Bazı ateistlere gore Tarık suresi 7. Ayette meninin kaburga ile bel kemiği arasından cıktığı soylenmektedir, bu ise meninin testislerde uretildiği bilgisi ile celişmekte, Kuran ve modern bilim birbiriyle ters duşmektedir. Soz konusu iddiayı analiz etmeden once Tarık suresi 5-8 ayetlere goz atalım:
5. İnsan neden yaratılmış olduğuna bir baksın.
6. Atılan bir sıvıdan yaratıldı.
7. Omurga ile kaburga kemikleri arasından cıkar.
8. Kuşkusuz O, onu diriltmeğe gucu yetendir.
(Tarık 5-8)
Ayetlere dikkatli bakarsak 5, 6 ve 8 ayette insandan bahsedildiğini goreceğiz. 8. Ayette insana yonelik o zamirinin kullanılması, 7. Ayetteki ifadenin meniden ziyade insana yonelik bir ifade olabileceği izlenimi uyandırmaktadır. Dolayısı ile 7 ayette meniden ziyade, omurga ile kaburga kemikleri arasından cıkan şey insandır. Bu da insanın anne karnında omurga ile kaburga kemikleri arasında olduğu bilgisiyle uyumludur.
Ancak 7. Ayette meniden bahsedilse bile aslında ortada bilimsel bir celişki yoktur. Meni bildiğimiz gibi testislerde oluşur. Testisler ise Mesonephrosdan gelişirler. Mesonephros’lar anne karnındayken bebeğin sağ ve sol tarafında bel kemiği ile omurga kemikleri arasında yer alırlar. Bebek doğmadan once Mesonephroslar testislere donuşurler ve inguinal kanal denen kanaldan testis torbasına inerler. Hatta nadir durumlarda bazı cocuklar testisleri aşağı inmeden doğabilirler. Ozetlersek, meniyi ureten testisler bel kemiği ile kaburga arasında oluşmaktadırlar. Bu durumda yukarıdaki ayet şayet meniden bahsediyorsa, o zaman bu bilgiler ışığında modern bilim ile Kuran arasında bir celişki soz konusu olmadığını soyleyebiliriz.
86-TARIK:
"Andolsun gokyuzune." Buradaki "vav" yemin icindir. Sema ise, bildiğimiz goğe ve mutlak yuksek mĂ‚nĂ‚sına maddi ve ruhani her yuksekliğe ve dolayısıyla hava boşluğuna, buluta ve yağmura veya yağmurdan meydana gelen bitkilere ve yiyeceklere dahi denir. Burada bazıları "yağmur" mĂ‚nĂ‚sına demişlerse de coğunluğun dediği gibi bildiğimiz gok mĂ‚nĂ‚sına olması acıktır ki yukarıda catlayacağı, yarılacağı hatırlatılan ve burcları olduğu bildirilen gok demek olur. Bununla beraber Arş'a kadar maddi ve ruhani mutlak yukseklik mĂ‚nĂ‚sına olması da yeminin cevabına pek uygundur.
Yeminin faydası, yemin edilen şeyin onemine dikkati cekerek verilen haberi desteklemektir. Burada iki şeye yemin olunuyor. Birisi gok, birisi de TĂ‚rık'tır.
TÂRIK, aslında "tark" kokunden ism-i fĂ‚ildir. Tark, bir ses işitilecek şekilde şiddetle vurmak, carpmaktır. Bu asıl mĂ‚nĂ‚sından genişletilerek bunun gerektirdiği bircok mĂ‚nĂ‚da kullanılmıştır. "Cekic" ve "comak" mĂ‚nĂ‚sına "mıtraka" bu koktendir. Yol mĂ‚nĂ‚sına gelen "tarîk" da bundan turetilmiştir. Zira yolcular ona ayak vururlar. Buna gore "tĂ‚rîk", esasen "tokmak vurur gibi şiddetle vuran" demek olduğu halde sonra ayak vurmak, yol tepmek mĂ‚nĂ‚sıyla lugat orfunde yola giden yolcuya isim olmuş ve bu mĂ‚nĂ‚da yaygın şekilde kullanılarak hakikat olmuştur. Sonra "gece gelen" mĂ‚nĂ‚sında ozelleşmiştir ki geceleyin gelip kapı calan veya gonul hoplatan ziyaretci mĂ‚nĂ‚sını ifade eder. Mastarı "tark" ve "turuk"tur. Sonra bu mĂ‚nĂ‚dan genişletilerek her ne olursa olsun geceleyin ortaya cıkıp goze, gonule carpan her şeye, hatta hayalî goruntulere dahi tĂ‚rık denilmiştir. Nitekim Şair:
"O hayal gordu ve hicbir tarafa meyletmedi. Oysa kervanlarımızı hızlandırma acısından gece kadar etkili bir şey yoktur." demiştir. Bizim zihne carpmak tabirimiz de bu turdendir. Bir de TĂ‚rık, ozellikle sabaha karşı doğan sabah yıldızına da denir. Burada TĂ‚rık, yemin ile cevabı arasında bir ara cumlesi olarak şoyle tefsir olunuyor:
