
RahmÂn ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Nuzûl
Mushaftaki sıralamada sekseninci, iniş sırasına gore yirmi dorduncu sûredir. Necm sûresinden sonra, Kadir sûresinden once Mekke’de inmiştir. Rivayete gore bir gun Hz. Peygamber muşriklerin ileri gelenlerinden bir gruba dini tebliğ ederken yanlarına muminlerden olup gozleri gormeyen Abdullah İbn Ummî Mektûm gelmiş ve Hz. Peygamber’e yaklaşarak Kur’an Âyetlerinden bir kısmını kendisine tekrarlamasını veya acıklamasını istemişti. Etkisi azalacağı icin konuşmasının kesilmesinden rahatsız olan Hz. Peygamber Abdullah’a ilgi gostermemiş, bunun uzerine bu sûrenin Resûlullah’ı uyaran ilk on Âyeti inmiştir (Tirmizî, “Tefsîr”, 73; Taberî, XXX, 32-33).
Adı/Ayet Sayısı
Sûre adını, ilk kelimesi olan ve “yuzunu ekşitti, suratını astı” anlamına gelen abese kelimesinden almıştır. Kaynaklarda yaygın olarak bu isimle anılmaktadır. Sûrenin bunun dışında “İbn Ummî Mektûm, SÂhha, Sefer, A‘m” adlarıyla anıldığı da soylenir.
Konusu
Abdullah İbn Ummî Mektûm olayını hatırlatan ve bu konuda Hz. Peygamber’in uyarıldığı Âyetlerle başlayan sûrede daha sonra kıyamet, oldukten sonra dirilme, vahiy ve peygamberlik konuları uzerinde durulmuştur.
Ayet

(Peygamber), ÂmÂnın kendisine gelmesinden oturu yuzunu ekşitti ve cevirdi. (Resûlum! onun halini) sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek, yahut oğut alacak da o oğut ona fayda verecek.(1-4)

Kendini (sana) muhtac gormeyene gelince, sen ona yoneliyorsun. Oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin. (5-7)

Fakat koşarak ve (Allah'tan) korkarak sana gelenle de ilgilenmiyorsun.(8-10)
Tefsir
Hz. Peygamber putperest onderlerin ikna edilmesi halinde onları izleyen halkın İslÂm’ı daha kolay benimseyecekleri duşuncesiyle onlarla da meşgul oluyordu. Boyle birine yaptığı konuşmanın ortasında yanlarına gelen bir ÂmÂnın zamansız sorularından rahatsız olarak yuzunu ekşitmiş ve ona cevap vermemişti. Bunun uzerine Allah TeÂlÂ, resulunu sitemli bir ifadeyle uyardı; onun, kimlere verilecek emeğin daha verimli olacağını kesin olarak bilemeyeceğini, topluluğun ileri gelenlerinden de sorumlu olmadığını bildirdi. Bundan etkilenen Hz. Peygamber’in, daha sonra zaman zaman Abdullah’ı gorduğunde, “Kendisinden dolayı rabbimin beni azarladığı şahsa merhaba!” diyerek ona iltifatta bulunduğu rivayet edilmektedir. Bu vb. bazı iltifatlarının yanında, iki defa gazÂya cıktığında yerine Medine’de kalanlara namaz kıldırmak uzere Abdullah’ı gorevlendirdiği de rivayet edilmiştir (Zemahşerî, IV, 217).
Birkac Âyette Hz. Peygamber’in “zelle” denilen bazı hataları hatırlatılmış ve duzeltilmiştir (mesel buna yakın bir uyarı orneği icin bk. Tevbe 9/43). Ancak bunlar icinde nisbeten sert bir uslûp taşıyan tek oğut ve uyarı konumuz olan Âyetlerdedir. Bu Âyetler, vahyin objektifliğini ve peygamberin insanlığa kendi istek ve duşuncelerini değil, ilÂhî vahyi tebliğ ettiğini, ayrıca onun bir ilÂh gibi yanılgısız sayılmaması gerektiğini gostermesi bakımından son derece anlamlıdır. Bunun kadar onemli bir husus da Resûlullah’ın, kendi tutumunu eleştiren bu Âyetleri, en ufak bir kaygı ve komplekse kapılmadan halka okuması, duyurmasıdır. Bu da onun dÂvetindeki samimiyetini, hakikat sevgisini ve ustun ahlÂkını gosterir.
“Kendini her şeye yeterli goren” diye cevirdiğimiz 5. Âyet Mekke’nin ileri gelen zenginlerini ve kabile reislerini ifade eder. Bunlar mal ve adamlarının cokluğu sebebiyle buyukluk taslayarak inkÂrcılıkta devam ediyor, Allah ve peygamberinin kendilerine doğru yolu gostermelerine ihtiyaclarının olmadığını soyluyorlardı. Allah korkusu ile huzuruna gelen Âm ise Kur’an’ın nuruyla aydınlanarak cehaletten kurtulmak ve gunahlardan arınmak istiyordu.
Ayet

