
RahmÂn ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Nuzûl
Mushaftaki sıralamada seksen sekizinci, iniş sırasına gore altmış sekizinci sûredir. ZÂriyÂt sûresinden sonra, Kehf sûresinden once Mekke’de inmiştir.
Adı/Ayet Sayısı
Sûre adını ilk Âyetinde gecen ve “orten” anlamına gelen gåşiye kelimesinden almıştır. “Hel etÂke...” adıyla da anılmaktadır.
Konusu
Sûrede cehennemliklerle cennetliklerin Âhiretteki durumları tasvir edilmekte, Allah’ın varlığına dair deliller sıralanmakta, tebliğ yontemi oğretilmektedir.
Ayet

(Resûlum!) Dehşeti her şeyi kaplayan kıyametin haberi sana geldi mi? (1)

O gun bir takım yuzler zelildir, durmadan calışır, (fakat boşuna) yorulur, kızgın ateşe girer. Onlara kaynar su pınarından icirilir. Onlar icin kuru dikenden başka yemek yoktur, o ise ne besler ne de aclığı giderir. (2-7)
Tefsir
Kıyamet, dehşetiyle her şeyi kuşatıp sardığı icin istiare yoluyla ona “kaplayan, buruyen” anlamında gÂşiye denmiştir (Zemahşerî, IV, 246). İbrÂhim sûresinin 50. Âyeti dikkate alınarak gåşiye kelimesinin “ateş” anlamına geldiği de soylenmiştir (ŞevkÂnî, V, 499).
Mufessirler 2 ve 3. Âyetlerde, zillet kaplayacağı ve yorgun bitkin duşeceği bildirilen “yuzler”le inkÂrcıların kastedildiğini soylemişlerdir. Onlar dunya hayatında buyukluk taslayıp inkÂr bataklığına saplandıkları, muminleri kucumsedikleri, peygamberin davetini kabul etmeyi ve muminlerle eşit konumda bulunmayı kendilerine yediremedikleri icin kıyamet gununde yuzlerini korku burumuş, cektikleri sıkıntı ve cezadan dolayı bitkin bir halde bulunacakları ifade edilmektedir. 4. Âyet inkÂrcıların gireceği cehennemin son derece sıcak ve kızgın olduğunu, 5. Âyet ise orada kendilerine serinletici icecek yerine aşırı derecede sıcak sıvılar verileceğini bildirmektedir. 6-7. Âyetlerde inkÂrcılara verilecek yiyeceğin kuru dikenden ibaret olduğu, ihtiyacı karşılamadığı gibi cektikleri elem ve ıstırabın artmasından başka bir şeye yaramayacağı haber verilmektedir. Cehennemliklerin yiyecek ve icecekleri burada anlatılanlardan ibaret değildir. Mesel SÂffÂt sûresinin 62, 67. Âyetlerinde yiyecek olarak “zakkum ağacı”ndan, icecek olarak kaynar su karışımı bir sıvıdan; Muhammed sûresinin 15. Âyetinde bağırsakları parcalayıcı bir icecekten, HÂkka sûresinin 36. Âyetinde cehennemde yananların bedenlerinden akan sıvıdan soz edilmiştir. Bu orneklerde de gorulduğu uzere Kur’an’da, genellikle insanlarda eksik de olsa bir cağrışım yapması ve sonucta bir korku ve kaygı uyandırıp gunahlardan uzaklaşmaya teşvik etmesi icin cehennem ve oradaki şartlar dunya hayatında korku, acı, nefret tiksinti vb. duygular veren bazı olaylar, durumlar, maddeler icin kullanılan kelimelerle, isimlerle anılmış, bu yonde tasvirler yapılmıştır. Ancak yeri geldikce ifade edildiği gibi (mesel bk. Mutaffifîn 83/22-28) Âhiret hayatı gayb Âleminden olduğu icin orayla ilgili tasvirlerden mutlaka kelime ve sozlerin ifade ettiği dış mÂnayı anlamak ve boylece oradaki nimet veya sıkıntıların da dunyadakilerin aynısı olduğu gibi bir sonuca varmak gerekmez. Muminler bunlara inanır, mahiyetini ise Allah’ın bilgisine havale ederler.
Ayet

