Bir Musluman Olunuş Oykusu
21 yaşında Musluman olmuş bir Fransız genci tarafından Paris’te kurulup geliştirilen ve milyonlarca kişi tarafından ziyaret edilen www.oumma.com adlı internet sitesinde, unlu ve yuksek rutbeli bir Hıristiyan din adamının kendi elyazısıyla yazdığı, nasıl Musluman olduğunu anlatan hatıralarının bu zÂtın olumunden sonra ortaya cıktığına dair bir haber vardı. Ve bu hatıralar, ilgili sitede yayımlanarak butun dunyaya duyuruldu. Alışılmadık, son derece heyecan verici anılardı bunlar. Cok kısa ve ozlu bir elyazısıyla yazılıp bırakılmış belgede, Batılı bir din adamının İslÂm’ı nasıl arayıp bulduğunu ve nasıl hidayete erdiğini goruyor, aramızdan yakın zaman once ayrılmış olan o mubarek insana rahmetler diliyoruz:
Rahip Jean-Marie Duchemin (1908-1988), Paris havzasının batısında yer alan Sarthe bolgesinde Katolik mezhebinin onemli ve tanınmış bir siması idi. İslÂm’a girdiğini herkese ilÂn etmeye karar vermezden az once, kendisini boyle bir tercih yapmaya goturen sebepleri yazıya doktu. Nasıl hidayete erdiğini “yaptım, okudum, gordum” gibi birinci şahıs ifadeleriyle değil de, “okudu, gordu, anladı” gibi ucuncu şahıs ağzından anlattı.
Bu hayat hikayesi, buyuk ihtimalle 1983 yılında yazılmış olmalıdır. Rahip Abdulmecid Jean-Marie Duchemin 6 Eylul 1988’de Kazablanka şehrinde Hakk’a yurudu.1908 Yılında, İman sahibi ve son derece dindar, koyu Katolik bir ailenin evlÂdı olarak dunyaya geldi. Daha on yaşındayken Hıristiyanlığın iman, ibadet ve ahlÂk esasları konusunda pek cok yetişkin Hıristiyandan daha bilgili ve daha inanclı idi. Kendisi icin yaşamak ile inanmak ayrı şeyler değildi; tam aksine, ikisi de bir ve aynı şeydi. Henuz cocuk yaştayken papazlık mesleğine karşı dayanılmaz bir ilgi duydu. Sonraları, diğer meslekler ve kultur faaliyetleri kendisini az cok buyulemiş ve cezbetmişse de, din adamlığından başka bir yola gitmeyi aklından asla gecirmedi. Yetiştiği donemin dinî anlayışı, ailesinde, devam ettiği Hıristiyan okulunda ve dinlemeye bayıldığı kilise vaazlarında aldığı dinî eğitim sonucu, daha o gencecik yaşında, “Kilise dışında kesinlikle kurtuluş olmadığından (Hıristiyan olunmadıkca cennete girilemeyeceğinden)” kesinkes emindi.
İslÂmiyetten bahsedildiğini cok nadiren duymuştu. Duydukları da bu dinin cok-tanrılı ve putperest bir din olduğu iddialarıydı. Hep aleyhte ve hep aşağılayan ifadelerdi bunlar. Derken, on veya onbir yaşına doğru, sınıf oğretmeni hanım, “Katoliklik, Hz. İsa’nın getirdiği tek gercek dindir ve insanlığı kurtuluşa ancak bu din erdirir” başlığını taşıyan dersin acıklamasını yapmaya başladı. Hocahanım sozlerini desteklemek icin diğer dinlerden de soz etmeye koyuldu. Oteki Hıristiyan mezheplerinin mensupları olan butun Protestanları ve Ortodoksları keyifle cehenneme gonderiyor ve cennete sadece ve sadece Katoliklerin gidebileceğini soyluyordu.
