Horace Walpole’un 1765 tarihli Otranto Kalesi (The Castle of Otranto) adlı romanı, genellikle Gotik kurmacanın ilk orneği kabul edilir. İlginc bir şekilde, Horace Walpole sadece Gotik edebiyatın oncusu olarak değil on sekizinci yuzyılın sonlarından itibaren Ortacağ Avrupası’nın Gotik mimari uslubuna ilginin giderek artmasının da başlıca sorumlusu olarak anılır. Yani bir bakıma Horace Walpole’un bir Londra banliyosunde yaptırdığı Gotik mimarinin şaheserlerinden biri olan unlu malikanesi Strawbery Hill ile romanı Otranto Kalesi birbirlerinin destekcisi ve tamamlayıcısı olarak gorulebilirler. Roman, bugun oncu statusu dışında buyuk bir ilgi gormese de, Walpole’un Gotik mimariyi sadece fiziksel bir olgu, bir bicim olarak değil de bir “ruh hali” olarak gormesi “Gotik Edebiyat” denen mefhumu mumkun kılmıştır.

Frankenstein (1935)

Gotik edebiyat sonraları Mary Shelley’in Frankenstein’i, Bram Stoker’ın Dracula’sı ve EDGAR ALLAN POE’nin kısa oykusu Usher Evinin Cokuşu (The Fall of the House of Usher) gibi başyapıtlar vermiştir. Fakat bugun Gotik edebiyat dendiğinde akla gelen bicimi ve Gotik bir romanda bulunması gereken başlıca oğeleri kemikleştiren yazar, genellikle Ann Radcliffe olarak kabul edilir. Radcliffe’in romanları, on sekizinci yuzyılın sonunda ve on dokuzuncu yuzyıl başlarında buyuk bir tanınırlık edinmişti ve turun yaygın bir kabul gormesine muazzam bir etkisi oldu.

Suspiria (1977)

Bu turun başlıca yapıtlarında şatolar, buyuk malikaneler, labirentler, zindanlar, yer altı mezarlıkları gibi mimari unsurlar geceyle, karanlıkla, golgeyle, mekanda yaşayan tarihle, ruhlarla, meş’um alametlerle ve ıstırap ceken karakterlerle yoğrulur. Gotik edebiyat, bir bakıma romantizmin tuhaf bir urunudur. İc dunyanın derinliklerindeki korkuları, kuşkuları mekanda bedenlendirmektedir. Belki bu yuzden Gotik edebiyatta mekanlar hep canlı gibiydi, gecmiş hep hayattaydı. Bu buyuk, karanlık ve golgeli mekanlar, tıpkı romantizmin ic dunyası zengin kahramanları gibi tarihle, anılarla, hayaletlerle kaynamaktaydı. Mekanın iciyle insanın ic dunyasının birbirine dolandığı bu tur adeta korku, kuşku ve tedirginliği estetik birer konu haline getirmektedir. Ve butun bu ozellikleriyle şuphesiz gunumuz korku sineması turunun atasıdır.

The Phantom of the Opera (1925)
En cok da bu organik bicim/icerik bağlantısından dolayı, sinemada ilk buyuk korku klasiklerinin Gotik turde olması rastlantı değildir. Ozellikle Universal Studyoları’nın otuzlu yıllarla ellili yıllar arasında yaptığı ve her biri hem sinema tarihinin, hem de populer kulturun kilometre taşları arasında yer alan korku filmlerinin onemli bir bolumu Gotik edebiyattan beslenmiştir: Operadaki Hayalet (The Phantom of the Opera), Frankenstein, Dracula… Gozle gorulur bicimde Alman İzlenimciliği’nin etkilerini taşıyan bu filmler, Gotik korkuyu en onemli sinema coğrafyalarından, sinemanın en onemli gorsel dokularından biri haline getirmekle kalmadı, korku sinemasında bugun hÂl izleri gorulen bazı sarsılmaz temeller attı. Universal Studyoları’nın altın cağından sonra, ellili yıllardan itibaren Gotik korku sinemasının bayraktarlığını İngiliz Hammer Film Studyoları aldı. Coğu filminde vampir rolunu Christopher Lee’nin oynadığı Hammer filmleri, Frankenstein ve Poe oykuleri gibi Gotik edebiyatın diğer onemli başyapıtlarına da el attı.

Suspiria (1977)
Bugun Gotik korku, Universal ve Hammer studyolarının attığı temeller ve oturttuğu kalıplar doğrultusunda, ama kucuk bazı modernleştirme hamleleriyle devam ediyor. Seksenlerde Ken Russel’in Gotik ve Beyaz Solucanın İni (The Lair of the White Worm) isimli filmleriyle iki onemli orneğini vermiş olan tur, Gotik edebiyatın onemli unsurlarından biri olan “lanetli ev” olgusuna ve Dracula ya da Frankenstein gibi unlu karakterlere yonelik ilginin kaybolması nedeniyle hÂl korku turunun en onemli kulvarlarından birini teşkil ediyor.

Sleepy Hollow (1999)
Gotik korkunun son donemdeki ornekleri arasıda Perili Ev (The Haunting) ve Otekiler (The Others) gibi lanetli ev oykulerinin yanı sıra, Universal korku filmlerine bir saygı duruşu niteliği taşıyan Van Helsing’i ve vampirlerle kurt adamların catışması uzerine kurulu Karanlıklar Ulkesi’ni (Underworld) sayabiliriz (Sinema Dergisi, 2005, Eylul).
GOTİK SİNEMANIN EN İYİ ON ORNEĞİ:

. The Phantom of the Opera (1925)
. The Bride of Frankenstein (1935)
. Rebecca (1940)
. The Horror of Dracula (1958)
. The Haunting (1963)
. Black Sunday (1960)
. Suspiria (1977)
. Sleepy Hollow (1999)
. The Others (2001)
. Van Helsing (2004)
__________________