İşe elbette palyacolarla başlamalı. Leoncavallo’nun meşhur operası I Pagliacci‘de de (1892) bahsedilen palyaconun dramı, icindeki insanı gormeye hazır olmayan dimağlarımızda yeni bir korku mu yaratmıştı? Palyaco kavramını anlamak icin Ortacağ’da “saray soytarısı” olarak anılan jester’lara ve edebi kulliyatta bolca yer bulan trickster’lara değinmekte fayda var. Koklu bir gecmişe sahip “soytarı”lık, mitolojik tanrılara dahi ayrıcalık atfeden mizah gucuyle birleşince, geniş kitlelere eğlence unsuru yaratan “palyacoluk” mesleği ortaya cıktı ve sirklerden panayırlara, karnavallardan parti maskotluğuna, televizyona kadar her alanda rastladığımız bu emekciler, “maskeledikleri” yuzleri ile bilincaltı korkularımıza uzandılar ve hakir gorulmeye başlandılar.


1940 yılında kurulan fast food şirketi McDonald’s’ın 1959 yılında yarattığı maskot Ronald McDonald ise reklam sektorunun en bilinen yuzlerinden biri olacak, guler yuzlu ve sıcak karşılama vaadiyle muşterileri kendisine cekecekti. Bu arada televizyon bir suru isme (Red Skelton vs.) ekmek parası kazandırırken, James Stewart The Greatest Show on Earth‘te bir sirk palyacosunu (Buttons) canlandırıyor, film boyunca cıkarmadığı makyajıyla karaktere anlam katıyordu. Chaplin’in rakibi Buster Keaton’u da yanına aldığı, sahneye saygı duruşu niteliğindeki başyapıtı Limelight ve Fellini’nin eşi Giulietta Masina’nın (Gelsomina rolunde) harikalar yarattığı La Strada da (1954) onemli eserlerdi. Bu yıllarda beyaz perdeye merhaba diyen mim sanatcıları da ardı ardına boy gosteriyordu. Marcel Marceau, Jean-Louis Barrault gibi ustalar, ulkelerinin bayrağını bu turun gonderine cekmesini bildiler.

70′lerde sahne makyajı rock gruplarına yansıdı: Kiss, Alice Cooper gibi daha sonra glam rock olarak anılacak gruplar, Marilyn Manson gibi haleflerine yol acıyor, muzikal anlamda olmasa da, teatral olarak bu turde yeni bir cığır acıyorlardı. Muzisyenler, borclarını az da olsa odediler: The Cure solisti Robert Smith’in yuz makyajı, aynen Rolling Stones gitaristi Keith Richards’ın “Karayip Korsanları“na esin verdiği gibi, James O’Barr’ın siyah beyaz klasiği The Crow‘a (1989) ilham verdiği soylenir. 5 yıl sonra Brandon Lee’nin canlandıracağı karakter, sağlam cizilmiş altyapısı ve aktorun trajik olumuyle efsane haline donuşecekti.

Palyaco temasının korkunun ana unsurları arasına katıldığı yıllar doksanlar oldu. On yılın başında turun tanınmış yazarı Stephen King‘in kaleme aldığı It, palyacolara bakışımızı sonsuza kadar değiştirecekti. Derry adlı kasabada bir avuc “kaybeden” cocuğun birbirlerine tutunması ve bu gucle “Pennywise” isimli, -ekseriyetle- palyaco gorunumlu (buradaki “insan zihnine sığmayan kotuluk”un en sevilen imajlarla hayat bulması teması daha once Ghost Busters’ta da kullanılmıştı) doğaustu bir katile karşı koymaları ekseninde gelişen oyku, cocukların buyuyup kentin dışına cıkmaları ve her şeyi unutmalarıyla yeni bir sayfa acıyor; cocukluk travmalarını yeniden yaşamak uğruna birbirlerine verdikleri sozu tutarak “yeniden hortlamış” kotuluğu alt etmek icin buluşan bir avuc yetişkinin gozunden, aslında kendi anılarımıza ve korkularımıza bir yolculuk imkanı sağlıyordu. Aynı yıl cekilen televizyon filmi cok başarılı olmasa da, daha once Legend‘de Lord of Darkness makyajıyla harikalar yaratmış Tim Curry, en bilinen beyaz perde imajlarından birine hayat veriyordu: Pennywise the Dancing Clown, perdede dans ediyordu!

