
Sinema endustrisinin rotasını cizen Amerika ise vampirlerin dunyada bilenen yuzlerini yaratmış, kimilerini ekol haline getirmiş, onları kullanmasını bilmiştir. Hediyelik eşyalardan, bardaklara; oyuncaklardan, pullara kadar coğu şeyin icine vampirleri canlandıran oyuncuları yerleştirmiştir. O yuzden bir yazı dizisi olarak planlanan vampirlerin sinemadaki yuzlerinde ilkin Amerika’yı anlatmak uygun olacaktır.
Sinemada kabul gorulen ilk vampir karakteri Kont Orlock’tur (Sessiz donemde yapılan ve kayıp film olarak gorulen biri Rus diğeri Romanya menşeli iki film, kimi İtalyan, Alman olup yalnızca isimlerinden vampir filmleri olduğu tahmin edilenler gibi yapıtlar haric). 1922 yılında sessiz sinemada yer alan vampir, hayvanımsı, carpık dişli, uzun tırnaklı gorunuşuyle Stoker’ın cizdiği vampir karakterinden cok uzaktır, oyle de olmak zorundadır. Cunku uyarlama yasal değildir. Hatta bilinen vampir arketiplerine bir yenilik de getirir. Artık gun ışığı vampirlerin olmesine sebep olur! Murnou’nun bu yeniliği vampirlerin karakterine yerleşir ve kendinden sonra sıkca tekrarlanan bir ozellik olur. Ancak “Nosferatu, eine Symphonie des Grauens” (1922) Alman dışavurumcu sinemasının bir orneğidir, Amerika’nın değil. Ekspresyonizm ise 30’lu yıllarda Amerikan sinemasının kullandığı bir akımdır. Amerika’ya giden yonetmen ve oyuncular bu ekolu beraberinde getirmiş ve ilk Amerikan sesli orneklerinin icerisine girmiştir.
Amerika dışında atılan bu ilk adımdan sonra sessiz donemde vampirin bir diğer yuzu, zaten lakabı da “Bin Yuzlu Adam” olan Lon Chaney’dir. Tod Browning’in yonettiği “London after Midnight” (1927) filminde iki farklı rol oynar. Bunlardan biri polis memuru iken diğeri aslında kendi izini surduğu sahte bir vampirdir. Şapkası, uzun pelerini, sivri dişleri ve korkutucu gorunumuyle Chaney olağanustu bir oyunculuk sergiler. Maalesef kayıp bir filmdir ve bunu film karelerinden ve cekildiği donemde yarattığı etkiden anlayabiliyoruz.

Vampirler sessiz donemden cıkarak Amerikan sinema endustrisinde sesli hale gelirler. Universal Pictures, Stoker’ın eşine 40.000 $ vererek Dracula’nın telif hakkını alır ve dramatik bir vampir yaratır, “Dracula” (1931) İlkin Chaney duşunulse de, kanserden olmesi sonucu yerine Bela Lugosi secilir. Bela Lugosi İngilizce bilmeden oynadığı Dracula oyununda buyuk bir başarı yakalar. Hem oyunun başarısı hem de Lugosi’nin başarısının ardından cekilen film, yapımcılarına buyuk paralar kazandırır. Bunda şuphesiz ki oyunculuk yeteneğinin yanında sahnedeki duruşu, briyantinli sacları, ozellikle de Macar şivesi vardır. Ve asil, centilmen, tutkulu Kont, sinema ekranlarına yerleşir. Lugosi’yi ilk tekrarlayan ise Carlos Villarias olur, “Dracula” (1931). Dracula’nın İspanyol versiyonu olan filmi, Universal once dublaj duşunse de sonra yeni cevrimini uygun gorur. Bu kez pek cok konuda eskisinden ustun bir yapım olur (hareketli kamera goruntuleri gibi).
Lugosi’nin onderliğini yaptığı Dracula karakteri uzun bir sure devam eder ve cok değişikliğe uğramaz. Universal telifini elinde tuttuğu Dracula’yı donemin unlu oyuncularına emanet eder. Ancak Kont’un ozellikleri fazla değişiklik gostermez. “Son of Dracula” (1943) filminde Count Alucard (Dracula’nın ters yazılışıdır), kurt adam Talbot ile bir ekol haline gelen Lon Chaney Jr tarafından canlandırılır. “House of Frankenstein” (1944) ve “House of Dracula” (1945) filmlerinde daha sonra tekrar Dracula pelerini giyecek olan John Carradine yer alır. Bela Lugosi’den sonra yeni vampir karakteri Carradine’ın elinde şekillenir, uzun boyu, kırlaşan sacı ve bıyığı, kibar tavırlarıyla kendine has bir yorum getirir (ki bu yorumu kendisine goturulen anlaşma şartı olarak koymuştur). İlk vampir TV uyarlaması olan “Main Theater” (1956) da ise yine John Carradine vardır.
