Nefeslerin buhar olup savrulduğu ilik donduran bir kış gunu. Gun doğalı cok olmuştur ama genc adam yeni yeni doğrulur. Gozlerinde bir ağırlık vardır, şakakları zonklar. Hep oyle olur, eğlence ile gecen gecenin sabahı mahmurluk basar ve kulakları uğuldar. Karnı tok, sırtı pektir ama huzursuzdur. O sıra kapı calınır. Hizmetci koşup acar. Soğuk hava iceri girer koşeleri dolanır. Kapıdaki adam kadife yumuşaklığında bir sesle sorar ama duvarlar yankı yapar:

-Bu ev kimin?
-Merv reislerinden Haris Abdurrahman'ın.

-Kendileri yoklar mı?

-Yok ama oğlu var.

-Bişr mi?

-Evet.

-Peki o hur mudur, kul mudur?

-Elbette hurdur.

-Hur olduğu belli, cunku kul gibi yaşamıyor.

-Anlayamadım?

-Sen bu kadarını soyle, o anlar.

Bişr fırlar ama mechul ihtiyar yok olmuştur. Acaba adı menkıbelerde gecen Hızır aleyhisselam o mudur?

Genc adam tutulur kalır. Bir an oyun ve eğlence ile gecen gecelerinden iğrenir. Kendine yeni bir istikamet cizecektir ancaaak.

Ancak cevresi onu, ona bırakmaz. Oyle ya hem boylesine zengin hem bu kadar comert arkadaş kolay bulunmaz. 'Yoldaşını bırakmak delikanlılığa sığmaz' der, eteğine yapışırlar. Koluna girer, meyhanelere suruklerler. Yine o mÂlum geceler, defler, kadehler, dumbelekler...

Ama Bişr eski Bişr değildir. Ayakları işrethaneleri dolaşsa da gonlu hakikatleri arar.

Bir gece ama şakır şakır yağmur yağan bir gece evine donmektedir. Camur icindeki bir kÂğıt dikkatini ceker. Uzerinde besmeleyi gorunce yerden alır. Camurlarını siler, oper, koklar. Eve gelince gul yağları ile siler duvara asar. O gece Merv Âlimleri ruyalarında Bişr'i gorurler ki onların bile ozlediği manevi ikramlar icindedir.

Rabbinden haber var

Ulema Bişri arar, sorar, mÂlum yerlerde bulurlar. Onu dışarı cıkarırlar. Rengi sapsarıdır. Korkuyla sorar.

-Siz burada... Hayrola?

-Sana Rabbimizden haber var.

-Biliyorum, bana cok kızıyor.

-Aksine seni cok seviyor.

-Ama nasıl olur?

-Sen dun gece camurdan bir kÂğıt buldun mu?

-Buldum.

-Yerden aldın mı?

-Aldım.

-Opup kokladın mı.

-Kokladım?

-Guzel kokular surup duvara astın mı?

-Astım.

-İşte Allahu teÂl da ismini temizlediğin gibi seni temizledi ve o kÂğıda hurmet ettiğin icin adını aziz kıldı.

Bişr son kez meyhaneye girer, arkadaşlarıyla vedalaşır. O anı hatırlamak icin hayatı boyunca yalınayak dolanır cunku tevbe ettiğinde ayakları cıplaktır. İşte bu yuzden adı 'Hafi' (yalınayaklı) kalır.

Nereden nereye

O gunden sonra ilim peşinde koşar. Once dayısının medresesinde okur. Sonra Mekke, Kûfe, Basra ve Şam'a gider.

Cok alim tanır, cok kitap okur, ilim meclislerine katılır, ezber yapar, notlar tutar. Nitekim Bağdat'a gelir. Fudayl bin İyad, Muafa bin İmran ve İmam-ı Malik ile birlikte bulunur. Maruf-i Kerhi Hazretleri ile dost ve sırdaş olur. Nurlu dergÂhına bircok genc gelir gider ki Sırriy-i Sekati bunlardan biridir. Ahmed bin Hanbel, Bişr-i Hafi Hazretlerine karşı cok hurmetkÂrdır. Talebeleri sorarlar:

-Efendim hadiste eşiniz benzeriniz yok, fıkıhta muctehidsiniz. Bişr gibi bir dervişin kapısında ne arıyorsunuz?

