Dıhye-i Kelbî ticÂretle meşgul olup, cok zengindi. Kabîlesinin reisiydi. Musluman olmadan once de Resûlullah efendimizi severdi. Ticaret icin Medîne’den ayrılır, her donuşunde Resûlullahı ziyÂret eder ve hediyeler getirirdi. Fakat Peygamberimiz bunlara kıymet vermez ve;

- Y Dıhye, eğer beni memnun etmek istiyorsan îmÂn et! Cehennem ateşinden kurtul, buyurur, onun îmÂn etmesini isterdi. Dıhye ise, zamanı olduğunu soylerdi. Peygamberimiz onun hidÂyet bulması icin du ederdi.

Yuzune gozune surdu

Bedir gazÂsından sonra bir gun CebrÂil aleyhisselÂm, Dıhye’nin îmÂn edeceğini Resûlullaha haber vermişti. ÎmÂnla şereflenmek icin huzuru saÂdetlerine girince, Resûlullah efendimiz uzerindeki hırkasını Dıhye’nin oturması icin yere serdi.

Dıhye-i Kelbî, Resûlullah efendimize hurmeten Hırka-i saÂdeti kaldırıp, yuzune gozune surdukten sonra, başının uzerine koydu. Resûlullahın duÂları bereketiyle kalbinde îmÂn nûru doğmuş ve oylece Resûlullaha gelmişti.

CebrÂil aleyhisselÂm cok defa Resûlullahın huzuruna, onun sûretinde gelirdi. Resûlullah efendimiz, Umeyyeoğullarından uc kimseyi uc kimseye benzetti ve buyurdu ki:

- Dıhye-i Kelbî CebrÂil’e, Urve bin Mes’ûd-es-SekÂfi ÎsÂ’ya, Abduluzzi ise DeccÂl’a benzer.

Yine bir gun CebrÂil aleyhisselÂm, Hz. Dıhye sûretinde Mescid-i Nebîye, Resûlullah efendimizin yanına geldi. Bu sırada daha cocuk yaşta olan Hz. Hasan ile Hz. Huseyin de mescidde oynuyorlardı. CebrÂil aleyhisselÂmı Dıhye zannedip, hemen ona doğru koştular ve ceplerine ellerini sokup, bir şeyler aramaya başladılar. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Ey kardeşim CebrÂil! Sen benim bu torunlarımı edebsiz zannetme! Onlar seni Dıhye sandılar. Dıhye ne zaman gelse hediye getirirdi. Bunlar da hediyelerini alırlardı. Bunları oyle alıştırdı.

CebrÂil aleyhisselÂm bunu işitince uzuldu. “Dıhye bunların yanına hediyesiz gelmiyor da, ben nasıl gelirim” dedi. Elini uzatıp Cennetten bir salkım uzum kopardı ve Hz. Hasan’a verdi. Bir daha uzattı, bir nar koparıp, onu da Hz. Huseyin’e verdi.

Hz. Hasan ve Huseyin hediyelerini alınca, Dıhye zannettikleri CebrÂil aleyhisselÂmın yanından uzaklaştılar ve Mescid-i Nebevî’de oynamaya devam ettiler. Bu sırada mescidin kapısına, ak sakallı, elinde baston, toz-toprak icerisinde, beli bukulmuş ihtiyÂr bir kimse gelip dedi ki:

- Yavrularım, gunlerdir acım, Allah rızÂsı icin yiyecek birşeyler verin.

Ona harÂmdır

Hz. Hasan ve Huseyin, biri uzumu, diğeri de narı yiyecekleri sırada, bir ihtiyÂrı boyle gorunce, hemen yemekten vazgecip ihtiyÂra vermek icin mescidin kapısına doğru yuruduler. Tam verecekleri sırada CebrÂil aleyhisselÂm gordu:

- Durun, vermeyin o mel’ûna! O şeytandır. Cennet ni’metleri ona harÂmdır, buyurarak şeytanı kovdu.

Hicretin beşinci senesinde, Resûlullah Benî Kureyza seferine gitmeden once Medîne’nin yakınında bir mevki olan Savreyn’de EshÂb-ı kirÂmdan bir cemÂ’ate rastladı ve onlara sordular:

- Kimseye rastlamadınız mı?