2. Bildin mi sen TĂ‚rık nedir?.
3. "Karanlığı yaran yıldızdır." Uzerine yemin edilen o TĂ‚rık, delen yıldızdır.
NECM-İ SÂKIB, delik mĂ‚nĂ‚sına "sakb" kokunden "delen yıldız" demek olup ışığının kuvvetinden dolayı karanlığı deliyor gibi gorunen her parlak yıldıza denir. Nitekim aynı mĂ‚nĂ‚ ile şihaplara yani kıvılcımlara veya akan yıldızlara da "sĂ‚kıb" denilir. Bir de kuş yukarı yukseldi demek olan tabirinde olduğu gibi sakb, yukselme mĂ‚nĂ‚sına gelir ki bazıları bu mĂ‚nĂ‚yı goz onunde bulundurarak necm-i sĂ‚kıb, yuksek yıldız demek olduğunu soylemişlerdir. Şu halde 'nun başındaki "lĂ‚m" cins ifade eden lĂ‚m olmak uzere, gece doğan herhangi bir parlak veya yuksek yıldız cinsi veya lĂ‚m ahd icin olarak, sabah yıldızı ve İbnu Abbas'tan bir rivayete gore Cediy yıldızı veya Sûresi'nin başında gectiği gibi Sureyya veya Kur'Ă‚n yıldızı olmak ihtimali de vardır.
İlk akla gelen Sabah yıldızı olmakla beraber TĂ‚rık manevi şeyler icin de kullanılabildiğine ve "yıldızla da yol bulurlar"(Nahl, 16/16) mĂ‚nĂ‚sınca yıldızda bir hidayet ve yol gosterme mĂ‚nĂ‚sı olduğuna gore "Necm-i SĂ‚kıb"tan maksadın geceleyin gokte doğan herhangi bir parlak yıldızın goze carpması halinde ışığın şuurumuzda parlayışı gibi manevi semadan nefislerimize gelip vicdanımıza işleyen ve zihnimize nakşedilerek bizi icimizdeki ve dışımızdaki karanlıklardan cıkaran iman ve kesin inanc nurlarıyla manevi kalbe doluşları ve ilĂ‚hî irşatları kapsaması daha uygundur. Yani, goğe ve sizi karanlıklardan aydınlatmak icin yıldız gibi şuurunuza carpan ve maddenizi delip gonullerinize işleyen hak nuruna yemin olsun.