Hıristiyanlık dışındaki dinlere gelince; bu dinlerin muntesiplerini butun butun horluyor ve kucumsuyordu. aşağılık Yahudiler guzelim Hz. İsa’yı haca gerdirmişlerdi; zavallı ve cahil Hindular bir suru canavar tanrıya tapınıyorlardı; İblis’in teki olan sefih Muhammed—hÂşÃ‚—tarafından aldatılan ‘Muhammedîler’ Hıristiyanları katliama tÂbi tutmuşlardı ve şanlı Haclılar ne yazık ki bu kimselerin kokunu kurutamamıştı, ama cesur misyonerler dayanılmaz fedakÂrlıklar pahasına ve hatta hayatlarını tehlikeye atarak onları Hıristiyanlıştırmak icin hÂl gayret ediyorlardı.
Bu yaman oğretmen, alay etmek bahanesiyle,dinlerini yaymak icin mucadele ederken olumu rahatca goze alabilen bu Muhammedîlerin fanatikliğinden; gulunc kucuk bir halı uzerinde namaz kılmak icin onca temizlik yapmaya katlandıklarından; butun gun katı bir oruc tutarken geceleri pisboğazlık ettiklerinden, hem de bunu koca bir ay boyunca yaptıklarından; domuz eti ve şaraptan kendilerini mahrum ettiklerinden, halbuki Allah’ın bunları insanların iyiliği icin yaratmış olduğunun herkesce bilindiğinden bahsetti!... Bu izah tarzı, sonucta, o genc dinleyicinin uzerinde beklenmedik bir tepkiye yol actı. Ve yanlış yolda olmalarına rağmen dinlerinin emirlerini hakkıyla yerine getiren, Hıristiyanların pek coğu boyle şeyleri yapmaya hic niyetlenmezken comertlik ve cesaret orneği sergileyen bu zavallı Muhammedîleri şoyle bir duşundu ve onlara acıdı.
İşte o gunden itibaren Muslumanlara karşı hem buyuk bir merhamet, hem de buyuk bir sempati duymaya başladı. Papaz olduğu zaman gidip onları Hıristiyanlaştıracağını ve boylece onlara imanlarına lÂyık dunya ve Âhiret saadetini sağlayabileceğini umit ediyordu. Cocukluğu ve ilk genclik yılları boyunca kÂfirler, ozellikle de Muslumanlar icin dua ediyordu;misyonerlerin elde edebildiği butun yayınlarını okuyor ve o onemsiz cep harclığını misyonerlik calışmaları icin harcıyordu.
Onaltı yaşına doğru, ileride İslÂm ulkelerinde gorev yapabilmek gayesiyle Kapusenler tarikatına girmeye niyetlendi ve tarikata başvurdu. Doğuşundan beri daha da kararsızlaşan sağlık meselesini gozonune alan danışmanı kendisine beklemeyi ve ruyasının gercekleşmesini daha sonraya, sıhhatinin daha elverişli olduğu zamana ertelemeyi tavsiye etti.
Yirmi yaşında rahipliğe hazırlanmak uzere papaz okuluna kaydoldu. Orada, dinleri ve bilhassa da İslÂm’ı ele alan birtakım kitapları gozden gecirme fırsatını buldu. O donemin Katolik yayınlarının yanlı ve az cok yobaz karakterine rağmen, Hz. Muhammed ve İslÂm hakkında şahsî bir kanaat edinmeye muvaffak oldu. Onun kanaatince, Hz. Muhammed samimiydi ve ‘Allah’tan korkan’ biriydi; Muslumanlar saygı duyulacak ve imanlarının sağlamlığından oturu, coğu zaman da, hayran olunacak insanlardı. Ona gore, İslÂm, butun hakikati kendisinde toplamamakla birlikte, muntesiplerini kurtuluşa erdirecek yeterli bir hakikate de sahip ciddî bir dindi. O devrin anlayışına gore, Muslumanlar Kilise ‘bunyesi’nin dışında kalmakla beraber Kilisenin ruhu icinde yer alıyorlardı, dolayısıyla da Âhirette kurtuluşa erebilecek idiler.
1933’te rahip olunca papaz yardımcılığına tayin edildi. Rahip Charles de Foucauld’nun hayatı ve şahsiyeti hakkındaki bilgileri cok seneler oncesinden oğrenmişti. Fas’ta yalnız başına yaşayıp Muslumanlar icin dua etmek uzere inzivaya cekilen bu rahip onu heyecanlandırmıştı.
