RahmÂn ve Rahîm olan Allah´ın adıyla


Nuzûl

Mushaftaki sıralamada seksen beşinci, iniş sırasına gore yirmi yedinci sûredir. Şems sûresinden sonra, Tîn sûresinden once Mekke’de inmiştir.

Adı/Ayet Sayısı

Sûre adını 1. Âyetinde gecen ve “burclar” anlamına gelen burûc kelimesinden almıştır.

Konusu

Sûrenin ana konusu kendilerine “ashÂbu’l-uhdûd”(hendek ehli) denilen inkÂrcıların, muminlere verdikleri sıkıntılar ve muminlerin inancları uğrunda bunlara karşı gosterdikleri sabır ve direnctir. Ayrıca inkÂrcıların Âhiretteki kotu Âkıbetleri ve muminlerin mutlu sonları, Allah’ın bazı sıfatları hakkında kısa acıklamalar yer almaktadır.

Ayet



Burclara sahip gokyuzune, geleceği bildirilmiş olan gune, (o gunde) tanıklık edene ve edilene andolsun ki, ateşle dolu hendeğe atılanlar (yakılarak) olduruldu. Onlar (yakanlar) da başlarına oturmuşlar, muminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı.(1-7)



Onlardan, sırf, goklerin ve yerin mulku kendisine ait olan, azîz ve hamîd olan Allah'a iman ettikleri icin intikam aldılar. Oysa ki Allah her şeyi gorur.(8-9)



Şuphesiz inanmış erkeklerle inanmış kadınlara işkence edip sonra tevbe de etmeyenlere cehennem azabı ve (orada) yanma cezası vardır.(10)

Tefsir

Bir onceki sûrede olduğu gibi burada da yeminle soze başlanarak muminleri inanclarından dolayı ateş dolu cukurlara atıp yanmalarını seyreden zalimler kınanmakta ve Âhirette hak ettikleri cezaya carptırılacakları haber verilmektedir.

Burûc kelimesi “acığa cıkmak, gorunmek, saray ve koşk” anlamlarına gelen burcun coğuludur. Astronomi terimi olarak burc, guneşin bir yılda takip ettiği duşunulen yorungenin iclerinden gectiği, belli sembollerle gosterilen on iki takım yıldızından her birini ifade eder. Modern astronomide “yıldız kumeleri” veya “galaksiler” olarak anlamak mumkundur (ayrıca bk. Hicr 15/16; Furkan 25/61) 2. Âyetteki “vaad edilen gun”den maksat, kıyamet gunudur (Taberî, XXX, 82; Kurtubî, XIX, 283)

“Tanıklık eden ve edilen” diye cevirdiğimiz 3. Âyetteki şÃ‚hid ve meşhûd kelimelerini mufessirler farklı anlamlarda yorumlamışlardır. Bunları kısaca şoyle sıralamak mumkundur:

a) Şahit Allah, meşhûd yaratıklardır;

b) Şahit Hz. Muhammed, meşhûd onun ummetidir;

c) Şahit Hz. Muhammed’in ummeti, meşhûd diğer ummetlerdir;

d) Şahit peygamberler, meşhûd ummetleridir;

e) Şahit koruyucu melekler, meşhûd insanlardır;

f) Şahit butun insanlar, meşhûd kıyamet gunudur;

g) Şahit Allah ve melekler, meşhûd da Allah’ın birliği ilkesidir. Bunlardan başka yıldızların, Hacerulesved’in, arefe, cuma ve pazartesi gunlerinin şahit ve meşhûd olduğu yolunda goruş ileri surenler de vardır (bk. Kurtubî, XIX, 283-285; Ateş, X, 392-394)

Bir onceki Âyette kıyamet gununun gectiği dikkate alındığında “şahit” ile insanların amellerini gorup bilen ve sonunda karşılığını verecek olan Allah TeÂlÂ’nın, meşhûd ile Allah’ın durumlarını gorup bildiği ve buna bağlı olarak Âhirette sorgu ve yargıdan gecireceği insanlar ve onların işlerinin kastedildiği duşunulebilir.