4. Hicbir nefis yoktur ki ille uzerinde bir hafız, bir koruyucu olmasın.> Her nefis uzerinde, her halde mutlak bir koruyucu vardır. Onu, her halinde butun varlığıyla butun fiil ve davranışlarını ve onunla ilgili olan her şeyi gorur gozetir, hepsi onun koruması, gozetimi ve kontrolu altında olur. Ki O, Levh-i Mahfuz'u da koruyan yuce Allah'tır. Bir nefis ne kadar yuksek olursa olsun, her halinde uzerinde bir koruyucu bulunmaktan kurtulamaz. Hic bir zaman kendi kendine başıboş bırakılmaz. Her an kontrol altındadır. "Oysa uzerinizde muhakkak gozcu melekler var. Durust yazıcılar var. Her ne yaparsanız bilirler."(İnfitar, 82/10-12) buyurulduğu uzere insanlar uzerine her yaptıklarını bilerek yazan değerli melekler ve "Onun onunden ve arkasından takip eden melekler vardır. Onu Allah'ın emrinden dolayı gozetirler."(Ra'd, 13/11) buyrulduğu uzere Allah'ın emriyle her insanı onunden ve arkasından muhafaza ederek takip eden muhafız melekler bulunmakla beraber, Kaf Sûresi'nde "Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız." (Kaf, 50/16) Ă‚yetinde gectiği gibi onlar insanın nefsindeki her gizli vesveseye ulaşamaz; fiillerini, sozlerini, kararlarını kayıt edip zabıt tutarlarsa da butun icindekileri bilemezler. Fakat şahdamarından daha yakın, "Her şeyi koruyucu" (Hud, 11/57), "Her şeyi hakkıyla gozetici"(Ahzab, 33/52), "Her şeye şahit" (MĂ‚ide, 5/1117) "Goğuslerdekileri bilici"(Âl-i İmran, 3/119, 154) olan yuce Allah hepsinin uzerinde koruyucudur. Butun muhafızlar onundur. İnsanın hafızası da onun koruyucu olduğunu gosteren delillerden biridir.
Ebu Umame (r.a.)'den rivayet edildiğine gore Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki: Mumine yuzaltmış melek vekil kılınmıştır. Onlar bal canağından sinek kovalar gibi muminden şeytanları kovarlar. İnsan kısa bir sure kendine bırakılsa şeytanlar onu kapışıverirlerdi.
Bazıları bu Ă‚yette gecen "hĂ‚fız"ı, koruyucu hafaza melekleriyle, bazıları da amelleri kayda geciren yazıcı kontrol melekleriyle tefsir etmek istemişlerse de asıl maksat her iki mĂ‚nĂ‚ ile hepsinin uzerinde gercek koruyucu olan yuce Allah'tır.
Bazıları da burada "hĂ‚fız"ı akıl diye anlamak istemişlerdir. Fakat soylediğimiz gibi insanın akıl ve hĂ‚fızası da yuce Allah'ın Ă‚yet ve delillerinden biridir. Nefis, goğu ve TĂ‚rık'ı onunla anlayıp kendisiyle mukayese ederek uzerindeki "hĂ‚fız"ı anlamaya giden yolu bulabilir. Bundan dolayı akıl yoluyla bu dĂ‚vĂ‚yı isbatın veya nakil yoluyla bu haber vermenin bir dalı ve şubesi olarak buyruluyor ki:
5. Onun icin insan baksın, ustunde bulunan goğe ve geceleyin karanlığı delen parlak veya yuksek yıldız gibi goze gonule carparak nefsine gelen TĂ‚rık'a bakıp icinden ve dışından nasıl yuksek bir koruma ve kontrol altında bulunduğunu anlamak ve ona gore fenalıktan sakınıp sonunda sevinebileceği gorevleri gayret sarfederek yapmak uzere kendini duşunsun. Neden, hangi şeyden yaratıldı?
Bazıları burada insan nefsinin, "heykeli mahsus" yani gorunen heykel denilen bedenden ibaret olduğunu ve bu şekilde bu sorunun insana, değersiz bir varlıktan ibaret olduğunu duşundurme akışı icinde sorulduğunu soylemişlerse de bu tamamen doğru değildir. Zira "insan baksın" emrinden, ilk evvel insanın bedenden ibaret değil, bakan, yani duşunen şey demek olduğu anlaşılır ki bu da Kıyame Sûresinde gectiği gibi "Doğrusu insan kendine karşı bir basirettir, kendi nefsini gorur."(Kıyamet, 75/14) Ă‚yetinin ifade ettiği mĂ‚nĂ‚ ile tamamen aynıdır. Gerci cevapta insanın bedeni itibarıyla yaratılışı, yaratılmaya başlanması anlatılmış ise de bundan insanın bedenden ibaret olması gerekmeyip yaratılış aşamalarından bir aşamaya ait olarak beden ile ilgili bulunduğu anlaşılmış olur.