1937’ye doğru, danışmak ve aralarına katılıp katılamayacağını oğrenmek uzere Trapistler Cemaatinin bulunduğu manastırda bir sure inzivaya cekildi. Verilen cevap bir kere daha hayal kırıcı oldu. Kendisine, “Şimdiki bulunduğunuz yerde hayırlı hizmetler ifa ediyorsunuz, ayrıca sizin durumunuz acısından pek uygun olmayan bir hayat şartı ve tarzına sahip cemaatimize girmeniz icin sıhhatiniz de elverişli değil” denildi.
On yıl kadar sonra, kendisi bir koy papazı iken, Hıristiyanları birleştirme işiyle uğraşan bir grup tarafından basılmış dinî bir tasvir buldu. Bu tasvirin arkasında FÂtiha sûresinin Fransızcası vardı. İşte o andan itibaren, her gun, Hıristiyanî dualarını yaptıktan sonra bu FÂtiha’yı ezbere okumayı bir alışkanlık hÂline getirdi.
1957 yılında, artık Musluman ulkelere bir seyahat gercekleştirebilme umudunu yitirince, başkente yapılan toplu bir geziden yararlanarak Paris Camii’ni ziyaret etmek ve Muslumanların cemaatle namaz kıldıkları bu yerde sessizce dua etmek istedi. Aralarına katıldığı turistler rehberin anlattıklarını dinlerken, o, dunya Muslumanlarıyla gonul birliği icinde, butun ruhuyla sessiz sessiz Allah’a yakardı. Ve cıkışta, cami avlusunda bir Kur’Ân meali satın aldı Uc gecede butun Kur’Ân’ı okudu. İnsanı şaşırtan ve Tevrat veya İnciller’deki sunuşa hic benzemeyen Kur’Ân metninin yapısı karşısında fevkalÂde etkilendi.
Koy yerinde ne Muslumanlarla, ne de İslÂm’ı iyi bilen kimselerle karşılaşma imkÂnı bulamadığı icin, her sene Kur’Ân’ı bir veya birkac defa ya baştan sona, ya da farklı farklı sûrelerden hareketle okudu durdu. Uc sene sonra hastalığına yenik duşerek koyden şehre indi. Derken, oradaki şartlar gereği, işcilerin ve cok yoksul kimselerin yardımına koşan bir faaliyet icinde buldu kendisini. Yanına Mağripli veya Afrikalı işciler geldikleri zaman, kendilerine ‘gocmen işciler’ muamelesi yapmıyor, aksine onlara İslÂm’dan bahsediyor, Kur’Ân Âyetlerinden hareketle oğutler veriyordu. Onlarla konuşa konuşa cok cabuk itimatlarını kazandı. Bu arada, toplumdan tecrit edilmiş halde yaşayan ve Fransız ortamının ayartma ve yoldan cıkarmalarına acık bu mu’minlerin bir camiden mahrum olduklarını farketti. Bu hususta piskoposluğun yardımını istirham etti. Birkac ay sonunda piskoposluk bu iş icin bazı salonlar tahsis etti ve buralar mescit hÂline getirildi.
Gerci butun bunlar hayli sıkıntılar ve duş kırıklıkları olmadan da gercekleşmedi! Hatta Musluman otoritelerden veya sozde imamlardan tutun da basit Musluman halk tabakasından insanlara varıncaya kadar, bu teşebbusunu baltalayanlar cıktı. Yine de, İslÂm’a hurmetini, İslÂm inanc ve ahlÂkına olan guvenini kaybetmedi. Zaman zaman, kendi kendine, “Kur’Ân’daki ve sûfîlerin kitaplarındaki İslÂm harikulÂde; ama Muslumanların yaşadıkları İslÂm icler acısı” diyordu.
Ote yandan, İslÂmî inancları ve İslÂm’ın dinî kurallarına bağlılıkları sayesinde bizim Avrupa medeniyetimizin saptırmalarından kendilerini inanılmayacak derecede korumuş Mağrip ulkelerinden ve Siyah Afrikalılardan bazı Muslumanları da tanıyordu. Onun icin butun o gucluklere goğus gerdi ve caminin iyi kotu hizmete sokulması icin var gucuyle calışmasını surdurdu. Neredeyse cesaretini kaybettiği ve “Acaba Allah bu caminin olmasını istemiyor mu?” dediği anlar da oldu.