Oyun piyasasında da gozuken palyaco figuru, Twisted Metal video serisindeki Sweet Tooth karakteri ile hayat buldu. Bu arada Spider-man ile harikalar yaratan cizer Todd McFarlane’in Marvel’dan ayrılıp Image Comics’e gecmesi ve rekor satış elde eden Spawn‘un ilk sayısıyla “cehennemin hizmetkarı” Violator karakterine hayat vermesi, palyaco kavramını cehennemle ilişkilendiren ilk ve belki de tek ornek oldu. McFarlane demişken, figurleriyle sıkı bir koleksiyoncu kitlesi edinen ve korku ikonlarına da bu alışmalarında bolca yer veren sanatcı, Twisted Fairy Tales konseptiyle masalların da ters yuz edilebileceğini somut olarak gosterdi ve bu cok tutan seri daha sonra Twisted Xmas ile devam etti. Benim de bir ara merak saldığım bu “carpıtılmış” masallar, uzman photoshopcuların actığı sanal galerilerde turlu versiyonlarıyla yer buluyordu. Evil Celebrity Clowns, bunlardan temamıza en uygun olanıdır. Clowning around ve Evil twin ile icimizdeki şeytan mı, dışımızdaki melek mi daha korkutucudur, kendiniz karar verebilirsiniz.

“Guneş girmeyen eve doktor girer” misali, palyaconun giremediği eve korkunun uzanan kollarında oyuncakları ve kuklaları goruyoruz. Konuşan vantrolog mu, yoksa kukla mı? Oyuncak bebeğiniz konuşurken, pilleri arkasında mı diye kontrol etmeyi unutmayın (Child’s Play).
Cocuklar icin en guvenli sığınakların en buyuk korkularına kaynaklık etmesi, bu cılgın dunyada (Rick Blaine’e selam) şaşılmayacak kadar kucuk sorunlar belki fakat masumiyeti once zihinlerde oldurerek bu kirli savaşa belki de zemin hazırladığımızın, hazırladıklarının farkında bile değiliz. Cocukların bile (The Cell, Ringu vs.) korku unsuru olarak kullanıldığı beyaz perde, ucuncu dunya ulkelerinde katledilen ve aclığa terk edilen cocukları duşunmekte vicdanınızı perdelemiyor mu? O kadarı politik midir bilinmez fakat her şeyi korku malzemesi olarak kullanıp halkını komşusuna bile yabancılaştıran ve bu korku imparatorluğuyla dunyanın kaynaklarını somuren ABD’nin, artık yerleşmiş bu bakış acısını sinemacılarına da sindirdiği ve farkında olmaksızın yapımlarına yedirdiği muhakkak. İşi politik değil, insani olarak değerlendirmek isteyenler, herhangi bir belediye otobusune binip, kavga gurultu duymadan inmeyi deneyebilirler.
Hoşgorunun bittiği yerde şiddet tum gucuyle varolacaktır. Bir yazar olarak umudumuz odur ki, Hitchcock’un dediği gibi, “uyuşukluğumuzu gidermek ve ahlaksal dengemizi canlandırmak icin tek yol, şok yaratacak yapay araclara, bunun icin de sinemaya başvurmaktan gecer.”
Sinemanın buyulu dunyasının sizi korkularınızdan arındırması ve dunyaya daha guzel bakmanız dileğiyle..
ALINTIDIR...
__________________