Vampir olan yalnızca Kont Dracula değildir. Vampirler kan emicilerdir ve pek cok filmde yer alırlar. Universal, Dracula’nın telifini elinde bulundururken, Lugosi uzerinde bir hak talep edemez. London after Midnight’ın yeni cevrimi olan “Mark of the Vampire” (1935) ve “The Return of the Vampire” (1944) filmlerinde gozukur. Hem de bir kurt adamı yanına yardımcı yaparak. En son filmi olan ve Ed Wood imzalı “Plan 9 from Outer Space” (1959) de aynı kıyafetlerini giyer ve filmi tamamlayamadan olur. Bu boşluk ise filmde gozuktuğu sahnelerde yuzunu kapayan ve fizik yapısı Lugosi’den cok farklı olan bir dublorle kapatılır. Lugosi, vasiyeti uzerine Dracula’ya hayat ve şekil verdiği pelerini ile gomulur.

Klasik korku sinema endustrisinin yarattığı diğer isimler de vampir rolune burunur. İlk olarak George Zucco, “Dead Men Walk” (1943) filminde vampirliği kara buyuye bağlar ve iyi-kotu catışmasını anlatır. Yaşlılık yıllarında ise Boris Karloff İtalya/Fransa/Amerika ortak yapımı olan “Black Sabbath” (1963) filminde oynar. Uc bolumlu filmin vampir temasını işleyen bolumu “The Wurdolak” tır. Alex Tolstoy’un oykusu “The Family of Vurkodlak” tan uyarlanan bolumde Boris Karloff, geceleri vampire donuşen bir aile reisini oynar. Vincent Price, Richard Matheson’un romanından uyarlanan “The Last Man on Earth” (1964) filminde bir vampiri değil de onlar arasında hayatta kalmaya calışan bir bilim adamını oynar.
60’lı yıllara kadar Amerikan sinemasında erkek vampirler değişikliğe uğrasa da bir gelenek kuramazlar. Atom cağının, nukleer deneylerin ve uzay konusundaki gelişmelerin sayesinde bilimkurgu yeniden doğduğunda bilimkurgunun eline teslim olur. “The Vampire” (1957) ile belki de sinema dunyasındaki en acınası ve en isteksiz vampir yaratılır. Humanist bir doktorun yine başka bir doktorun yaptığı vampir ilaclarını yanlışlıkla alması sonucu değişen hayatının anlatıldığı filmde John Beal oynar. Roger Corman’ın ilk denemelerinden olan “Not of this Earth” (1957) filminde uzaylı bir ajan Paul Birch tarafından canlandırılır. Romantizm ve erotizmin yerini alan aksiyon ve macera filmlerinde hedef kitle gencler olduğu icin onların yuzleri de vampir rolunde kullanılır. Tıpkı “I Was a Teenage Frankenstein” ya da “I Was a Teenage Werewolf” filmlerinde olduğu gibi “Blood of Dracula” (1957)” filminde de bilimkurgu ve gencler kullanılır. Yaptığı deneyin başarısız gitmesi sonucu yuzu canavar yarasaya benzeyen bir kız anlatılır. Bu orneklerle vampirleri canlandıran aktorler hatırlanmasa da neden oldukları değişiklikler ile onemlidir.
Kadın vampirler sinema dunyasına girse de asıl televizyon ekranlarında gorulur. “Mark of the Vampire” (1935) filminde Bela Lugosi’nin surekli yanında olan soluk yuzlu, beyaz kıyafetli Caroll Borland ilk “vamp” tır. Ancak bu vamp karakteri yalnızca korku fanları tarafından hatırlanır. Yine Stoker’ın romanından hareketle, ama bu sefer tamamen farklı bir senaryo ile Dracula’ya bir kız cocuk eklenir, “Dracula’s Daughter” (1936). Hala bilinmeyen bir sorun vardır ki o da Dracula’nın cocuğunun annesinin kim olduğudur. İlk filmde Dracula şatosunda olan 3 kadından (bunlar ya kardeşleri ya da eşleridir) biri değil ise anne, yakın koylerden bir olumlu olmalıdır. Tum cekim ekibinin fantastiğe uzak olmasına, kısıtlı cekim imkanlarına rağmen, bicimiyle ve ozellikle de gizemli Nina Foch’un (Kontes Marya Zaleska) oyunculuğuyla vampirlere ilginclikler getirilir.

Televizyonun yayılmasıyla vampirler ekranlarda boy gostermeye başlar. KABC-Tv’sinde “The Vampira Show” (1954) adlı korku şovu sunucusu olan Maila Nurmi’nin hayat verdiği Vampira bir kult karakter haline gelir. Bu karakter “Plan 9 from Outer Space” (1959) filminde gozukur. Cizgi roman uyarlaması olan “The Addams Family” (1964-1966) Eylul 1964’te ABC televizyonunda gosterime girer ve iki sezon boyunca devam eder. Morticia Addams karakterini (evin hanımı) canlandıran Carolyn Jones erken donem sinemasının mirası olan “vamp” modelini devam ettirir. Uzun siyah sacları, vucudu saran elbisesi ile “Vampira” ve “Elvira” korku şov sunucularının yaratılmasında buyuk etkisi olur. Addams Ailesi ile aynı yıl CBS televizyonunda gosterime giren ve iki yıl suren bir diğer dizi de “The Munsters” (1964-1966) dır. Dizi bir ailenin etrafında donen komik olayları anlatır ve Frankenstein’ın canavarından, kurt adama kadar ceşitli canavarları aynı ekranda buluşturur. Ailede iki de vampir vardır, Lily (Yvonne De Carlo) ve buyuk baba (Al Lewis). Yvonne De Carlo vampir bayan karakterini oynamaya devam eder bazı yapımlarda.