- YÂ Resûlallah, biz, Dıhye-i Kelbî’ye rastladık. Eyerli beyaz bir katır uzerine binmişti. O katırın uzerinde atlastan bir kadife vardı.

Bunu işitince, Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- O CebrÂil’dir. Kalelerini sarssın ve kalblerine korku versin diye Benî Kureyza’ya gonderildi.

Muhursuz mektubu okumazlar

Dıhye-i Kelbî Rumca’yı iyi bilirdi. Resûlullah efendimiz, onu Bizans’a sefîr olarak gonderdi. Resûlullah efendimiz Bizans Kayseri Heraklius’u İslÂma da’vet icin bir mektup yazdırdı. Bu mektubu yazdırdığı zaman EshÂb-ı kirÂmdan ba’zıları dediler ki:

- YÂ Resûlallah! Rum tÂifesi muhru olmayan bir mektubu okumazlar.

Bunun uzerine Resûlullah efendimiz emretti; gumuşten bir muhur kazdırıldı. Muhrun uzerinde birinci satırda Muhammed, ikincide Resûl, ucuncu satırda Allah yazılı idi. Mektubu bu muhurle muhurledi ve Dıhye’ye verdi.

Hz. Dıhye, mektubu Bizans Kayserine sunması icin, BusrÂ’daki GassÂn emîri HÂris’e başvurdu. HÂris de, Dıhye’yi Heraklius’a goturmesi icin Adiy bin HÂtem’i vazîfelendirdi.

Adiy bin HÂtem de Dıhye’yi alıp, Kudus’e goturdu. Bu sırada Heraklius da Kudus’te bulunuyordu. Heraklius; eğer İranlılar uzerine galip olurlarsa, Humus’tan Kudus’e kadar yuruyeceğini adamıştı. Heraklius, İran ordularını yenince adağını yerine getirmek icin; Humus’tan yaya olarak yola cıkmış, yoluna halılar serilmiş, kokular serpilmiş ve bu hÂl ile Kudus’e ulaşmış, adağını yerine getirmişti.

Dıhye, Heraklius’tan sonra Kudus’e vardı ve Heraklius ile goruşmek icin temaslarda bulundu. İmparatorun adamları kendisine dediler ki:

- Kayser’in huzuruna cıktığın zaman başını eğip yuruyeceksin ve yaklaşınca da yere kapanıp secde edeceksin. Secdeden kalkmana izin vermedikce de asl başını yerden kaldırmayacaksın.

Bu sozler, Dıhye’ye ağır geldi ve onlara şunları soyledi:

- Biz Muslumanlar, Allahu teÂlÂdan başka hicbir kimseye secde etmeyiz. Hem insanın insana secde etmesi, insanın yaratılışına terstir.

Derdini dinler, sıkıntısını giderir

Bunun uzerine Kayser’in adamları dediler ki:

- O hÂlde Kayser, getirdiğin mektubu hicbir zaman kabûl etmez ve seni huzurundan kovar.

- Bizim Peygamberimiz Muhammed aleyhisselÂm başkasının, kendisine değil secde etmesine; onunde eğilmesine bile musÂade etmez. Kendisiyle goruşmek isteyen, kole bile olsa; ona ilgi gosterir, huzuruna alır, derdini dinler, sıkıntısını giderir, gonlunu alır. Bunun icin Ona tÂbi olanların hepsi hurdur, şereflidir.

Dıhye-i Kelbî’nin, Rum Kayser’inin huzurunda eğilmeyeceğini belirtmesi uzerine, orada bulunanlardan biri dedi ki:

- MÂdem ki Kayser’e secde etmeyeceksin, o hÂlde uzerine aldığın vazîfeyi yerine getirebilmen icin sana başka bir yol gostereyim. Kayser’in, sarayının onunde dinlendiği bir yer var. Her gun oğleden sonra bu avluya cıkar, oraları dolaşır. Orada bir minber vardır. Onun uzerinde herhangi bir şikÂyet veya yazı varsa, once onu alır okur, sonra istirÂhat eder.

Sen de şimdi git, hemen mektubu o minbere koy ve dışarda bekle. Mektubu gorunce, seni cağırtır. O zaman vazîfeni yerine getirirsin.

HukumdÂrları değilim

Bunun uzerine Hz. Dıhye mektubu soylenen yere bıraktı. Heraklius mektubu aldı. Tercuman, Resûlullahın mektubunu okumaya başladı.