Sûrede sozu edilen “ashÂbu’l-uhdûd”, İslÂmiyet’ten onceki bir devirde muminleri dinlerinden dondurmek icin ateş dolu hendeklere atarak işkence eden kimseleri ifade eder. Âyetlerde semaya, kıyamet gunune, tanıklık edene ve edilene yeminle ashÂbu’l-uhdûdun lÂnetlendiği bildirilmektedir. Uhdûd “uzun ve derin hendek” demektir. Kendilerinden ashÂbu’l-uhdûd diye soz edilen kimselerle onların işkence ettiği muminler ve bu olayın gectiği zaman ve bolge hakkında Kur’Ân-ı Kerîm bilgi vermemiştir. Tefsirlerde bunların kimlikleri hakkında cok değişik ve birbiriyle celişen acıklamalar bulunmaktadır. Bu acıklamalar arasında Necran hıristiyanlarının Yemen Kralı ZûnuvÂs tarafından idam edilmeleri yahut bir Zerduşt kralının, erkek kardeş ile kız kardeşin evlenmelerine Allah’ın musaade ettiği şeklindeki hukmunu kabul etmeyen tebaasını ateşe atarak cezalandırması gibi guvenilir olmayan menkıbeler de vardır(bk. Taberî, XXX, 85-87; Kurtubî, XIX, 287-294). Bu ifadeyi belli bir olaya bağlamak yerine, tarihte cokca kullanılan ateşle işkence yontemine atıf yapılarak genel mÂnada işkenceciler ve işkencenin yorumunu yapanlar da olmuştur (Esed, III, 1253).

10. Âyet de bu anlamı desteklemektedir. Gecmiş donemlerde olduğu gibi Burûc sûresinin indiği donemde de Mekkeli muşrikler muminlere, ozellikle fakirlere ve kimsesizlere acımasızca işkence ediyorlardı. Nitekim “...işkence edip de sonra tovbe etmeyenler var ya, işte onları cehennem azabı, yakıcı azap beklemektedir” meÂlindeki 10. Âyette Mekke muşriklerinin yaptıkları bu zulumlere işaret edilmiştir (bk. Muhammed Eroğlu, “AshÂbu’l-uhdûd”, DİA, III, 471).

Ayet



İman edip sÂlih ameller işleyenlere ise, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte buyuk kurtuluş budur.(11)



Şuphesiz Rabbinin yakalaması cok şiddetlidir.(12)

Tefsir

Ceşitli işkence, zulum ve sıkıntılara mÂruz kaldıkları halde imanlarından tÂviz vermeyip sorumluluklarının gereğini yerine getiren muminlere Âhirette altlarından ırmaklar akan cennetler verileceği ifade edilmektedir. Bu, muminler icin bir sevinc ve mutluluk vesilesidir. “Şuphesiz rabbinin yakalaması pek yamandır” ifadesi, inkÂrcıların mutlaka cezalandırılacağını, Allah’ın azabından kurtulmalarının mumkun olmadığını gosterir. Buna gore soz konusu işkencelere goğus geren muminler imanlarındaki sebatın karşılığını Âhirette iki şekilde alacaklardır. Biri cennet nimetleri, diğeri de ilÂhî adaletin gereği olarak kendilerine kotuluk eden inkÂrcıların cezalandırılmasıdır.

Ayet



Bilin ki O, (kÂinat yokken) ilk olarak yaratan, (olumden sonra tekrar hayatı) geri getirendir.(13)



O, cok bağışlayan ve cok sevendir.(14)



Arş'ın sahibidir, cok yucedir.(15)



Dilediği şeyleri mutlaka yapandır.(16)


Tefsir

Mufessirler 13. Âyeti iki turlu yorumlamışlardır:

a) Âyette başta yapıldığı, sonra tekrar edildiği bildirilen şey, Allah’ın inkÂrcı zalimlere ilk olarak dunyada ceza vermesi sonra Âhirette cezalandırmayı tekrar etmesidir.

b) Allah’ın mahlûkatı birinci defa yoktan var edip dilediklerine can vermesi, ikinci olarak onları kıyamet gununde yeniden diriltmek suretiyle hayata dondurmesidir (bu yorum icin bk. Ankebût 29/19; Rûm 30/11). Buradan itibaren ceza ile ilgili olmaksızın Allah’ın isim ve sıfatları sıralandığı icin meÂlde ikinci yorumu tercih ettik. Taberî ise Âyeti onceki konuyla bağlantılı gorduğu icin birinci yorumu tercih etmiştir (bk. XXX, 88).