İkinci olarak, bu sorunun bu şekilde sorulmasında, sozun akışına gore insanın uzerinde bulunan koruyucu ve gozetici karşısında aciz ve değersiz olduğuna bir uyarı bulunduğunda şuphe yok ise de asıl sorunun gelişi, o değersizliği duşundurmek değil, onu değersiz bir başlangıctan yaratıp yukselterek "duşunen insan" derecesine getiren yuce yaratıcının yaratma ve korumadaki gucunun buyukluğunu duşundurerek o yaratıcının tekrar yaratabileceğini gostermek ve dolayısıyla "Butun sırların yoklanacağı gun"de sırların temiz olması icin gurura saplanmayıp Allah'a doğru yukselmek uzere kendi nefsinden caba harcaması gerektiğini anlatmaktır ki nazar, yani bu Ă‚yette emredilen bakma ve duşunme, bu cabanın başlangıcı demektir.
6. Onun icin yaratılışının başlangıcında bir erlik suyu halinde iken bile rahime gecmek icin bir tur gayret ve caba demek olan dıfk, yani "atma" ozelliği acıkca belirtilerek cevabında buyruluyor ki: Atan bir sudan yaratıldı.
DIFK fiili, dokmek, atmak gibi gecişli olduğu icin suyun niteliği "atılan" veya "dokulen" olması gerekirken "atan" denilmesi kuşkusuz cok dikkat cekicidir. Bunun izahını uc şekilde yapmışlardır.
BİRİNCİSİ, Zeccac'ın Sibeveyh'ten naklettiği uzere hurmalı ve sutlu gibi nisbet mĂ‚nĂ‚sıyla "dıfıklı" demek olarak yine atılan mĂ‚nĂ‚sından olmasıdır.
İKİNCİSİ, "Razı olunmuş hayat"(KĂ‚ria, 101/7) Ă‚yetinde olduğu gibi isnad-ı mecazî yoluyla ism-i mef'ul yerine ism-i fĂ‚il kullanılmış olmasıdır. FerrĂ‚: "Sıfat yerinde bunu Hicazlılar diğerlerinden daha cok yapar. "Gizlenmiş sır" , "Yorgun duşmuş dikkat" ve "Uyunan gece" tabirlerinde olduğu gibi" demiştir.
UCUNCUSU, İmam Halil ve Kutrub'tan dıfk ve dufuk kelimelerinin dokulme mĂ‚nĂ‚sına da geldiği nakledilmiştir. Fakat hangisi de olsa bunun bu şekilde anlatılmasında bir nukte olmalıdır. Bu ise, suda bir caba tasavvur ettirmek uzere atma işinin onun tarafından yapıldığının soylenmesidir.
"MĂ‚" kelimesinin başındaki "min" başlangıc ifade eder. "Bir kısım" mĂ‚nĂ‚sına gelmesi de "Suyun hepsinden cocuk olmaz." sahih hadisinin mĂ‚nĂ‚sına uygun olur ki, "atan bir suyun bir kısmından yaratıldı" demek olur. "MĂ‚" kelimesinin sonundaki tenvin de kucumseme, değersizlik, Ă‚dilik ifade eder. Değersiz, basit bir sudan mĂ‚nĂ‚sındadır.
7. Ama rastgele atılan her sudan değil şu nitelikteki atan sudan ki erkeğin sulbu ile kadının goğus kemikleri arasından cıkar.
SULB, sulub, saleb sĂ‚lib; başın arka dibinden kuyruk sokumuna kadar arka kemiğine denir ki omurga kemiği, amûdi fikarî ve bel kelimeleri ile ifade edilir. Dimağdan inen ve "nuha-ı şevki= omurilik" denilen ve sinir sisteminin ana hattı olan "korkar ilik" onun icinden iner. Beden şekillenme ve oluşumunun sertlik ve sağlamlık ekseni demek olan bir temel direğidir.