“BismillÂhirrahmÂnirrahîm. Allahın Resûlu Muhammed’den Rumların buyuğu Heraklius’a” diye başlandığını gorunce, Heraklius’un kardeşinin oğlu Yennak, cok kızdı ve tercumanın goğsune şiddetli bir yumruk vurdu ve adam yere duştu. Bu sırada Resûlullahın mektubu da tercumanın elinden duştu. Heraklius, kardeşinin oğluna ne yaptığını sordu. O da dedi ki:

- Gormuyor musun? Mektuba hem senin isminden once kendi ismi ile başlamış, hem de senin hukumdÂr olduğunu soylemeyip, “Rumların buyuğu Heraklius’a” demiş. Nicin “Rumların hukumdÂrı” diye yazmamış ve senin isminle başlamamış? Onun mektubu bugun okunmaz. Bunun uzerine Heraklius şoyle cevap verdi:

- Vallahi sen, ya cok akılsızsın veya koca bir delisin. Senin boyle olduğunu bilmiyordum. Ben daha mektubun icinde ne olduğuna bakmadan, yırtıp atmak mı istiyorsun? Hayatıma yemîn ederim ki, eğer O, soylediği gibi Resûlullah ise, mektubuna benim ismimden once kendi ismini yazmakta ve beni Rumların buyuğu diye anmakta haklıdır. Ben ancak onların sahibiyim, hukumdÂrları değilim.

Sonra Yennak’ı dışarı cıkarttı.

İslÂma davet ederim

Hıristiyan Âlimlerinin reisi ve kendisinin muşÃ‚viri olan Uskuf isimli kimseyi cağırttı ve mektup okundu. Mektubun devamı şoyleydi:

(Allahu teÂlÂnın hidÂyetine tÂbi’ olana selÂm olsun. Bundan sonra; ben seni İslÂma da’vet ederim. Musluman ol ki, selÂmet bulasın! Allahu teÂl sana iki kat ecir versin. Eğer yuz cevirirsen butun Hıristiyanların vebÂli senin uzerinedir. Ey kitap ehli, sizin ve bizim aramızda bir olan soze gelin; Allahu teÂlÂdan başkasına ibÂdet etmeyelim ve O’na hicbir şeyi ortak koşmayalım. Allahu teÂlÂyı bırakıp ba’zılarımız ba’zılarını Rab edinmesinler. Eğer bu sozden yuz cevirirlerse “ŞÃ‚hid olunuz, biz Muslumanız!” deyiniz.)

Resûlullahın mektubu okunurken Heraklius’un alnından ter taneleri dokuluyordu. Mektup bitince dedi ki:

- Hz. Suleyman’dan sonra ben boyle “BismillÂhirrahmÂnirrahîm” diye başlıyan bir mektup gormemiştim.

Onun gelmesini bekliyordu

Heraklius, Uskuf’a bu mes’eledeki fikrini sordu. O da dedi ki:

- Vallahi O, Mûs ve Îs aleyhimesselÂmın bize geleceğini mujdelediği Peygamberdir. Zaten biz Onun gelmesini bekliyorduk.

- Sen bu husûsta ne yapmamı tavsiye edersin, neyi uygun gorursun?

- Ona tÂbi olmanı uygun gorurum.

- Ben senin dediğin şeyi cok iyi biliyorum. Fakat Ona tÂbi olup, Musluman olmaya gucum yetmez. Cunku hem hukumdÂrlığım gider, hem de beni oldururler.

Bundan sonra Dıhye ve Adiy bin HÂtem’i cağırttı. Adiy dedi ki:

- Ey hukumdÂr, davar ve develer sahibi Araplardan olan şu yanımdaki zÂt, memleketinde vuku bulan şaşılacak bir hÂdiseden bahsediyor.

- Memleketlerindeki hÂdise ne imiş, sor bakalım.

Hz. Dıhye bu soru uzerine dedi ki:

- Aramızda bir zÂt zuhûr etti. Peygamber olduğunu beyÂn etti. Halkın bir kısmı Ona tÂbi olmaktadır. Bir kısmı da karşı koymaktadır. Aralarında carpışmalar vuku bulmuştur.

