İ'lem Eyyuhel-Aziz!


Mu'minler ibadetlerinde, dualarında birbirine dayanarak cemaatle kıldıkları namaz ve sair ibadetlerinde buyuk bir sır vardır ki; her bir ferd, kendi ibadetinden kazandığı miktardan pek fazla bir sevab cemaatten kazanıyor. Ve her bir ferd otekilere duacı olur, şefaatci olur, tezkiyeci olur, bilhÂssa Peygamber AleyhissalÂtu VesselÂma... Ve keza her bir ferd arkadaşlarının saadetinden zevk alır ve Hallak-ı kÂinata ubudiyet etmeye ve saadet-i ebediyeye namzed olur.




İşte mu'minler arasında, cemaatler sayesinde husule gelen şu ulvî, manevî teavun ve birbirine yardımlaşmak ile hilafete haml, emanete mazhar olmakla beraber mahlukat icerisinde mukerrem unvanını almıştır.

Mesnevi-i Nuriye ( 239 )

"Acaba bu karmakarışık zamanda, benim gibi boyle manevî yaralı gencler, o mahkeme-i kubrada, Cenab-ı VÂcib-ul Vucud ve Tekaddes Hazretlerinin huzurunda, Peygamberimiz Muhammed Mustafa AleyhissalÂtu VesselÂm Efendimizden nasıl şefaat dileyebilirler?" diyerek, butun gun ruhum ağlardı. Madem Muhammed AleyhissalÂtu VesselÂm'a, binlerce maddî ve manevî yaralılar, dilsizler, nuzul olmuş, butun kalbi kararmış, imanı yok bedevi adamlar, Muhammed AleyhissalÂtu VesselÂm'ın yanına vardığında, bir saat, bir gun sohbet-i Nebevîde bulunur; sonra kavim ve kabîlelerine rehber ve muallim olarak donduler. Ve madem kıyamete kadar bÂki bıraktığı Kur'an ve Kur'an'ın tayin etmiş olduğu manevî doktorlar, kıyamete kadar gelecek mu'minlere maddî ve manevî doktorluk vazifesini gorecekler. Ve şimdiki hal vilayetimiz dÂhilinde

bulunan manevî doktora muracaat edeyim diyerek, ruhum her an gezmekte iken bîhuş olup yattım.

Bana ru'yamda uc şahıs gosterildi. İkisinin ismini soylemediler. Diğeri Ustadım Bedîuzzaman'ı, ismiyle soylediler. Hemen eline yapışıp ellerini optum. Ustadım acele olarak, cebinden bir kalem ve bir kÂğıt parcası cıkarıp bana verdi, hemen uyandım. Peder ve vÂlidem ehl-i kalb olduğundan, ru'yayı anlattım. Pederim "Bu zÂt Barla'ya henuz yeni geldi. Bir-iki sene kadar oldu. Git, muracaat et." dedi. Ben dedim: "Daha askere gitmedim, yaşım genc. Boyle buyuk manevî bir doktorun yanına bu yaralar ile nasıl gideyim ve nasıl cerrahiyesine dayanayım?" Bana "Git" denildi. Hitab iki oldu. Hemen, sabahleyin kalkıp gittim. Ustadımı gorunce, bir-iki dakika titredim. Sonra, fesubhanallah dedim. Doktoru gorunce o yaralar butun kuvvetleriyle bağırıyorlar. Verdiği eczalara tahammul edemeyecekler. O yaraları acamadım. Ustadım da talebeliğe kabul edip, beş vakit farzı bırakmayacağıma cok cok tenbih etti. Avdetten bir-iki ay sonra, hemen askere gittim. Terhis oluncaya kadar; yirmi mah mukaddem bu yaralar icinde, her saat ve her dakika, "El-mevtu hakkun" kaziyesini duşunup, "Acaba benim halim ne olur?" derdim. Memlekete avdetimde, ağabeyim Mustafa'yı gorunce ruhum biraz genişledi. Acaba, bu nereden ileri geliyor, dedim. Bir-iki gun sonra, mubarek Ramazan-ı Şerif gecesi ucuncu hitab olarak, yine ru'yamda, memleketimizin kenarında, Ustadım Bedîuzzaman, elinde bir asÂ, coban olup dellÂllığını ilÂn ediyor. Ve diyor: "Ben Kur'an'ın dellÂlıyım" diye yuksek sesle bağırıyor, ilÂn ediyor. Ben heyecanımdan hemen uyandım.

Demek bakınız ey kardeşlerim ve butun mu'minler! Ustadım Hazretleri değil memleketimize, butun ucyuz elli milyon muslumana her saat, her dakika, her an bağırıyor. Benim gibi zahir kulağıyla dinlemeyiniz, kalb kulağıyla dinleyelim ki, her an bağırıp cağırdığını işitelim. Madem bu elmas ve cevherler, bu sergiler asrımıza verilmiş; butun asrımızda kazancımızı versek, yine o elmasların birinin fiyatını veremeyeceğiz. Bahar mevsimi gecmeden butun cevherlerden alalım. O cevherler ise, Risale-i Nur Kulliyatıdır.

Barla Lahikası ( 157 - 159 )

Merhamet-i İlahiyenin lisanı, misali, timsali, dellÂlı, mumessili olan Peygamber-i Zîşan AleyhissalÂtu VesselÂm'ın nuru ve şefaati ve beşere getirdiği hediye-i hidayeti, o dermansız hadsiz zannettiğim yaraya guzel bir merhem ve tiryak oldu. Karanlıklı ye'simi, nurlu bir ricaya cevirdi.

Hanımlar Rehberi ( 33
__________________