TERÂİB de "teribe"nin coğuludur. Goğus kemiklerine denir ki "goğus tahtası" tabir edilir. İki meme ile boyun halkası kemiklerinin aralığına veya goğsun sağ tarafından dort ve sol tarafından da dort kaburgaya veya iki el, iki ayak ve iki goze de denilir. Ozellikle goğuste gerdanlık takılan yere denir. Demek ki sırttaki omurların karşılığı olarak goğus kemiğinin sağ ve sol kaburgalara doğru dallanan her boğumu bir teribe olup hepsine birden terib ve teraib denilmiştir. Bu durumuda asıl terĂ‚ib, goğus tahtasının eksenini teşkil eden ve boyundan memeler arasına doğru inen kemikler olup etrafı itibarıyla sinenin gerdanlık takılan bolumune ve hepsine denir. Nitekim İmriu'l-Kays'ın:
"Beli ince, bembeyaz, gobekli değil,
Sinesi ayna gibi parlaktır."
beytinde ayna gibi cilalanmış diye nitelediği terĂ‚ib, kemikler değil, sinenin kendisidir.
Sulb ile terĂ‚ib bedenin arkadan ve onden iki duvarını bel ve bağır gibi esaslı iki temel direğiyle ifade etmiş oluyor ki bunların arası ureme aygıtını kapsar. Şu halde "sulb ile terĂ‚ib arası", bedenin butun şekliyle ilgili olup ortasında bulunan ureme aygıtlarından kinĂ‚ye olur. Aynı zamanda sulb erkeğe, terĂ‚ib de kadına işaret olarak aralarının birleşmesinden kinĂ‚ye olmak da sulbun erkek, sinenin kadın hakkında daha meşhur ve acık olması itibarıyla herkes tarafından bilinmiş olmaya daha yakındır. Gerci "cıkan" kelimesi "ma-i dĂ‚fik" (atan su)in sıfatı olmak daha yakın bulunduğu icin, altında gizli olan "o" zamirinin bunun yerini tutmuş olacağına nazaran dĂ‚fık kelimesinden acıkca erkeğin suyu anlaşılabileceği gibi; "sulb ve terĂ‚ib arasından" ifadesinden de ilk akla gelen erkeğin sulbu ile erkeğin goğus kemikleri arası olur ise de birleşme halinde erkek ve kadından her birinin sulb ve teraibi arasına, yahut sulb erkeğe teraib kadına ait olarak ikisinin de sebep oluşuna işaret olmak daha uygundur. Cunku bu şekilde bu vasfın faydası daha kapsamlı olur.
Tefsircilerin burada başlıca iki goruşu vardır:
BİRİSİ, ilk soylediğimiz gibi "atan su" erkeğin suyu, "sulb ve terĂ‚ib arası" da erkeğin sulbu ve goğus kemikleri arası olmaktır. Bununla bu işte kadın yonu yok sayılmış değil, ancak acıkca ifade edilmeyip "Allah onu hangi şeyden yarattı? Bir erlik suyundan, onu yarattı."(Abese, 80/18-19) Ă‚yetinde olduğu gibi en onemli olanına işaretle yetinilmiş olur.
İKİNCİSİ, erkeğin sulbunden ve kadının goğus kemiklerinden, yahut ikisinin de sulb ve goğus kemikleri arasından cıkan iki suyun toplamına işaret olmaktır. Cunku tĂ‚ Al-i İmran Sûresi'nin başında gectiği uzere Hz. Peygamber (s.a.v.) 'den "Erkek ve kadından hangisinin suyu -kuvvetce- ustun gelirse cocuk daha cok ona benzer." diye rivayet olunduğuna gore cocuk, erkekle kadın suyunun birleşmesinden meydana gelir.
Bunun iki su olduğu halde sulb ve goğus kemikleri arasından cıkan "atan bir su" diye ifade olunmasının sebebi de şoyle acıklanmıştır.
BİRİNCİSİ: Erkekle kadın ikisi birleşme halinde bir tek şey gibi olduklarından dolayı burada bu ifade guzel olmuştur.
İKİNCİSİ: Bir şeyin iki sebebi olduğu zaman, "bu, şununla şunun arasında oldu" demek uygun olur. O halde "dĂ‚fik" (atan) denilmesi de, bir şeyin bir kısmının vasfıyla o şeyin tamamını nitelemek kabilinden olur. Bir kısmı "atan" vasfını taşıması sebebiyle tamamına da bu vasıf verilmiştir. Yahut kadının suyu da rahime dokulmesi nedeniyle onda da bu sıfat duşunulebilir.