En kritik bir zamanda, bu şehirde bir caminin olduğunu haber alan Tebliğ Cemaati’nden bir grup onun yanına geldi. 6 Ocak 1975 tarihiydi. Aralarında hemencecik karşılıklı bir guven doğdu ve onbeş gun sonra Clichy Camiine gitti. Orada, o kardeşler kendisine birlikte dua etmeyi teklif ettikleri zaman son derecede duygulandı. Kendi başına oğrendiği ve Muslumanlar o şehirdeki evine geldikleri zaman arasıra okuduğu FÂtiha’yı onlarla beraber tekrarladı.
Pakistan’a yolculuk
TEBLİĞ HAREKETİNİN ihvanlarıyla bu temas ona sahih, imanlı, İslÂm davasına gonul vermiş ve oldukca dindar bircok Muslumanı tanıma imkÂnı verdi. 6 Ocak 1976’da, bir Tebliğ grubuyla Allah rızası icin yola koyuldu ve kırk gunluğune Pakistan’a gitti. Bedenen oldukca yorucu ve yıpratıcı olmakla birlikte, bu seyahat, orada da onun titiz ve ateşli Musluman bir cemaatle uzun sureli ilişkiler kurmasını sağladı. Genellikle ifade edersek, hepsi de onun bir Katolik papazı olduğunu bildiği halde, gerek Fransa’da gerek Pakistan’da bu Muslumanların kendisini bağırlarına basmalarından, Clermont-Ferrand’daki Musluman universite oğrencilerinin de aynı şekilde kendisine kucak acmalarından hayli etkilendi. Uc kere ondan camide konuşma yapması istendi. Bu Musluman kardeşlerinin kendisinin Muslumanlığa gecmesi icin asla baskı yapmayarak gosterdikleri nezaket ve kibarlık da onun gonlunu fethetti. Kısacası, Muslumanların sozde hoşgorusuzluğu ve sozde fanatikliği konusunda ne duşunmek gerektiğini bizzat kendi tecrubesiyle oğrendi.
Butun bu yıllar icinde, ‘oteki’ne saygı duyma kaygısından ve diyalog kurabilme ihtiyacından oturu, İslÂm konusundaki bilgilerini derinleştirdi. Musluman mu’minlerle kurduğu kardeşlik sebebiyle 1976’dan itibaren (Hıristiyan imanını ve Hıristiyan ibadetlerini koruyup devam ettirmekle beraber) Muslumanların beş vakit namazını da muntazaman, hem de tek başına kılar oldu; domuz eti yemeyi bıraktı ve Ramazan aylarında oruc tuttu. Bu esnada, kendisine Hıristiyanlık hakkında sorular yonelten Muslumanlara en doğru cevapları verebilmek icin, Hıristiyan akaidi elkitaplarına yeniden muracaat etmeye başladı. Boylece Hz. İsa’nın oğutlediği ahlÂk ile Kur’Ân veya hadislerin oğutlediği ahlÂkın ozu itibarıyla bir ve aynı olduğunu keşfetti. Allah’ın tekliği, yaratılış ve insanlığın kaderi konusundaki inanclara gelince, iki din arasında cok sayıda farklılığın olduğunu gozlemledi.
En buyuk gucluk Hz. İsa’nın şahsında ve misyonunda yatıyordu. Bazılarının dediği gibi, Hz. Muhammed’in Allah’a iman esaslarını İnciller oncesi safhaya geri goturduğu mu soylenmeliydi? Yoksa, başkalarının iddia ettiği gibi, Hz. Muhammed’in, Kilise ve Hıristiyanlar tarafından gercek tabiatı uzerine ilave edilmiş şeylerin tumunden Hz. İsa’nın kişiliğini temizlemiş olduğu mu? Ayrıca, şu sorular da vardı: Tek Allah mı, yoksa Uclu Tanrı mı sozkonusu? İncillerde ve Kilise dogmalarında Teslis (uc unsurdan oluşan Tanrı) dogmasının temeli nedir? Şaraplı ekmek, gunah cıkarma gibi takdis Âyinlerinin menşei nedir? Allah’a ulaşmak icin mutlaka Kilisenin aracılığına mı başvurulmalı, yoksa İslÂm’daki gibi aracıya muracaat edilmemeli miydi? Allah engin rahmetiyle bizzat kendisi mi insanlığı affeder? Yoksa oğlu İsa’nın mecburen kurban edilmesi mi gerekiyordu?