Hayır! Şuphesiz bunlar (Âyetler), değerli ve guvenilir kÂtiplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış, yuce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde (yazılı) bir oğuttur; dileyen ondan (Kur'an'dan) oğut alır.(11-16)
Tefsir
ŞevkÂnî, 11. Âyetin başındaki “hayır!” uyarısının acılımını şoyle ifade eder: Artık bundan sonra boyle hatalar yapma; zengine donup onunla ilgilenirken fakire ilgisiz kalma (V, 443). Aynı Âyette birer oğut olduğu bildirilen “bu Âyetler” ifadesiyle sûrenin başındaki uyarıcı ve eğitici on Âyetin veya sûrenin tamamının kastedildiği anlaşılmaktadır. “Dileyen ondan oğut alır” meÂlindeki 12. Âyette ise şu iki noktaya dikkat cekilmiştir:
a) Bu uyarı, yalnız Resûlullah’a değil, onun şahsında butun ummetine ve insanlığa yoneliktir.
b) Uyarıyı dikkate alıp yanlışını duzeltmek de hice sayıp hatalarında ısrar etmek de insanın kendi iradesine bağlıdır, sonucunu da buna gore alacaktır.
“Mukaddes sayfalar”dan maksat Kur’an’ı iceren sayfalardır; Kur’an ilim ve hikmet ihtiva eden ilÂhî bir kelÂm olduğu icin Allah katında şanı yuce ve değerlidir. Mukaddes sayfalardan maksadın “levh-i mahfûz” veya “onceki peygamberlerin kitapları” olduğunu soyleyenler de vardır (bk. ŞevkÂnî, V, 444; ayrıca krş. A‘l 87/18-19).
“Seckin ve erdemli elciler” diye tercume ettiğimiz sefere (tekili: sefîr) kelimesini mufessirler, “yuce Allah’tan Hz. Peygamber’e vahiy getiren melekler, kulların amellerini yazan melekler (kirÂmen kÂtibîn), kitapları okuyanlar (kurrÂ), Kur’an’ı yazan sahÂbîler” gibi farklı anlamlarda yorumlamışlardır (ŞevkÂnî, V, 444). Kelimeyi, “peygamberler, Kur’an’ı melekût Âleminde kaydeden ve koruyan melekler” olarak anlamak da mumkundur.
Ayet

Kahrolası insan! Ne inkÂrcıdır!(17)

Allah onu neden yarattı?(18)

Bir nutfeden (spermadan) yarattı da ona şekil verdi.(19)

Sonra ona yolu kolaylaştırdı.(20)

Sonra onun canını aldı ve kabre soktu.(21)

Sonra dilediği bir vakitte onu yeniden diriltir.(22)