Bu iki goruş uzerine burada kadının da menisi var mıdır, yok mudur? Varsa, cocuğun doğmasında asıl olan hangisidir? tarzında bazı tartışmalar olmuştur. Kadının da bir suyu bulunduğunu ve buna şer'an onun menisi denildiğini ve embriyonun meydana gelmesi icin dollenmede iki tarafın da ilgili olduğunu tartışmaya gerek yoktur. Fakat kadının suyu erkeğin menisi gibi hayati maddeyi iceriyor mu, yoksa mezi gibi bir yardımcı hizmeti yapmakla kalıyor mu? Cocuğun yaratılmasında ikisi birlikte etken birer unsur mudur? Yoksa biri işi yapan, oburu bunu kabullenen durumunda mıdır? Bu yonler aranmıştır.
Kur'Ă‚n Ă‚yetlerinin toprak, camur, kupkuru camur, şekillenmiş balcık, camur hulĂ‚sasından sonra başlangıc olarak gosterdiği değersiz su, meni, atan su hep erkeğin menisinde olduğu bilinmesini ve kadın menisi hakkında bir acıklık bulunmamasını goz onune alan bir kısım Ă‚limler, cocuğun oluşumunda asıl unsurun erkeğin suyu olduğu goruşune varmışlar ve kadının suyunu bir hayat unsuru değil, bir yardımcı mahiyetinde duşunerek ilk goruşu tercih etmişlerdir.
Ote yandan ulûkun yani dollenmenin meydana gelmesinde kadından da bir maddenin iştirak edip katıldığı daha sonra cocuğun anaya da benzemesi durumlarının ortaya cıkmasından da anlaşılmasına ve hadiste de bunun kadın menisinin katılıp ustun gelmesinden olduğunun soylenmesine dayanılarak katılan etkili veya etkiyi kabul eden bir unsurun dahi nazar-ı itibara alınması gerekmiştir ki bu unsur kadının bezr (tohum) veya buyeyza (yumurtacık) tabir olunan ve dollenen yumurtacığıdır. Kadının suyunun bir meni gibi sayılması rahmin ustunde "mebiz" denilen yumurtalıktan cıkan bu yumurtacıklar dolayısıyladır. "Suyun tamamından cocuk olmaz." hadisi gereğince cocuk erkek suyunun tamamından değil bir kısmından olduğu gibi, kadın suyunun da hepsinden değil, bu yumurtacığındandır. Gizli olan dollenme işinde bunun gorevinin ne olduğu hususunda uc ihtimal vardır:
BİRİNCİSİ, erkek tohumunun faaliyet ve gelişmesine yalnız zemin teşkil eden bir edilgen olmasıdır.
İKİNCİSİ, onun ile karışıp birleşerek hepsinin birden faaliyet gosterip gelişmesidir.
UCUNCUSU, erkek menisi bunun faaliyetine yalnız bir uyarıcı sebep gibi olup yavrunun aslının o yumurtacıktan gelişmesidir. İşte tefsirciler Ă‚yetinin tefsirinde birinci ve ikinci ihtimaller uzerinde yurumuşler, ucuncu ihtimali hic nazar-ı itibara almamışlardır. Bu munasebetle burada erkek ve kadın suları ile anlatılan bu uc ihtimal hakkındaki teorilere dair biraz acıklamada bulunmak faydasız olmayacaktır.