Yıllar boyu butun bu meseleleri araştırdı. Sonunda birbiri ardınca gelen nesiller icinde insanların Kitab-ı Mukaddes’i değiştirmiş olduklarını farketti. Kendi kendine soruyordu: Şimdiki İnciller icinde Hz. İsa’nın kendi sozleri hangileridir, hepsi de Tarsuslu Pavlus’tan etkilenmiş olan İncil yazarlarının yorumları hangileridir? İncillerin İsa’sı ve Aziz Pavlus’un İsa’sı ile tarihteki Hz. İsa gercekten aynı kişi midir?
‘Sapkın’ mezhepleri incelerken birbirinden cok farklı ve zıt Hıristiyan akidelerinin gelişiminde once Roma, ardından da Bizans imparatorlarının etkisini farketti. Kim haklıydı? Hakikate sahip olan kimdi? Kendi kendisini yanılmaz ilÂn eden, fakat bu hususta elinde inandırıcı deliller bulunmayan bir din adamları hiyerarşisi tarafından boğulup susturulan bu değişik akideler ustelik yuzyıllar icinde uzanıp gidiyordu.
Hıristiyanlığın ve İslÂm’ın yayılışı
HIRİSTİYANLIĞIN dunyaya hayli katkıda bulunduğu doğrudur. Fakat evrensel bilinci bir tek kendisi oluşturmuş değildir ki...
Ote yandan, tek Allah inancına sahip buyuk dinlerde bulunan temel bilgilerin ve talimatın yanına, ayrıca İnciller aracılığıyla aktarılan Hz. İsa’nın mesajının arasına, kitabî de, ilÂhî de ciddî dayanakları olmayan ne inanışlar, ne Âyinler ilÂve edildi!
Nitekim, İncillere gore Hz. İsa kendisini Allah’ın ‘kulu’ olarak takdim etti. Kendisine bir ilÂh gibi tapınılmasını asla istemedi.
Hıristiyanlığın ilÂhî kaynaklı olduğunu ispatlamak icin, sık sık, cok cabuk yayılması ile asırlara meydan okuyan surekliliği delil olarak gosterilir. Halbuki, şoyle bir duşunulduğunde, bu gelişme ve yayılmanın iki beşerî sebebi gorulur:
a. Roma imparatorluğunda kullanılan iki dil, yani Latince ve Grekce, ceşitli diller engeliyle karşılaşmak zorunda kalmayan Hıristiyanlığın yayılışını kolaylaştırmıştır.
b. Bilhassa da İmparator Konstantin’den (312-337) itibaren Hıristiyanlık ‘devletin resmî dini’ olarak ilÂn edildiğinden, Roma’ya boyun eğmiş ve ‘İlÂh Sezar’a resmî ve dayatmacı bir tapınmayla tapmaya alışmış halkların, elbette Kilise tarafından, ama aynı zamanda da dunyanın efendisi Roma imparatoru tarafından teklif edilmiş yeni Tanrı’yı kabule hazır gorunmeleri tabiî idi (Burada aslında pek onemli olmayan, fakat yine de duzeltilmesi gereken kucuk bir hata var. Hıristiyanlık resmî din olarak yukarıda belirtilen tarihlerde değil de, ondan elli-altmış yıl daha sonra ilÂn edilmiştir—belgeyi yayınlayan sitenin notu).
Bir de İslÂm’ın yayılışına bakalım. Bir adam, yani Hz. Muhammed aleyhisselÂm insanları bir dine ve bu dini tavizsiz yaşamaya davet ediyor; başlangıcta kendisine mutevazi menşeli sadece bir avuc insan tÂbi oluyor ve kudret sahiplerinin eziyetlerine maruz kalıyor.
