Daha Yaşanır Bir Dunya İcin

Meral Gunel

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلاَ يُؤْذِ جَارَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أوْ لِيَصْمُتْ

Allah'a ve ahiret gunune imÂn eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah'a ve ahiret gunune imÂn eden misafirine ikramda bulunsun. Allah'a ve ahiret gunune imÂn eden kimse, ya hayır soylesin veya sussun.

BuhÂrî, Edeb, 31, 85; Muslim, ÎmÂn, 74, 75.
İman gonulden bağlılık ve teslimiyettir
Kabına sığmaz bir coşkuyla insan hayatına mudahil olarak ona yon verir, kılavuzluk yapar. İmanın bu ozelliği, bilincli bir tercihle gercekleştiğinde ortaya cıkar. Koru korune inanmak imanın kalitesine halel getirir.
Mu'minin, imanını taklitten tahkik seviyesine yukseltme gorevi vardır. Caresiz bir boyun eğiş de imanı tanımlamaz. İmanda iyi ve guzel işler yapmaya motive eden bir taraf mutlaka bulunmalıdır. İnsanı bulunduğu yerden alıp daha yuksek seviyelere yonlendirmesi gerekir; en azından bunu gercekleştirme formullerini sunabilmelidir muntesiplerine. Yoksa, yurekte sıkışıp kalan bir inanış kişiye yuk olmaya başlar; insana inandığı ilkelerin ne işe yaradığını izah edemeyen bir yuk.
Gercek iman, birey ve topluma duşunce-duygu ve davranış etkileşiminde fıtrata uygun onermeler sunarak dunya-ahiret dengesini sağlamaya calışır. İhtiyaca en uygun olan formuller de yine gercek dinin kurucusu ve elcisinden gelir.
İnsanın yeryuzune adım attığı ilk donemde yalnızlığın ona uygun olmadığını bilen Allahu Teala, kendi cinsinden eşler yaratıp, tanışıp kaynaşabilsinler diye ademoğlunu ceşitli kabilelere ayırırken (Hucurat/13), mayasını bozacak tek başınalıktan da korumuş oluyordu. Tek başına yaşamaktan korunan insan, toplum icinde de başına buyruk yaşamayacak, uyulması beklenen kurallara asgari duzeyde de olsa uyacaktı. Yukarıya aldığımız hadis-i şerif, bu kurallardan bir demet sunmakta bizlere; komşularla iyi gecinme, misafire ikram ve diline sahip olma.
İyi Gecinmeye Komşudan Başlamalı
Modern hayatın bizi sıkıştırdığı pencereden, inanclarımız ile sosyal ilişkilerimiz arasındaki kopmaz bağı yeterince net goremiyoruz. Dini sadece maneviyatımız icin gerekli bir fenomen olarak algıladığımızda, Hz.Peygamberin bu ve benzeri hadisleri bizi şaşırtıyor. İyi musluman olmanın, inandığı değerlere sahip biri olmanın komşuluk gibi, misafirlik gibi konuşma adabı gibi biraz da kulturel dokuyu yansıtan insani ilişkilerle bağlantısını gormek, bugunun zihni bolunmuş muslumanına şaşırtıcı gelebiliyor. Zihni bolunmuş diyoruz, cunku calışma saati, ibadet saati, ibadet yeri vb. ayrışmalar muslumanın hayata bakışını doğru bir şekilde yansıtmaz. Musluman icin hayatın dinî olan ve olmayan diye iki ayrı cephesi yoktur. Din sizin Allah'a kulluk borcunuzu nasıl yerine getireceğinizi tanzim ederken komşunuza karşı davranışınızda sizi kendi halinize bırakmaz. Komşusu acken tok yatanı kendinden saymayan Peygamberin (Hakim 4/167) mesajını doğru okuduğumuzda manevî alemdeki tatmin vasıtalarımızın neredeyse tamamen maddî yaşantımızdan beslendiğini goruruz. Bunun sonucu olarak da oncelikle sosyal cevremize karşı duyarlı olmamız gerektiğini anlayabiliriz. Yakın cevremizin kimlerden oluştuğunu bilmemek, hastalıklardan, yaşanılan maddi manevi sıkıntılardan, kayıplardan, sevinclerden haberdar olmamak, pişirilen corbayı dahi komşuyla paylaşabilmek icin suyunu cok koymayı oğutleyen Hz. Peygamberin (Muslim, Birr 142) hassasiyetinden bizi koparacaktır.
