuşmayı umit etmelidir. Bu ruh halini ifade eden ayetlerden ikisi şoyledir:
"Duzene konulması (ıslah)ından sonra yeryuzunde bozgunculuk (fesad) cıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır." (Araf Suresi, 56)
"Onların yanları (gece namazına kalkmak icin) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler." (Secde Suresi, 16)
Gorulduğu gibi korku ve umut, Kuran'da kastedilen duayı oluşturan iki temel histir. Kuran dikkatlice incelendiğinde zaten tum ibadetlerde, ve yaşamın her anında bu iki hissin hayati onem taşıdığı rahatlıkla fark edilebilir.
Unutulmamalıdır ki dua Allah'a karşı hem buyuk bir gorev hem de bizim ebedi hayatımızı kurtaracak bir vesiledir. Cunku Kuran'da Allah'a dua etmeyenlerin sonunun ebedi cehennem azabı olduğu haber verilir.
"Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten buyuklenen (mustekbir)ler; cehenneme boyun bukmuş kimseler olarak gireceklerdir." (Mumin Suresi, 60)
Allah'ın Sıfatlarını Anarak Dua Etmek
Allah'ın isimleri, bize O'nun vasıflarını tanıtırlar. Orneğin Allah Rahman'dır, yani esirgeyicidir; Rab'dır, yani eğiten ve yol gosterendir; Hakim'dir, yani hukum veren, herşeye hakim olandır; Rezzak'tır, yani rızık verendir... Bu isimler Allah'ı tanıttığı icin, insan bunlarla Rabbimize seslenerek O'nun buyukluğunu, yakınlığını, gucunu ve rahmetini daha iyi kavrar. Allah'tan rızık isteyen bir kişinin O'nun Rezzak ismini anarak dua etmesi, elbette ki duasının anlamına uygun olacaktır. Nitekim Kuran'da da, Allah'a O'nun farklı isimleri ile dua edilebileceği haber verilmektedir:
"De ki: "Allah, diye cağırın, 'Rahman' diye cağırın, ne ile cağırırsanız; sonunda en guzel isimler O'nundur." Namazında sesini cok yukseltme, cok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse." (İsra Suresi, 110)
"İsimlerin en guzeli Allah'ındır. Oyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkÂra) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır." (A'raf Suresi, 180)
Allah'ın sıfatlarını bilen insan hatalarını Allah'tan gizlemeye calışmaz. Cunku gizlese de, acığa vursa da Allah'ın herşeyi bildiğinin farkında olur. Hatalarını gizlemenin kendisine zarardan başka bir şey kazandırmayacağını bilen mumin, her turlu eksiklik ve hatalarından dolayı Allah'tan bağışlanma diler. Nitekim Hz. İbrahim'in bir duası şu şekilde başlamaktadır:
"Rabbimiz, şuphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, acığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gokte hicbir şey Allah'a gizli kalmaz." (İbrahim Suresi, 38)
Mumin, istekleri ne kadar buyuk olsa da herşeyin Allah'ın kontrolunde olduğunun, Allah dilerse en imkansız gibi gorunen bir şeyin O'nun "Ol" demesi ile gercekleşeceğinin farkındadır. Bu yuzden de Allah'ın nimetlerine ulaşmak icin hicbir şeyi aşılmaz bir engel olarak gormez. Aksine, her turlu zorluğu ve engeli duası ile aşar.
Duanın, istek ve ihtiyaclarımızı Allah'a duyurmaktan başka, Allah'ı anmanın ve yuceltmenin bir yolu olduğunu soylemiştik. Kuran'da ozellikle peygamber dualarında, Rabbimiz sıfatları ile birlikte yuceltilmektedir. Aşağıdaki birkac ornek, bunu gormek icin yeterlidir:
"(Suleyman) Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hic kimseye nasib olmayan bir mulku bana armağan et. Şuphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin. (Sad Suresi, 35)
"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve Katından bize bir rahmet bağışla. Şuphesiz, bağışı en cok olan Sensin Sen." (Al-i İmran Suresi, 8)
(Musa yalvarıp) Dedi ki: "Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın." (Araf Suresi, 151)
"Orada Zekeriya Rabbine dua etti: 'Rabbim bana Katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen duaları işitensin' dedi." (Al-i İmran Suresi, 38)
Duada Kalıplaşmış Tekduze İfadelerden Kacınmak
Dua denilince akla, insanın Allah'ı zikretmesi, Allah'a kusurlarını itiraf etmesi, kendisinin ve muminlerin ihtiyaclarını duyurması gelir. Bunun icinse duada Allah'a karşı samimi bir uslubun yaşanması gerekmektedir.