O gun bir takım yuzler de vardır ki, mutludurlar; (dunyadaki) cabalarından hoşnut olmuşlardır, yuce bir cennettedirler. Orada boş bir soz işitmezler. (8-11)
Tefsir
Onceki Âyetlerde cehennemliklerin durumu tasvir edildikten sonra burada da dunyada Allah’ın buyrukları doğrultusunda yaşayan muminler icin hazırlanmış olan cennet nimetleri tasvir edilmektedir. 8. Âyette mutluluktan parıldadığı bildirilen “yuzler”den maksat muminlerdir. Muminler dunyada yaptıkları guzel amellerin karşılığı olarak Allah’ın kendileri icin hazırlamış olduğu cennet nimetlerine ermeleri sebebiyle sevincli ve mutlu olurlar. Bu sebeple yuzleri gulec, parlak ve guzeldir. Nitekim başka bir Âyette “ilÂhî lutufların sevincini yuzlerinden okursun” (Mutaffifîn 83/24) buyurulmuştur. 9. Âyet, muminlerin dunyada yaptıkları guzel amellerin karşılığı olarak Âhirette eriştikleri nimetlerden hoşnut olduklarını ifade eder. 10. Âyette zikredilen cennetin yuksekliği, maddî anlamda olabileceği gibi cennetin yuksek değerini de ifade edebilir. Cunku bir hadîs-i kudsîde belirtildiği gibi orada canların cektiği, gozlerin zevk aldığı hatta bu dunyada gozlerin gormediği, kulakların işitmediği ve akıllara gelmeyen son derece guzel ve değerli nimetler vardır (BuhÂrî, “Tevhîd”, 35; Muslim, “ÎmÂn”, 312; “Cennet”, 2-5). Muminlerin cennette duymayacakları belirtilen “boş soz”u mufessirler “yalan, iftira, inkÂr, kufur, yalan yere yapılan yemin, cirkin soz vb.” anlamlarda yorumlamışlardır.
Ayet

Orada (cennette) devamlı akan bir pınar, orada yukseltilmiş tahtlar, konulmuş kadehler, sıra sıra dizilmiş yastıklar, serilmiş halılar vardır. (12-16)
Tefsir
Cennete girenlerin mutluluğuna işaret edildikten sonra burada insanın dunyada tanıdığı maddî zevkler ve nimetler icin kullanılan kelimelerle bazı cennet nimetleri sıralanmıştır. Kuşkusuz bunlar birer ornek olup Kur’an’da yeri geldikce bağlama gore daha bircok cennet nimetinden soz edilmiştir. Kur’an’a gore cennet goklerle yer kadar geniş (Âl-i İmrÂn 3/133), yakıcı sıcağın veya dondurucu soğuğun soz konusu olmadığı bir mekÂn (İnsan 76/13); icinde su, sut, şarap ve bal ırmaklarının aktığı bir yurt (Muhammed 47/15) ve tavsif edilemeyecek kadar guzellikleri bulunan nimetler ortamıdır (cennet nimetleriyle ilgili bu tur tasvirleri nasıl anlamamız gerektiği konusunda bk. Mutaffifîn 83/22-28).
Ayet

(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, goğun nasıl yukseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryuzunun nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?(17-20)
Tefsir
Oldukten sonra dirilmenin mumkun olmadığını iddia eden inkÂrcılara cevap veren bu ve bundan sonraki sorulu ifadelerde, cevrelerini kuşatan doğal varlık ve olaylardaki ilÂhî kudretin tecellilerine muhatapların dikkati cekilerek oldukten sonra dirilmenin mumkun olduğu anlatılmaktadır. Evrendeki her şey Allah’ın kudretini gostermekle birlikte Kur’an’ın ilk muhataplarının en cok sevdikleri ve sahip olmak istedikleri mal deve olduğu icin once onun yaratılışına dikkatleri cekilerek ibret almaları istenmektedir. Dayanıklılığı, binme kolaylığı, taşıma gucu; etinden, sutunden ve yununden istifade edilmesi gibi ozellikleri deveyi col ortasında yaşayan insanlar icin vazgecilmez bir değer haline getirmiştir. Kuşkusuz burada Kur’an’ın ilk muhatapları olan Araplar icin taşıdığı buyuk onemden dolayı deveden soz edilmiş olup bu yalnızca bir ornektir. Asıl maksat ise insanlar icin benzer şekilde değer ifade eden canlısıyla cansızıyla ceşitli nimetleri yaratmış olan Allah’ın ustun gucunu ve lutufkÂrlığını hatırlatmaktır. “Deve” diye cevirdiğimiz ibil kelimesinin “yağmur yuklu bulut” anlamına geldiği, Âyette bu anlamın kastedilmiş olabileceği de belirtilmiştir (bk. Zemahşerî, IV, 247; Kurtubî, XX, 35).
Yerden bakana gore buyuk ve yuksek bir kubbe gibi gozuken gok ve oradaki sayısız yıldızlar, gorunen herhangi bir direk, bağ ve dayanak olmaksızın ilÂhî bir nizam icerisinde uzay boşluğunda dengede durmakta ve hareket etmektedir. Nitekim Ra‘d sûresinin 2. Âyetiyle LokmÂn sûresinin 10. Âyetinde Allah’ın gokleri direksiz bir şekilde yukselttiği ifade edilmiştir. Amac, onların konumlarını ve duzenlerini koruyup surdurmelerinin kesinlikle bunu sağlayan bir yaratıcı ve yonetici guc sayesinde mumkun olduğunu anlatmaktır. Bu gucun koyduğu ve yuruttuğu denge ve duzen sayesindedir ki gok cisimleri kendileri icin takdir edilen konumdan kayma, sapma ve duşme gibi durumlara karşı korunmuş ve korunmaktadır.
Yerkure uzerinde sabit dağların dikilmesi yerin dengesini sağlamaktadır. Nitekim muhtelif Âyetlerde yerkurede sarsıntı olmaması icin orada sabit dağların yerleştirildiği ifade edilmiştir (mesel bk. Nahl 16/15; LokmÂn 31/10; Nebe’ 78/7). Ayrıca dağların yeryuzunde daha rahat korunma ve barınmaya elverişli ortamlar oluşturması, su kaynakları ve akarsu imkÂnları sağlaması, ozel bitki ortusu, maden ocakları gibi başka imkÂnlarıyla insanlar ve diğer canlılar icin hayatı kolaylaştırdığı, bircok yarar taşıdığı bilinmekte; bu gibi sebeplerden dolayı Kur’an’da dağların yaratılışı sık sık hatırlatılmaktadır.
Muhatapların dikkatleri canlıların yaşamasına elverişli bicimde yaratılmış olan yeryuzune cevrilerek ibret almaları istenmektedir. Âyetten ayrıca muslumanların dolaylı olarak zooloji, astronomi, jeoloji, tarih ve coğrafya gibi deneysel ve sosyal bilimlerle meşgul olmaya teşvik edildiği anlamı da cıkarılabilir. Bunlar yapıldığı takdirde hem Allah’ın ustun kudretinin izleri daha yakından ve sağlıklı muşahede edilmek suretiyle maksat hasıl olur hem de maddî dunyaya ait sağlam bilgiler edinildiği icin ondan istifade etme imkÂnı artar ve boylece bu bilgilere sahip olanlar onları daha verimli ve yararlı olarak kullanma imkÂnını elde ederler (Elmalılı, VIII, 5786).
Ayet