Hayır! (İnsan) Allah'ın emrettiğini yapmadı.(23)
Tefsir
Burada “Kahrolası o insan!” şeklindeki yergi ifadesiyle genel olarak insanlığın değil, Hz. Peygamber’le yaptıkları tartışmalarda yeniden dirilmeyi inkÂr eden putperestlerin, bir rivayete gore ozellikle Ebû Leheb’in oğlu Utbe’nin kastedildiği belirtilmektedir. Âyetlerde gerek soz konusu kişiye gerekse yeniden dirilmek konusunda tereddudu olan herkese, insanın hic yokken varlık alanına nasıl cıkarıldığı hatırlatılmakta, boylece insanlar duşunme ve inanmaya teşvik edilmektedir.
“Sonra ona yolu kolaylaştırdı” meÂlindeki Âyeti mufessirler “Ana rahminden cıkmayı kolaylaştırdı” veya “Hayır yahut şer yolunu secme imkÂnı verdi” şeklinde yorumlamışlardır. Taberî Âyetin bağlamını dikkate alarak birinci yorumu tercih etmiştir (bk. XXIX, 35). Ancak bize gore ikinci anlam, yani insanın iyilik-kotuluk, iman-inkÂr, doğru-yanlış şeklindeki alternatifler arasında secim yapma gucune sahip varlık olarak yaratılması daha cok hatırlatılmaya değer bir lutuftur; dolayısıyla Âyetin bağlamına da daha uygundur. Cunku bu ozelliğiyle insan dunyadaki diğer butun yaratılmışlardan ustun ve seckin kılınmıştır. Bu gercek yanında, insanın bir gun olup kabre konduktan sonra Allah’ın dilediği bir vakitte tekrar diriltileceğini hatırlatan 21-22. Âyetler ile Allah’ın buyruklarına uymayanları kınayan 23. Âyetten şu sonuc ortaya cıkmaktadır: Allah insana iyilik ve kotuluk yolları arasında secim yapma imkÂnlarını bahşetmiş, dolayısıyla ona ihtiyacı olduğu kadar ozgurluk alanı acmıştır. Bu ozgurluğe sahip olması ona Allah’ın buyruklarını yerine getirme sorumluluğu yuklemektedir. Nihayet insan, bir gun bu hayatı terkedecek ve ozgurluğunu doğru kullanarak sorumluluklarını yerine getirip getirmediği konusunda hesap verecek, karşılık gorecektir.
Ayet

İnsan, yediğine bir baksın!(24)

Şoyle ki: Yağmurlar yağdırdık. Sonra toprağı goz goz yardık da oradan ekinler, uzum bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağacları, iri ve sık ağaclı bahceler, meyveler ve cayırlar bitirdik. (Butun bunlar) sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak icindir. (25-32)
Tefsir
Yukarıda 18-20. Âyetlerde insanın var oluşu ve mahiyetine ilişkin ilÂhî lutuflar ozetlenmişti; burada ise onu cevreleyen ve varlığını surdurmesi icin gerekli ve faydalı olan haricî nimetlerin başlıcaları hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatmanın amacı da hem muhatabı Allah’ın kudretinin buyukluğu hakkında bilgilendirip iman etmesini veya inancını guclendirmesini sağlamak hem de onu bu lutuflarından dolayı Allah’a minnet ve şukran hisleriyle ibadet etmeye, buyruklarına gore yaşamaya yoneltmektir.
Ayet

Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, (33)

İşte o gun kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve cocuklarından kacar.(34-36)

O gun, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.(37-39)

Yine o gun birtakım yuzleri de keder burumuş, huzunden kapkara kesilmiştir. İşte bunlar kÂfirlerdir, gunahkÂrlardır.(40-42)
Tefsir
Kıyamet ve Âhiretten bir kesitin son derece canlı bir tasvirini veren sûrenin bu son Âyetleri, dunya hayatının gecici zevk ve tasalarını aşıp varlığının anlamı, değeri, amacı ve Âkıbeti uzerine duşunebilme seviyesine ulaşmış her insanı sarsıcı gerceklerle yuzyuze getirmektedir. Kıyamet gununde evrende meydana gelecek olan olaylar korkunc sesler cıkaracağı icin ona 33. Âyette “sÂhha” adı verilmiştir. O gun geldiğinde aralarında akrabalık bağı bulunanların birbirinden kacışının sebebi ceşitli şekillerde izah edilmiştir:
a) Kıyamet olayları herkesi dehşete duşureceği icin o ortamda insanların birbirini duşunmeleri mumkun değildir; herkes kendi başının derdine duşer;
b) Akrabalıktan doğan haklarını isteyecekleri endişesiyle insanlar birbirinden kacarlar;
c) Kişi, akrabaları onun icinde bulunduğu sıkıntılı durumu gormesin diye onlardan kacar;
d) İnsan, akrabasının icinde bulunduğu kotu durumu gormesine rağmen onlara yardım edemeyeceğini ve başlarına gelenlere engel olamayacağını bildiği icin kacar (ŞevkÂnî, V, 446).
Bir onceki sûrede (NÂziÂt 79/8-9) kıyamet ve mahşerin dehşetinden dolayı butun kalplerin korkudan neredeyse yerinden oynayacağı, gozleri korku buruyeceği bildirilmişti. Abese sûresinin bu son Âyetlerinden anlıyoruz ki inkÂrcı ve isyankÂrların korku, kaygı ve perişanlıkları devam ederken, muminlerin, durumları aydınlanınca kalplerindeki korku ve kaygının yerini ferahlık ve sevinc alacak, bu sevinc yuzlerine yansıyacaktır.
__________________