İnsanın olduğu her yerde sevgi, sabır, adalet, hoşgoru, merhametin olması beklenir. Bu değerlerden arıtılmış ilişkiler ağı, hayatı kısa zamanda kaosa surukler, dunyada cehennemi yaşatır. Bu durumda cevremizi daha yaşanılır kılmaya başlayacağımız nokta da bellidir: İman etmek ve bu imanın doğal sonucu olarak iyi gecimli insan olmaya komşularımızdan başlamak. Hz. Peygamber, Cebrail (a.s)'in getirdiği uyarı mesajlarıyla komşunun komşuya neredeyse mirascı kılınacağını sandığını soylerken (Buhari, Edeb 28) bizi, cevremizi iyilik ateşiyle aydınlatmaya ve cevremizde kimlerin yaşadığına, maddî manevi ihtiyacları konusunda duyarlı olmaya da davet etmektedir denebilir. Zira sosyal hayatın aileden sonraki halkasını komşular oluşturmaktadır.
Misafir Evin Bereketidir
İnsanların birbirlerine guvenlerinin giderek azaldığı gunumuzde, mesken anlayışımızda onemli değişimler yaşanmakta. Evlerimizin tefrişatında misafire ayrılan alan işlerliğini kaybediyor. Modern hayatın getirdiği yoğun meşguliyetlerin de etkisiyle komşuluk ilişkileri buyuk yara aldı. Kendimize yeter olmayı komplekse varma noktasında yanlış yorumladığımızı da buna eklersek komşu komşunun kulune değil yuzune muhtac oldu dediğimizde yanlış soylemiş olmayız.
Bizler, misafiri evin bereketi sayan medeniyetin cocuklarıyız. Bugunun dunyasında ise insan unsurunu bertaraf eden sanal ilişkiler merkeze alındıkca kalabalıklar icinde yalnız olanlar kervanı buyumeye mahkûm olacak gibi gorunuyor. Hayata bakışımız sadece kendini onceleyen tutumlara neden oldukca, misafir kavramımıza "tanrı misafiri" anlamı yuklenemez oluyor. Haber vermeden "uğrayıvermek" artık kabalık olarak algılanıyor. Aslında insana hizmet icin var olması gereken evlerimiz misafir kabul edemeyecek kadar daraldı; bizler de misafirimizi dışarıda ağırlayarak bu ağır yuk(!)ten kurtulabildik. Misafire kendi evinde kendi eli ve gulen yuzuyle ikramda bulunmanın verdiği tatmin duygusunu da en gosterişli ve en kusursuz organizasyonlarda arar olduk. Oysa buyuklerimizden aldığımız mirasa gore misafir bereketiyle gelirdi; zengin fakir ayrımı yapılmaz, yorgunluk vb. kişisel zaaflar belli edilmez, duası alınmaya calışılırdı. Misafire yapılacak en onemli ikram da guler yuz ve neşe olurdu. Gunun yorgunluğu artık gelecek ya da gidilecek misafirliklerle atılamıyor. Evde ebeveynlerin ozellikle annelerin, misafir geleceğini duyduğunda estirdiği gerginlik ruzgÂrı en cok da cocukları etkiliyor. Annesini bu kadar geren misafiri huzur getiren değil, baştan savılması gereken biri olarak goren yarının buyukleri giderek misafirden bir "hoş geldiniz"i dahi esirgiyor. Bir ses cıkarsa anlıyoruz cocuğun/gencin evde olduğunu. Kulturel mirasın taşıyıcıları olarak modern hayatın ve teknolojinin ilişkilerimizde meydana getireceği tahribatı en aza indirecek formulleri bulmak zorundayız. Yaratılmış olmak itibariyle eşitlenen kullar olduğumuz gerceğini goz ardı etmeden insana değer vermeyi bilmeli, bunu da lutufta bulunmak icin değil, Allah'ın lutfuna mazhar olabilmek icin yapabilmeliyiz.
"Ya Hayır Konuş veya Sus"
İslam'ın gerek ibadetlerle ilgili gerekse imanî ve ahlakî konularla ilgili tekliflerinde en onemli hususlardan birisi de insanın bilincli davranmasıdır. Gerekli gereksiz her şeyi şakaya, espriye boğmak, davranışlarında baştan savma bir tavır sergilemek dinen hoş karşılanmadığı gibi yaptığı işi, soylediği sozu dikkatsizce sarf etmek de muslumana pahalıya mal olur. İhmalinizden kaynaklanan bir yanlışlık ibadetinizin bozulmasına, yanlışlıkla soyleyiverdiğiniz bir soz nikÂhınızın duşmesine sebep olabilir. Bu yuzden aklî yeterliliği olmayan dinen sorumlu sayılmamış, Kur'an-ı Kerim de sık sık insanı şuurlu davranmaya davet etmiştir. Dilin kullanımında da hareket noktası olarak soylenecek sozun hayır mı değil mi bilincine davet edilen musluman, oncelikle hayrın ne ve nerede olduğunu tespit edecek olgunluğa ulaşmak zorundadır. Teennî ile, sakin ve dikkatlice atılan adımlar insana buyuk pişmanlıklar yaşatmaz. Ağzımızdan cıkmadan esirimiz olan sozlerin, ağızdan cıktığında esiri olmak istemiyorsak daima hayrı soylemeye gayret etmek gerekir.

www.SonPeygamber.info
__________________