Bir iman ve bir ahlÂk getirip teklif ettiğinden, daha sonra bir devlet kurması ve bunu savunması gerekiyor.Kendisi hayatta iken inen vahiy, bazı sahabilerine emanet ediliyor, fakat aynı zamanda bircok mu’min tarafından ezberleniyor, bir yandan da yazıyla tespit ediliyor. Daha sonra ise vahyin derlenip toparlandığı bu Kur’Ân, lisanlarının farklılığına rağmen pek cok milletlere ilÂhî mesajı kendisi ulaştırıyor.
Hz. Peygamber’in vefatından bir asır sonra İslÂm, Medine’den başlayarak Avrupa’ya varıncaya kadar butun istikametlerde yayılan dine dayalı bir cihan devleti kuruyor. Ve dine dayalı bu lidersiz ve hiyerarşisiz cihan devleti, (dinî olmaktan ziyade şahsî veya politik) bircok ic anlaşmazlıklara rağmen ayakta kalıyor. Hıristiyan dunyasının kendisine karşı yuruttuğu Haclı seferlerine direniyor. Hıristiyan misyonerlerin faaliyetleri onu cokertemiyor.
Bugun, İslÂm’ın butun dunyaya yayıldığını ve inananlarının sayısını da gunden gune artırdığını goruyoruz. Şayet Allah bu dinin arkasında olmasaydı, İslÂm doğup ilerleyebilir ve butun bu saldırgan guclere mukavemet edebilir miydi?
İhtida
USTELİK BU İSLÂM, Hz. Peygamber hayatta iken nasıl ise bugun de aynı şekilde hic bozulmadan olduğu gibi duruyor ve devam ediyor. İnanc sistemi de, ibadet şekli de hic değişmeden kaldı. Her ikisinde de hicbir sapma olmadı. Gerek beşerî veya siyasî iktidarlarla, gerekse karşılaşılan medeniyetlerle İslÂm’ın inanc ve ibadetlerinden tavizler vererek uzlaşma yoluna gidilmedi. Şiddetli baskı ve zulumlere rağmen, cok ceşitli milletler ve farklı, hatta zıt kultur, sınıf ve sosyal mevkiden insanlar tarafından benimsenip kabul edilegeldi. Hem de onuc asırdan beri...
İşte butun bu olculu, iyi duşunulup taşınılmış mulÂhazalar, yavaş yavaş onu [bu satırların yazarını—cev.] asıl can alıcı ve temel soruyu kendi kendisine sormaya sevketti. Bu manevî guzergÂhı ciddiyetle, sukûnetle ve sabırla katedebilmesi icin elbette kendisine seneler ve seneler gerekti. Gerci bu geciş sureci icinde, buyuk şaşkınlıklar, derin ıstıraplar ve sert kırılmalar da yaşadı. Fakat sonunda Allah’ın dÂvetini engin bir gonul rahatlığıyla kabul ve tasdik etti.
Hıristiyanlığı da, İslÂm’ı da birlikte yaşamış ve dinî hayatında tatbik etmişti. Ama artık bir tercih yapmasının da vakti gelmişti. Sessizce kararını aldı ve gizlice İslÂm’a girdi. Ailesinin, cevresinin ve ortamın esiri olarak, bu hidayetini hemen hemen beş yıl, gizlilik icinde yaşamaya mecbur kaldı. Şartların kendisini daha serbest bir hÂle getirdiği şu sıralarda ise, aldığı karardan Âmirleri durumundaki Kilise yetkililerini haberdar etmek ve şahitler onunde kelime-i şehadet getirip İslÂm’a girişine dair resmî başvuruyu yapmak icin uygun bir zamanı—ki fazla gecikmeyecektir—kolluyor. Acaba sonuclar kendisi icin ne olacak? Bakalım dost ve akrabalarının tepkileri ne olacak?
Kaynak:Zafer Dergisi
__________________
.::Bir Musluman olunuş oykusu::.
Dini Bilgiler0 Mesaj
●48 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- .::Bir Musluman olunuş oykusu::.
-
13-09-2019, 04:18:43