Duada tekduze ve kalıplaşmış ifadelerin sık sık tekrarlanmasının tek nedeni, duanın samimi bir ibadetten cıkıp, bir tur alışkanlık ya da gelenek haline gelmiş olmasıdır. Allah'ın azametini hisseden, O'nun azabından korkan ve rızasını kazanmayı isteyen insan, kalbinden gelen samimi ve durust ifadelerle O'na yonelir. Aynı şekilde kendisini Allah'a teslim etmiş, dost ve yardımcı olarak O'nu benimsemiş olan insan, her turlu sıkıntısını ve derdini O'na acar. "...Ben, dayanılmaz kahrımı ve uzuntumu yalnızca Allah'a şikayet ediyorum..." (Yusuf Suresi, 86) diyen Hz. Yakub gibi, ruhundaki tum sıkıntılarını ve taleplerini O'na soyler, her turlu yardım ve hayrı O'ndan ister.
Dua eden kişi bu tur bir samimiyet icerisinde değilse ve duayı sadece yerine getirilmesi gereken bir formalite ya da icabet edilip edilmeyeceği belli olmayan bir tılsım olarak goruyorsa, doğal olarak kalıplaşmış ifadeler kullanır. Ne demek olduğunu hic anlamadığı ya da uzerinde hic duşunmediği birtakım suslu cumleleri sıralayarak kendince bir dua edecektir. Bunun Kuran'da tarif edilen dua olmadığı ise cok acıktır.
Oysa dua, insanın Allah ile samimi bir bağlantısıdır. Her insanın icinde bulunduğu sorunlar, istekleri, arzuları, ruh hali birbirinden cok farklıdır. Dua sırasında onemli olan sozcukler değil kulun o anki ruh halidir.
Kuran'da ornek olarak gosterilen dualar, peygamberler ve muminlerin ruh halllerini yansıtan cok samimi ve icten Allah'a yonelmelerdir.
Duada Aceleci Davranmaktan Kacınmak
İnsan fıtratı gereği aceleci bir varlıktır. Yaratılışındaki bu acelecilik on plana cıktığı zamanlarda da hareketlerinin sonucunu duşunmeden davranabilmektedir. Nitekim bu yuzden Kuran'da, "İnsan aceleden (aceleci olarak) yaratıldı. Size ayetlerimi yakında gostereceğim. Şimdi hemen acele etmeyin" (Enbiya Suresi, 37) şeklinde bildirilmektedir. Bu acelecilik genellikle dunya nimetlerinin elde edilmesi konusunda on plana cıkar.
İnsan cennete ve Allah'ın nimetlerine karşı buyuk bir istek duyar. Bu nimetlerin benzerlerinin dunyada da yaratılmış olmasının sebeplerinden biri, cennetin ozelliklerini biraz daha iyi kavranmasını, cennete duyulan isteğin artmasını sağlamaktır. Oysa insan hem bu nimetlere duyduğu istekten, hem de aceleci olduğundan oturu nefsinin arzu ettiklerinin hemen gercekleşmesini ister. İnsanın bu aceleciliği zaman zaman dualarına da yansıyabilir. Dua ettiği zaman hemen duasına karşılık verilmesini ister. Duasına karşılık alması biraz gecikirse "dua da ediyorum, ancak kabul edilmiyor" şeklinde cok yanlış bir serzenişte bulunabilir. Sabırsızlık, zamanla umitsizliğe hatta duanın terkedilmesine kadar gider.
Oysa mumin bilir ki, kendisi icin neyin hayırlı olduğunu en iyi bilen Allah'tır. "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin icin hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin icin bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz" (Bakara Suresi, 216) ayeti, insana bunu haber verir. Bu nedenle insan Allah'tan bir şeyi istediğinde, takdiri O'na bırakmalı, O'ndan her şartta razı olmuş bir bicimde sabırla beklemelidir. Belki dua ederek talep ettiği şey kendisine bir fayda sağlamayacaktır, o nedenle Allah bunu kendisine vermemektedir. Belki de o hayra ulaşması icin belirli bir olgunluğa kavuşması, bunun icin de bir sure eğitilmesi gerekmektedir. Belki Allah kendisine daha da hayırlı bir başka nimet verecektir, ama sabrını ve sadakatini denemektedir.