14-16. Âyetler, sûrenin başında anlatılan işkence olayıyla bağlantılı olarak değerlendirildiğinde insanoğlu zalim, inkÂrcı ve nankor de olsa yaptıklarına pişman olup tovbe ettiği takdirde yuce Allah’ın, ona karşı sevgi, şefkat ve merhametle muamele edeceğini, gunahlarını bağışlayacağını gosterir. Cunku O, arşın sahibidir, şanı yucedir (arş hakkında bk. A‘rÂf 7/54); varlıkların yonetimi ve nihaî kaderi O’nun elindedir. O, dilediğini yapan yuce bir kudrettir, verdiği hukmu kimsenin bozması mumkun değildir (Allah’ın dilediğini yapması hakkında bk. Hûd 11/107).

Ayet



Orduların, Firavun ve Semûd'un (uğradıkları felÂketin) haberi sana geldi mi?(17-18)



Doğrusu inkÂrcılar (gerceği) yalanlayıp dururlar.(19)



Allah onları arkalarından kuşatmıştır.(20)


Tefsir

Allah TeÂlÂ’nın, dilediğini yapan yuce kudretin sahibi olduğu ve yakalamasından hic kimsenin kurtulamayacağı Firavun ve Semûd orduları (kavimleri) orneği ile anlatılarak Hz. Peygamber ve muminler teselli edilmektedir. Cunku bu iki topluluk gerceği inkÂr etmeleri ve zulumleri sebebiyle ilÂhî bir ceza neticesinde tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir (Firavun ve kavmi hakkında bk. A‘rÂf 7/103-136; Semûd kavmi hakkında bk. 7/73-78; Hûd 11/61-68).

19-20. Âyetlerde butun bu anlatılanlara rağmen Mekkeliler’in hÂl inkÂr icinde oldukları ve Kur’an’ın onlara yonelik uyarı dolu acıklamalarına aldırış etmedikleri icin Firavun ve Semûd kavimlerinin başına gelen felÂketlerin putperest Araplar icin de soz konusu olduğu uyarısında bulunulmaktadır.

Ayet



Hakikatte o (yalanladıkları, aslı) levh-i mahfuzda bulunan şerefli Kur'an'dır.(21-22)


Tefsir

İnkÂrcıların “O, sihirdir, beşer sozudur, oncekilerin efsaneleridir” gibi asılsız iddialarla inkÂr ettikleri Kur’an’ın –onların bu tur iddialarının aksine– levh-i mahfûzda korunmuş Allah kelÂmı ve şanı yuce Kur’an olduğu vurgulanmıştır. Sozluk anlamı “korunan levha” olan levh-i mahfûz terimi hakkında mufessirler farklı goruşler ileri surmuşlerdir:

a) Butun nesne ve olaylara ilişkin ilÂhî ilim ve takdirin kayıtlı bulunduğu, mahiyeti bilinmeyen kitaptır (RÂzî, XXXI, 125; Kurtubî, XIX, 299; Elmalılı, VIII, 5696).

b) Yedi kat goğun uzerinde bulunan ve şeytanlara yasaklanan bir levhadır (Zemahşerî, IV, 240).

c) Kur’an’ın levh-i mahfûzda olduğunun belirtilmesi, onun hicbir zaman tahrif edilmeyeceğini, her donemde butun keyfî ilavelerden, cıkarmalardan ve lafzî değişikliklerden korunacağını, bunun icin hem ezberlenerek hem de yazılarak tedbir alındığını ifade etmektedir (Esed, III, 1255; bu konuda bilgi icin bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Levh-i Mahfûz”, DİA, XXVII, 151).
__________________