Bundan sonra Heraklius, Peygamber efendimiz hakkında araştırma yapmaya başladı. Şam vÂlisine emir verip Peygamber efendimizin soyundan bir kişiyi muhakkak bulmalarını emretti.

Bu arada kendisinin dostu olan ve İbranice bilen Roma’daki bir Âlime de mektup yazıp, bu mes’eleyi sordu.

Roma’daki dostundan, bahsettiği zÂtın Âhır zaman Peygamberi olduğunu bildiren bir mektup geldi. Bu arada Şam vÂlisi, ticÂret icin Şam’a giden bir Kureyş kervanını buldu. Bunların icinde Ebû SufyÂn da vardı. VÂli, Ebû SufyÂn’la yanındakileri Şam’a goturup, Heraklius’un yanına cıkardı.

Doğru olmayı emrediyor

Bu sırada Heraklius Kudus’te bir kilisede idi. Vezirleriyle beraber oturmuş ve başına tÂcını giymişti. Heraklius, Ebû SufyÂn ve yanındaki otuz kadar Mekkeliyi burada kabûl etti. Peygamber efendimiz hakkında ba’zı sorular sorup cevabını aldıktan sonra, tekrar sordu:

- O size neyi emrediyor?

Ebû SufyÂn hic gizlemeden şu cevabı verdi:

- Yalnız bir Allaha ibÂdet etmeyi, O’na hicbir şeyi ortak koşmamayı emrediyor, atalarımızın taptığı putlara tapmaktan bizi men ediyor. Namaz kılmayı, doğru olmayı, fakîrlere yardım etmeyi, harÂmlardan sakınmayı, ahde vefÂyı, emÂnete hıyÂnet etmemeyi, akrabÂyı ziyÂret etmeyi emrediyor.

Heraklius, kilisede Ebû SufyÂn’a sorular sormuş ve cevaplarını almıştı. Resûlullahın mubÂrek mektubu okunmuş, Rum papazları arasında gurultuler coğalmıştı. Zîr Kayser’in İslÂmiyete meyletmesinden korkuyorlardı. Kayser, Ebû SufyÂn ve yanındaki Kureyşlilerin dışarı cıkarılmasını emretti.

O hepinizden hayırlıdır!

Daha Musluman olmamış olan Ebû SufyÂn, Peygamberimizin da’vÂsını başarıyla sonuclandıracağına inandığını, burada yemînle soylemiştir. Hz. Dıhye, o mubÂrek guzel yuzu ile Heraklius’un karşısına gecip, tatlı sesi ile dedi ki:

- Ey Kayser beni sana, Humus’tan HÂris adlı bir kimse gonderdi ki, o, senden hayırlıdır. Allahu teÂlÂya yemîn ederim ki, beni ona gonderen zÂt, ya’nî Resûlullah ise, hem ondan, hem de senden daha hayırlıdır.

Sozlerimi alcakgonullulukle dinleyip, verilen nasîhatleri kabûl et! Cunku alcakgonulluluk edersen nasîhatları anlarsın. Nasîhatları kabûl etmezsen insaflı olamazsın.

Heraklius dedi ki:

- Devam et!

- Oyle ise ben seni, Mesîh’in kendisine namaz kılmış olduğu Allaha da’vet ediyorum. Seni, onceden MûsÂ’nın, ondan sonra ÎsÂ’nın geleceğini mujdeleyip haber verdiği şu Ummî Peygambere îmÂna da’vet ediyorum. Eğer bu husûsta bir şey biliyor, dunya ve Âhıret saÂdetini kazanmak istiyorsan, onları gozlerinin onune getir. Yoksa Âhıret saÂdetini elinden kacırır, dunyada kufur ve şirk icinde kalırsın. Şunu da iyi bil ki, senin Rabbin olan Allah, zÂlimleri helÂk edici ve ni’metleri değiştiricidir.

Heraklius, Peygamberimizin mektubunu okuyunca, opup gozlerine surdu ve başına koydu. Sonra da şoyle dedi:

- Ben, ne elime gecen bir yazıyı okumadan, ne de yanıma gelen bir Âlimden bilmediklerimi sorup oğrenmeden bırakmam. Boylece hayır ve iyilik gorurum. Sen bana hakîkatı duşunup buluncaya kadar muhlet ver.