Tum bunlar dua eden insanın, duasında sabırlı ve kararlı olması, Allah'ın rahmetinden asla umit kesmemesi gerektiğini gostermektedir. Nitekim Kuran'da, duada sabırlı olmaya ozellikle dikkat cekilir:
"Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu şuphesiz, huşu duyanların dışındakiler icin ağır bir yuktur." (Bakara Suresi, 45)
Kuran'da dua ederken kararlı olmak oğutlenmiştir. Dua bir ibadettir ve duada sabır, dua eden acısından onemlidir. Sabırla dua etmek duanın konusu olan isteklere olan ihtiyacın, bu konudaki sıkıntının, daha onemlisi Allah'a olan yakınlığın arttığının gostergesidir. Duada sabır gostermek mumini olgunlaştırır, guclu bir irade ve karakter kazandırır. Duada sabır gosteren mumin, duasının karşılığını, istediği şeylerin bircoğundan daha değerli olan, derin bir manevi hal kazanarak alır.
Peygamberlerin coğu Allah'a olan taleplerini kimi zaman yıllar boyu hic durmadan duayla ifade etmişler, Allah ise onlara istediklerini kimi zaman yıllar sonra vermiştir. Hz. Yakub'un, oğlu Hz. Yusuf'a kavuşması, Hz. Yusuf'un yıllar boyu kaldığı zindandan kurtularak guc ve iktidar sahibi olması, Hz. Eyup'un şeytanın kendisine dokundurduğu azaptan kurtulması, bunların hepsi buyuk sabır ornekleridir.
Allah bu salih kullarının dualarının karşılığını belirli bir sure ertelemekle onlara hayır dilemiş, onları bu sayede olgunlaştırmış, eğitmiş, sadakat ve ihlaslarını pekiştirmiş, onları cennette yuksek makamlara layık kullar haline getirmiştir.
Bu nedenle yaptığı bir duanın karşılığını gormek icin aceleci davranmak asla ve asla bir mumine yaraşmaz. Muminin yegane gorevi Rabbimize kul olması ve O'nun kendisi icin belirlediği kadere rıza gostermesidir. İşte salih bir mumin duasını, bu kulluk vazifesinin bir parcası olarak yapmalıdır.
Duanın Konusu Sadece Dunyevi Nimetler Değildir
Dua ederken dunya hayatımız icin de isteklerde bulunmalı mıyız, yoksa "dunyadan gecip" de sadece ahiret hayatına mı yonelmeliyiz?
Allah samimi muminler icin her ikisini de hayırlı gormuştur. Elbette ki dunya hayatı son bulacak olan cok kısa bir hayattır. Her nimetin, kişiyi Allah'a yakınlaştırma ve şukretmesine vesile olma ihtimali vardır. Bir nimete bakılarak cennet tefekkur edilebilir, Allah'ın sıfatları hatırlanabilir, Allah'ın şanı yuceltilebilir. İşte bu sebepten oturu Allah muminlere hem dunya hayatları icin, hem de ahiret hayatları icin dua etmelerini oğutler. Sadece dunya hayatının gecici susune yonelip ahireti unutmamaları icin de onları uyarır. Ayetlerde şoyle buyrulmaktadır:
"... İnsanlardan oylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dunyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur. Onlardan oylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dunyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri gorendir." (Bakara Suresi, 200-202)
İnsan, kendi dunyasına ait şeyler icin istekte bulunur. Ne icin yaşıyorsa, onu en cok ne ilgilendiriyorsa, neye daha fazla vakit harcıyorsa duasını da onlar icin eder. Allah icin yaşayan bir insanın amacı Allah'ın kendisinden istediklerini yerine getirmeye calışmaktır. Bu nedenle duası da o yonde olur.
İnsanın dunyaya ait istekleri gercekleşebilir. Ama bunlar, az once belirttiğimiz gibi, kendisi icin sandığı gibi hayırlı olmayabilir. Para icin istekte bulunur. Ama sonrasında para onun inkarını arttırıcı bir meta olabilir. Cunku tam anlamıyla maddiyatın put edinildiği bu cevrede muhatap olduğu ve olacağı herşey ve neredeyse herkes tam anlamıyla dinin gerekleriyle tezat teşkil edecektir.
İstek, dunyevi bir istektir ve karşılığını dunyada gorecektir. Ahiretteki karşılığı ise hic de umduğu gibi cıkmayabilir. İşte dunya hayatının cekici ozelliklerinden bazıları bir ayette şoyle sıralanır:
"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gumuşe, salma guzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'suslu ve cekici' kılındı. Bunlar, dunya hayatının metaıdır. Asıl varılacak guzel yer Allah Katında olandır." (Al-i İmran Suresi, 14)
Dunyada bu dunyevi istek ve tutkuların gercekleşmesinin insana getirdiği belli birtakım kazanclar elbette vardır. Ama dunyadaki bu kazanclar ahiret icin birer kayıp olabilirler. Dunyevi isteklerin ahiret icin de bir kazanc sağlayan yonleri vardır. Buna en guzel ornek peygamberlerdedir.