Yuce Allah'ın yaratma ve kudretine, koruma ve yardımına delil gostermek suretiyle başlangıc ve son hatırlatılmak uzere insanın yaratılış aşamaları Muminûn Sûresi'nde "Andolsun biz insanı camur hulasasından yarattık. Sonra onu sağlam bir yerde bir tohum yaptık. Sonra o tohumu bir embriyon haline getirdik. Arkasından bu embriyonu bir et parcası yaptık. Sonra et parcasını da kemikler haline cevirdik. Sonra bu kemiklere et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir yaratılışla inşa ettik. Yaratanların en guzeli olan Allah'ın şanı ne yucedir. Sonra siz bundan sonra muhakkak oleceksiniz. Sonra da kıyamet gunu muhakkak diriltilileceksiniz."(Mu'minûn, 23/12-16) Ă‚yetiyle dokuz mertebe halinde sınırlandırılarak zikredilmişti. Ki bunlardan birincisi camur hulĂ‚sası, ikincisi tohum, ucuncusu embriyon, dorduncusu et parcası, beşincisi kemikler, altıncısı et, yedincisi bir başka yaratılış, sekizincisi olum, dokuzuncusu yeniden dirilmedir. Birincisi olan camurdan hulasa hakkında orada soz gecmişti. Burada da insan nefsi uzerindeki ilahî koruma ile Allah'ın onu tekrar yaratmaya gucu olduğu duşundurulmek uzere butun bu mertebeler "Neden yaratıldı? Atan bir sudan. O, sulb ile goğus kemikleri arasından cıkar. Elbette Allah'ın onu dondurmeye gucu yeter." mĂ‚nĂ‚larıyla ozetlenerek "insan baksın" diye insana, bakması emredilmiş ve bu bakış icin her şeyden once en acık ve ortada olan "atan su" başlangıcından hareket tarzı gosterilmiştir. Gerci bu hakikatte "Sonra onu sağlam bir yerde bir tohum yaptık."(Mu'minûn, 23/13) Ă‚yetiyle beyan edilen ikinci mertebedir. Fakat hemen bakış atabilmek icin en acık ve en yakın olan başlangıc bu olduğu icin bircok Ă‚yette once bu başlangıca dikkatler cekilmiştir. Burada "Sulb ve goğus kemikleri arasından cıkan" vasfında bu suyun hem oluşumu ilkelerine hem de yedinci mertebe olan "bir başka yaratılış"la doğum anına kadar gelişim ozelliklerine anatomik, fizyolojik ve embriyonolojik acıdan işaretler vardır. Bunlar fiziksel, kimyasal ve biyolojik cihetlere kadar dallanırsa da burada en cok aranan biyolojik ozelliktir. Bu arada cenin ilmi ve embriyon ilmi adıyla zamanımızda ayrıca bir tasnif ve incelemeye tabi tutulan bilim dalı da bu zikredilen "bakış"ı gorev edinerek takip eden deneysel ilimlerdendir. Bu konuda eser yazılması genellikle tıp acısından olduğu icin yazılan eserler hep o gayeyi hedef edindiklerinden dolayı ilahiyat bakımından bunu delil olarak kullanıp da bir neticeye varmakla meşgul olmazlar ise de anatomi, doku bilimi ve organların gorevleri gibi onda da insanın yaratılışına bakmak suretiyle yaratıcının kudretli olduğu neticesi cıkarılabildiğinden ve ahlĂ‚kî, dinî, insanlık gorevini takdir acısından konumuzla ilgisi olan nice nice oluşum delilleri tetkik edilip duşunulduğunden "İnsan neden yaratıldığına baksın" emrine uyarak aşağıdaki bazı tartışmalı konuları incelemeliyiz.
Musluman doktor Muhammed b. Ahmed el-İskenderĂ‚nî "Keşfu'l-Esrari'n-Nuraniyyeti'l-Kur'Ă‚niyye" adlı eserinde diyor ki:
Yuce Allah şahsı koruma gorevlerini var ettiği gibi turu koruma gorevlerini de gerektiği gibi var etmiştir. Onun icin onu bazı gorevler gibi yalnız iradenin hukmu altına koymamış, ureme ihtiyacı hikmetine uygun kılmıştır. Zira sırf iradeye bağlı kılsaydı turun ureme ve coğalmasında bir cok bozukluk ve duzensizlik meydana gelirdi. Fakat yuce Allah bizde tabii bir meyil ve ureme organları icinde bulunan batıni ve vicdani bir his yaratmıştır. Bu organlardaki o his, midede bulunan batıni aclık hissi durumundadır. Meyl, gercekte ureme organlarına bağlıdır. O nedenle bu organ, işini yapamadığı zaman, o his bulunmaz ve cocukluk cağında iğdiş edildiği takdirde asla hissedilmez. Ama aclık ve diğerlerini hissetmek gibi bu batıni hissin sebeplerine gelince onu anlamak mumkun değildir. Dol suyunun varlığını ve bu dol suyunun kendine ait bolumlerde durmasını onun sebeplerinden olmak uzere zikretmişlerdir. Gerci bunun ona yardımcı olduğunda şuphe yoktur. Cunku uzun sure bu iş yapılmayınca istek kuvvetlenir. Zira bu zaman icinde atım maddesi cidden coğalır. Fakat bu mustakil bir sebep değildir. Zira aşırı derecede duşkun olanlarda alışkanlık nedeniyle cinsel ilişkiye buyuk bir meyil bulunur. Oysa iffet sahibi olan kuvvetli erkekler boyle değildir. Cunku onlarda bu meyil az bulunur. Bu duygu kadınlarda da bulunur. Fakat bunlarda meni salgısı olmaz.