O îmÂn ederse

Heraklius daha sonra Hz. Dıhye’yi yanına cağırıp başbaşa konuştu. Kalbinde olanı izhÂr etti. Dedi ki:

- Ben biliyorum ki seni gonderen ZÂt, kitaplarda geleceği mujdelenen ve gelmesi beklenen Âhır zaman Peygamberidir. Yalnız ben Ona uyarsam; Rumların beni oldurmesinden korkuyorum.

Onların icinde en buyuk Âlimleri ve benden daha ziyÂde itibÂr gosterdikleri bir kimse vardır ki, Dağatır derler. Seni ona gondereyim. Butun Hıristiyanlar ona tÂbi’dir. Eğer o îmÂn ederse, butun hepsi ona uyup îmÂn ederler. Ben de o zaman kalbimde olanı ve i’tikÂdımı acığa vururum.

Bundan sonra Heraklius bir mektup yazdı ve Hz. Dıhye’ye verip, Dağatır’a gonderdi.

Hz. Dıhye, Heraklius’un mektubu ile beraber Resûlullahın da bir mektubunu Dağatır’a goturdu. Zaten Resûlullah efendimiz Dağatır’a ayrıca mektup yazmıştı. Dağatır, Peygamberimizin mektubunu okuyup, vasıflarını işitince;

- Vallahi senin sahibin, Allah tarafından gonderilmiş bir peygamberdir. Biz Onun sıfatlarını tanıyoruz. İsmini de kitaplarımızda yazılı bulduk, dedi ve îmÂn etti.

Bundan sonra Dağatır evine gitti ve her pazar yaptığı va’zlara uc hafta cıkmadı. Hıristiyanlar bağırıyorlardı:

- Dağatır’a ne oluyor ki, o Arabla goruştuğunden beri dışarı cıkmıyor, onu istiyoruz!

Ahmed'den mektup geldi

Dağatır uzerindeki siyah papaz elbisesini cıkardı. Beyaz bir elbise giydi ve eline ÂsÂsını alıp kiliseye geldi. Hıristiyanları topladı. Ayağa kalkıp dedi ki:

- Ey Hırıstiyanlar! Biliniz ki bize Ahmed’den mektup geldi. Bizi hak dîne da’vet etmiş. Ben acıkca biliyor ve inanıyorum ki, O, Allahu teÂlÂnın hak peygamberidir.

Hıristiyanlar bunu işitince, hepsi Dağatır’ın uzerine hucûm ettiler ve onu doverek şehîd ettiler.

Hz. Dıhye gelip, durumu Heraklius’a haber verdi. Heraklius da bunun uzerine dedi ki:

- Ben sana soylemedim mi? Dağatır, Hırıstiyanlar katında benden daha sevgili ve azîzdir. Eğer duysalar beni de onun gibi katlederler.Heraklius Humus’taki koşkunde, Rumların buyuklerini cağırtıp, kapıların kapatılmasını emretti. Sonra yuksek bir yere cıktı ve onlara dedi ki:

- Ey Rum cemÂ’atı! Sizler saÂdete, huzura kavuşmayı ve hÂkimiyetinizin temelli kalmasını, Hz. ÎsÂ’nın soylediğine uymak ister misiniz?

- Ey bizim hukumdÂrımız, bunları elde etmek icin ne yapalım?

- Ey Rum cemÂ’atı, ben sizleri hayırlı bir iş icin topladım. Bana Muhammed’in mektubu geldi. Beni İslÂm dînine da’vet ediyor. Vallahi O, gelmesini bekleyip durduğumuz, kitaplarımızda kendisini yazılı bulduğumuz ve alÂmetlerini bildiğimiz Peygamberdir. Geliniz Ona tÂbi olalım da dunyada ve Âhırette selÂmet bulalım.

Oldurulmesinden korktu

Bunun uzerine herkes kotu sozler soyleyip homurdanarak dışarı cıkmak icin kapılara koştular. Fakat kapılar kapalı olduğu icin bir yere gidemediler. Heraklius Rumların bu hareketlerini gorup, İslÂmiyetten boyle kacındıklarını anlayınca, oldurulmesinden korktu ve;

- Ey Rum cemÂ’ati, benim biraz once soylediğim sozler, sizlerin, dîninize olan bağlılığınızı olcmek icindi. Dîninize bağlılığınızı ve beni sevindiren davranışınızı şimdi gozlerimle gordum, dedi.