O halde (Resûlum), oğut ver. Cunku sen ancak oğut vericisin. Onların uzerinde bir zorba değilsin. Ancak yuz cevirip inkÂr edene gelince, işte oylesini Allah en buyuk azap ile cezalandırır. Şuphesiz onların donuşu sadece bizedir. Sonra onların sorguya cekilmesi de sadece bize aittir. (21-26)
Tefsir
Allah TeÂl resulune, hicbir baskı ve zorlamaya meydan vermeden insanları uyarmasını ve gercekleri onlara tebliğ etmesini emretmektedir. Cunku iman ve ibadet ancak kişinin ikna olmasına, gonulden isteyip benimsemesine bağlıdır. Zor karşısında kalan kimsenin “inandım” demesi ve ibadet etmesi sadece bir aldatma ve durumu kurtarmadır. Bu yuzdendir ki muhtelif Âyetlerde peygamberin gorevinin insanları mutlaka hidayete erdirmek değil, sadece Allah’ın gonderdiği vahyi tebliğ etmek olduğu bildirilmiştir (mesel bk. Âl-i İmrÂn 3/20; Nahl 16/82; Kasas 28/56; Şûr 42/48). Bazı mufessirler bu Âyetin neshedildiğini yani hukmunun kaldırıldığını soylemişlerse de bize gore bu goruş isabetli değildir. Meşrû savunma ve hakların korunması icin savaş emri geldikten sonra da Hz. Peygamber inanmayanları imana zorlamamış, yalnızca topluma zarar verenleri surgune gondermiş, diğer gayri muslimlerle hukuk cercevesinde aynı ulkede yaşamış ve yaşanmasını istemiştir.
23-24. Âyetlerde uyarıldıkları halde soz dinlemeyip inkÂra devam edenleri, Allah’ın “en buyuk azap” ile cezalandıracağı vurgulanmaktadır. Başka bir Âyette de en buyuk azabın Âhiret azabı olduğu ifade edilmiştir (bk. Kalem 68/33).
Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’den yuz ceviren inkÂrcılar her ne kadar inkÂrlarında devam etseler de sonunda varacakları yerin Allah’ın huzuru olduğu ifade edilmiştir. Bu sebeple onların, 24. Âyette anlatılan “en buyuk azap”la cezalandırılmaktan kurtulmaları mumkun değildir. Zira hesaplarını başkasına değil Allah’a vereceklerdir. Hesap, insanların dunyadaki inanc ve davranışlarından dolayı Âhirette sorguya cekilip yargılanmalarını ifade eder. Kur’an terminolojisinde hesap genellikle, “kotu davranışların dunyadaki (TalÂk 65/8) ve daha cok da Âhiretteki yansımaları ve sahiplerinin cezalandırılması” mÂnasında kullanılmıştır. Bununla birlikte iyi davranışların Âhirette mukÂfatlandırılması anlamı da vardır (hesap hakkında bilgi icin bk. Emrullah Yuksel, “Hesap”, DİA, XVII, 240).
__________________