Beyin ve beyincikten her birinin de gercekte bu gorevin başlangıcında etkisi vardır. Bu hususta hayal gucunun etkisi de ona acık bir delildir. Bu anılanların dışında bu son iki uzvun her birinde de bir meyil bulunur ki bu durumun ortaya cıkmasında onun da etkisi vardır. Cinsel ilişki halinde erkeğin yaptığı iş, kadının ureme organına erkeğin akıcı dol suyunu atmak icin hazırlanmış olan uzvunu sokmak ve icerde olduğu muddet icinde o sıvıyı atmaktır. Fakat bu ortak gayenin meydana gelebilmesi icin cinsel uzvun kuvvetlenme, kalkma denilen gelişme sebebi ile sokmaya yeterli bir kıvama, tava gelmesi gerekir. Bu belirti ve gelişme ise erkeğin o batınî duygu sebebiyle arzu duyduğu zaman ortaya cıkar. O vakit sidik yoluna iki ortası boş cisminde atardamarlar vasıtasıyla buyuk miktarda kan akımı olur. Sonra bu kan damarlarda toplanır. O sırada bu iki ortası boş cismin gelişip kalkabilen dokusunda, sidik borularında ve penisin başında hakiki bir kan birikimi meydana gelir. Bu kan hucumunu da bu dokularda şehvet artışı ile meydana gelen heyecanlanmaya nisbet olunması gerekir. Bununla penis zorunlu bi sertlik kazanır ve onunla dol yatağı kanalına girmesi tamam olur. Onda meydana gelen uyanma, erkeğin diğer ureme aygıtına yayılır. O vakit iki erkeklik bezinin salgısı coğalır. Nitekim ciğnerken tukruk bezlerinden tukruk salgısı coğalır. Sonra o vakit meni, coğalmak suretiyle meni torbacıklarına gelir. Ondan da bu torbacıklar uyarılır. Sonra buzulup atıcı boru vasıtasıyla sidik borusuna atar. Sonra bu boru periyodik bir şekilde kasılıp cekilir. Bu spazmatik yani istek dışı kasılıp buzulme ona komşu olan kasların hepsinde olur. İşte bu birbirini harekete geciren kuvvetler sebebiyle meni dol yatağında uzağa atılır. Bu giriş vaktinde kadının gorevi tamamen kısmadır. Zira onun cinsel uzvunun dışı hazır olur. Bu hazır oluş ile ona penisin iğne gibi girmesi gercekleşir. Ancak girmeyi geciktiren bir engel bulunursa başka. Mesela bekaret zarı gibi ve fercin, hazırlanması mumkun olan dokusunda meydana gelen biyolojik kan toplanması ve sıkıcı kasının fiili gibi ki bu son ikisinin faydası penisi sıkıp carpmasını mumkun olduğu kadar tam kılmaktır. Kadın da lezzet veren şehvetin artmasında erkeğe ortak olur. Onun da ferc ve dilciğinde erkekte bulunan durum gibi, hatta daha cok bir kan hucumu olur. Bu iş erkeklik uzvunun sokulması neticesinde ortaya cıkar. O sıra lezzet veren etlerin gevşeyip buzulme işi cinsel birleşme suresince devam eder ve gittikce artar. Hatta oyle bir dereceye gelir ki kadın, erkekte meydana gelen duruma benzer muthiş bir kasılma hareketiyle boşalır. İşte o zaman yumurtalıklar ile borularda bir etki hasıl olur ki ondan dollenme vuku bulur.
Doğrusunu elbette Yuce Yaratıcımız bilir.
__________________
Tarık Suresindeki İfade
Dini Bilgiler0 Mesaj
●23 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Tarık Suresindeki İfade
-
13-09-2019, 04:49:26