1970’ler Amerikasında istismar (exploitation) sineması bir başka şekil alır. Hollywood siyah izleyicilerin farkına varır ve bir hamleyle zenci istismarı (blaxploitation) yapmaya başlar. 1972 yılında “Blacula” (1972) ile Transilvanya’ya giden ve orada ısırılan bir siyahi zenci anlatılır. Afro-Amerikan rolune ise Shakespeare aktoru William Marshall secilir. Ve siyah vampirlerin ilk orneği verilmiş olur. Afro-Amerikan vampirler iki bayanı daha gundeme getirir. “Vampira” (1974) filmi ile Teresa Graves, Dracula’nın eşini oynar. Gittikleri barda danscı vampirlerle karşılaşan genclerin komedi ve korku hikayesinin anlatıldığı “Vamp” (1986) filminde ise baş vampir Grace Jones tarafından canlandırılır.
Bir başka bayan vampir ise Elvira’dır. İlk olarak korku şovu sunucusu olarak “Movie Macabre” (1981-1984) de gozukur. Cassandra Peterson’ın oynadığı Elvira; Morticia Adams (The Adams Family), Vampirella ve eski televizyon sunucusu Vampira (Maila Nurni) dan esinlenilir. Bu yuzden hakkında suclamalar bile olur. “Elvira, Mistress of the Dark” (1988) ile de bir filme konu olur. Cok daha sonra ise bir siyahi vampir daha gozukur ki, o vampirlerin Tanrıcası olarak ilan edilir “Queen of the Damned” (2002) filminde. Akasha rolundeki vampir
Blacula’nın golgesinde kalan ancak buna rağmen gişede başarı yakalayan bir başka vampir “Count Yorga” (1970) dır. Başta vampir pornosu olarak duşunulen film, aktor Robert Quarry’nin cabasıyla ciddi bir yapıma donuşur. Kont Yorga’yı oynayan da yine Robert Quarry olur. Filmle gelen başarı devam filmine neden olur. Bu sefer ki Kont uzun, yakışıklı ve karizmatiktir.
“Dark Shadows” (1966-1971) pembe dizisinde ise genc kadınları, hatta genc kızları etkileyen Jonathan Frid ortaya cıkar. Hayat verdiği Barnabas Collins karakteri Lugosi’den sonra ses getiren ucuncu en buyuk (ikincisi Cristopher Lee’dir) isim (Dracula’nın televizyondaki yuzu olmasına rağmen bahsetmek yerinde olacaktır), Dracula ve Lestat de Lioncourt karakterinden sonra en kolay hatırlanan vampir olur (Twilight filminin karakteri Edward Cullen’ı saymaksızın). Klasik bir pembe dizi olarak ilerlerken Nisan 1967’de 210. bolumde vampir Barnabas Collins ilk gorunumunu yapar. Kanadalı Shakespeare aktoru Jonathan Frid genc kadınların hatta yeni yetmelerin ilgi odağı olur. Dizinin bu tarihten sonra izlenme oranı ise tavan yaparak 1000’den fazla bolum cekilir. Temel konu, 200 yaşındaki Barnabas Collins’in aşkını aramasıdır yani bayanların her zaman arzuladıkları olumsuz aşktır. Vampir karakter bir soyludur (Bela Lugosi), ancak gerektiğinde vahşi ve urkutucudur (Cristopher Lee). Yeni Kont ise iki karakterin bir sentezidir. Ancak televizyon dizisinde isteksiz bir vampir olan Barnabas Collins, sinema uyarlamasında ise bir canavara donuşur ve etrafında teror estirir, “House of Dark Shadows” (1970).
Yetenekli George Hamilton, “Love at First Bite” (1979) filmiyle Transilvanya’dan taşınmaya zorlanan ve New York’a yerleşen bir vampir taşlamasında rol alır. Sunduğu vampir tiplemesi Kont Vladimir Dracula o kadar başarılıdır ki “Golden Globe” da en iyi aktor olarak aday gosterilir. Kont yine asildir, ancak konu itibariyle komiktir.
1979 yılında ise Broadway’de Dracula oyununda oynayan Frank Langella bir sonraki akımı yaratır. “Dracula” (1979) filminde Langella, Lugosi’den bu yana en cekici ve insan Dracula’yı canlandırır. Geleneksel canavar karakterinden uzak, acımasız ve şeytani bir Dracula’dır. Tiyatro metnine sadık kalarak filmi yoneten John Badham daha inandırıcı, kimi yonleriyle de daha cağdaş (Dracula dans bile eder) bir profil sunar.
__________________