Bu kutlu insanlar, dunya hayatının gecici metaı olan kazancları sadece Allah'ın rızasını kazanmak icin istemişlerdir. Bunların en başlıcaları maddiyat, soyun devamı, toplumda belirli bir statu edinmek gibi konulardır.
Peygamberlerin istekleri tamamen Allah'ı hoşnut etmeye yoneliktir. Hicbir peygamber cocuk edinmeyi, kendisinden sonra adını devam ettirme ayrıcalığını edinebilmek icin istememiştir. Cocuğu, sadece kendilerinden sonra iman edenlere onder olması icin istemişlerdir.
Buna karşılık kendi soyunun devamını dunyada boburlenme uğruna isteyen bir kişinin bu isteği, ahirette kendisi icin bir şer olur. Cunku ancak kendi hırs ve ustunluk isteğini tatmin icin boyle bir istekte bulunmuş ve bu isteği Allah'ı anmasını engellemiştir. Allah bu isteğin karşılığını dunyada verir, ama ahirette nasibi olmayabilir.
Sadece dunya nimetlerini isteyerek yapılan dua bir mumin davranışı olmadığı gibi, Allah'a karşı buyuk bir samimiyetsizliktir. Muminlerin asıl hedefleri cennettir. Dua eden insan eğer gercekten muminse, asıl yurdu olan cenneti unutarak tum duasını gecici olarak bulunduğu dunya hayatının nimetlerine yoğunlaştırmamalıdır. Allah'tan hem dunyada, hem ahirette guzellik istemelidir.
Dualar Kişisel Değil, Tum Muminler İcin Olmalıdır
Cahiliye toplumunda insanlar mal, servet, evlat, eş ve huzurun en iyisinin kendilerinde olmasını isterler. Zaman zaman yakın arkadaşlar olarak tanınan kişilerin, hatta akrabaların arasında bile kıskanclıktan, hasetten kaynaklanan cekişmelerin yaşandığına ve insanların kendilerine rakip olarak gorebilecekleri herkese zarar vermeye calıştığına şahit olmuşuzdur.
Oysa Kuran'da tarif edilen mumin modelini yaşayan insan hem dunya hayatındaki guzellikleri, hem de ahiretteki nimetleri diğer muminlerle birlikte yaşar. Dunyada nimetler kısıtlı olduğundan bunları onlarla paylaşması, bazen de kendi nefsinden fedakarlık yaparak kardeşine ikram etmesi gerekebilir. Nitekim Kuran'da mumin vasıfları tanıtılırken bu ozelliğe de ayrıca dikkat cekilir. Bir ayette şoyle buyrulmaktadır:
"... Kendilerinde bir acıklık (ihtiyac) olsa bile (kardeşlerini) oz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9)
Muminlerin birbirlerine olan bu duşkunlukleri, birbirlerinin iyiliği icin caba sarf etmelerinin onemi Kuran'ın başka ayetlerinde de tekrarlanmaktadır:
"Mu'min erkekler ve mu'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kotulukten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlu'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şuphesiz, Allah, ustun ve gucludur, hukum ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 71)
Muminler arasındaki tesanud, elbette ki dualarına da yansımaktadır.
Oncelikle dikkat ceken, Kuran'daki muminlerin, dualarında Allah'a hitap ederken coğunlukla "ben" değil, "biz" demeleridir. Yani dua eden bir mumin, Allah'tan istediği herşeyi sadece kendisi icin değil, tum muminler icin istemektedir. Elbette ki insan kişisel olarak da Allah'a dua eder. Her turlu nimete ulaşabilmek icin, hatalarının duzelmesi icin, kıyamet gunu hor ve aşağılık kılınmamak icin, cehennem azabından kurtulmak icin Allah'tan yardım isteyebilir. Ama bunun yanında bircok konuda da kendisi icin istediklerini diğer muminler icin de istemesi, Kuran'da ornek olarak gosterilen bir vasıftır. Aşağıdaki birkac ayet, bu konuda yol gostericidir:
"... Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden oncekilere yuklediğin gibi ağır yuk yukleme. Rabbimiz, kendisine guc yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. KÂfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, 286)
"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve Katından bize bir rahmet bağışla. Şuphesiz, bağışı en cok olan Sensin Sen. Rabbimiz, kendisinde şuphe olmayan bir gunde insanları gercekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va'dinden cayıp-donmez." (Al-i İmran Suresi, 8-9)
"Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elciye uyduk. Boylece bizi şahidlerle beraber yaz." (Al-i İmran Suresi, 53)
__________________