Bunun uzerine Rumlar Heraklius’a secde ettiler. Koşkun kapıları acıldı ve cıkıp gittiler. Heraklius, Hz. Dıhye’yi cağırıp olanları anlattı. Bahşişler, hediyeler verdi. Peygamberimize bir mektup yazdı. Mektubu ve hazırlattığı hediyeleri Hz. Dıhye ile Peygamberimize gonderdi.

Heraklius, Musluman olmak istemişse de, makÂm ve olum korkusundan îmÂn etmedi. Peygamberimize yazdığı mektupta şoyle diyordu:

“Hz. ÎsÂ’nın mujdelediği Allahın Resûlu Muhammed’e Rum hukumdÂrı Kayser’den, Elcin mektubunla birlikte bana geldi. Ben şehÂdet ederim ki sen Allahın hak Resûlusun. Zaten biz seni İncil’de yazılı bulduk ve Hz. Îs seni bize mujdelemiş idi. Rumları sana îmÂn etmeye da’vet ettim. Fakat îmÂn etmeye yanaşmadılar.

Beni dinleselerdi

Onlar beni dinleselerdi muhakkak ki, bu onlar icin hayırlı olurdu. Ben senin yanında bulunup, sana hizmet etmeyi ve ayaklarını yıkamayı cok arzû ediyorum.”

Hz. Dıhye, Heraklius’tan ayrılıp HismÂ’ya geldi. Yolda Şenar vÂdisinde Huneyd bin Us, oğlu ve adamları Hz. Dıhye’yi soydular. Eski elbiselerinden başka herşeyini aldılar. Bu mevkide Dubey bin RifÂe bin Zeyd ve kavmi, İslÂmiyeti kabûl etmişlerdi.

Hz. Dıhye bunlara geldi. Bunlar Huneyd bin Us ve kabîlesinin uzerine yuruyup Dıhye’den aldıkları şeylerin hepsini kurtardılar.

Daha sonra Efendimiz Zeyd bin HÂris’i Huneyd bin Us ve adamlarının uzerine gonderdi. O beldede olanların hepsi îmÂn etti. Bu mes’ele boylece kapandı.

Hz. Dıhye Medîne’ye gelince, evine uğramadan hemen doğruca Resûlullahın kapısına gitti. İceri girdi ve butun olanları anlattı. Peygamberimize Heraklius’un mektubunu okudu.

- Onun icin bir muddet daha saltanatta kalmak vardır. Mektubum yanlarında bulundukca, onların saltanatı devam edecektir, buyurdu.

Heraklius daha sonra da Peygamberimize îmÂn ettiğini bildiren mektup yazmış ise de Resûlullah efendimiz;

- Yalan soyluyor. Dîninden donmemiştir, buyurdu.

Mektubu muhÂfaza ettiler

Heraklius Peygamberimizin mektubunu ipekten bir atlasa sarıp, altından yuvarlak bir kutunun icerisinde muhafaza etti. Heraklius ailesi bu mektubu saklamışlar ve bunu da herkesten gizli tutmuşlardır. Bu mektup ellerinde bulunduğu surece saltanatlarının devam edeceğini soylerler ve buna inanırlardı. Hakîkaten de oyle olmuştur. İslÂm kumandanlarından onu gormek isteyenlere:

(Bize baba ve dedelerimiz, “Bu mektup elinizde kaldıkca saltanat bizden gitmeyecektir” diye tenbîh etmişlerdir) demişlerdir.

Dıhye-i Kelbî EshÂb-ı kirÂmın buyuklerinden ve sim olarak en guzellerindendir. İsmi; Dıhye bin Halîfe bin Ferve bin FedÂle bin Zeyd İmru’l-Kays bin Hazrec olup, Dihyet-ul Kelbî diye meşhûr olmuştur. Doğum yeri ve tÂrihi bilinmemektedir.

Bedir gazÂsı dışındaki Resûlullahın butun gazvelerine iştirak eden Hz. Dıhye, Hz. Ebû Bekir’in hilÂfeti zamanında Suriye seferine katıldı. Hz. Omer zamanında Yermuk savaşında bulundu. Şam seferlerine katıldı. Şam’ın fethinden sonra oraya yerleşti ve Muzze’de oturdu. Hz. Muaviye zamanında, Şam’da 672’de vefÂt etti.
__________________