-Evet hadis ve fıkhı ondan iyi bilirim ama o kalp ilimlerinde hepimizden iyidir.

Birgun askerler bir mahkûmu meydana cıkarırlar. Sucu ağır olmalıdır. O kadar cok kırbac vururlar ki derileri yarılır. Etlerinden sızım sızım kan sızar. LÂkin genc bir kere bile sesini cıkarmaz. Muhafızlar kan ter icinde kalır, nefeslenmek icin dururlar. Bişr gence sokulup sorar:

-Biliyor musun tahammulune hayran kaldım.

-Nasıl ağlayıp bağırabilirim ki. Kalabalığın icinde sevdiğim kız var ve şu an beni goruyor.

-İyi ama Allah-u teÂl seni her an goruyor. Onun edebini gozetmeyi hic duşunmedin mi?

Genc oyle bir 'Allah' der ki kendinden gecer. Yuzlerce kırbaca direnen vucut bu aşka tÂkat getiremez. Muhafızlar yanına koştuğunda coktan can vermiştir.

Hoca hekim olunca

Bişr-i Hafi her hadiseden hikmet alır. Mesela Abadan civarlarında bir saralı gorur ki, toprağa duşmuş cırpınmaktadır. Yanına varınca cuzzamlı ve kor olduğunu farkeder. Yaralarına uşuşen karıncalar etlerini koparmaktadırlar. Başını kucağına alıp su verir. Genc kendine gelince 'sen de kimsin?' diye sızlanır, 'hem Rabbimle arama niye girdin?'

Aslında Bişr-i Hafi mukemmel bir tabibdir. Bitkileri ve baharatları cok iyi tanır ve onları ustalıkla kullanır. Otlardan koklerden mi yoksa dualarının bereketiyle mi bilinmez Allahu teÂl onun hastalarına şifa dağıtır.

Bir gun evine girerken tefekkure dalar. 'Bağdat'ta bunca insan var. Kimi Yahudi, kimi Hıristiyan. Ben ne yaptım ki bu devlete kavuştum? Onlar neyi yapmadılar ki mahrum kaldılar?' Boyle duşunurken sabah ezanları okunmaya başlar ki o hÂl eşiktedir.

Bişr-i Hafi olumune doğru birisinden odunc gomlek alır ve kendi gomleğini bir fakire bağışlar. Hasılı ardından bir gomlek bile bırakmaz. O Bağdat'a geldikten sonra hayvanlar yerleri kirletmezler cunku mubareğin yalınayak dolaştığını bilirler. Bağdatlılar hayvanların eskiye donduklerini farkedince 'Eyvah' derler, 'Bişr-i Hafi olmuş olmalı'

Bişr-i Hafi buyurdular ki

* İki şeyden kacın: 'Cok yemekten ve cok konuşmaktan'

* Dunyada aziz olmak isteyen diline sahip olsun. Şahitlik yapmasın, imam olmasın, ziyafetlere katılmasın.

* Sabır Allah-u teala'yı kullara şikayet etmemektir.

* İnsanlar arasında tanınmak isteyen ahiretin tadını alamaz.

* Şohreti seven Allah'tan korkmaz.

* Ovulmekten hoşlanmak ahmaklıktır.

* Sabır susmaktır. Konuşan, susandan daha fazla vera sahibi olamaz.

* Kotu insanlarla arkadaşlık yapan iyi kimselere sui zan eder.

* Dun oldu, yarın doğmadı, bugun can cekişiyor. Sen bu anı değerlendir.

* Topal bir karınca duşunun. Bir buğday icin saatlerce uğraşır, didinir, tam yuvasının ağzına getirir ki taneyi kuş kapar. Olum kuşu da boyledir. Kimse dunyadaki emeline kavuşamaz.
__________________