Bu soz, Fransızlar’ın unlu başkomutanı ve tarihin en onemli şahsiyetlerinden bir kabul edilen Napoléon’a ait. 1798 yılında Mısır’ın işgaliyle başlayan Fransız istila programı başarıya ulaşsaydı, kim bilir nerede nihayet bulacaktı. Başarıya ulaşsaydı diyoruz, cunku Napolyon’un Doğu hakimiyeti hayali kucuk bir Osmanlı kasabası onunde yok olup gitti. Bugun İsrail sınırları icinde bulunan Akka kasabası onunde. Kasabayı savunan komutan yetmişlik bir ihtiyar: Cezzar Ahmed Paşa. Ve Batılı tarihcilerin soz etmekten pek hoşlanmadığı bir hezimet. Sahi, Napolyon’u bilmeyen yok. Ama Cezzar Ahmed Paşa ismini kac kişi biliyor?“Ey Mısır halkı! Ben buraya sizin haklarınızı korumak ve o hakları ihlÂl edenleri ceza landırmak icin geldim. Allah’a, onun Peygamberine ve Kur’an’a olan saygım Memlûkler’inkin den fazladır. Biz tum muslumanların dostuyuz. Muslumanlara karşı savaş acılmasını isteyen Papa’ yı mahvetmedik mi? Yuzyıllar boyunca (Allah razı olsun) Padişah Hazretleri’yle dost, onun duşmanlarıyla duşman olmadık mı? Herkes padişahım cok yaşa diye bağırsın! Onun muttefiki olan Fransız ordusu da cok yaşasın! Memlûkler’e lÂnet olsun! Halka mutluluk gelsin!” Bu sozler Napolyon imzasıyla Arapca yazılı olarak, Fransızların 21 Temmuz 1798’de Kahire’ye girmesinden sonra her koy ve kasaba duvarına asılan bildirilerde yer alıyordu.Sinsilik ve ikiyuzluğun yeni bir orneği olan bildiride, guya Fransız ordusu Memlûk Beyleri’nin nufuzunu sona erdirmek maksadıyla gelmişti. Fransızlar guya halis musluman ve İslÂm padişahının halis dostu idiler. Guya Allah’ın evladı ve ortağı bulunmadığına inanıyarlardı. Hristiyanlığın teslis akidesine ters duşen bu son ifade, muslumanların dini hislerini istismar yolunda, ne derece yalana baş vurulduğunu gostermekteydi.Kimdi bu Fransızların iki yuzlu ve sinsi politikasının son mimarı Napolyon?Fransa’nın genc yaşta general olan bu ihtilalci subayı, aslen İtalyan’dı. 24 yaşında yuzbaşılıktan generalliğe yukselmişti. 27 yaşında orgeneral rutbesiyle Alman ordularını yenin ce şohreti dunyaya yayıldı. Avrupa’nın Sezar’dan sonra yetiştirdiği en buyuk komutanı olarak kabul edilen Napolyon, “dunya imparatorluğunu merkezi” dediği İstanbul’a gelerek Osmanlı ordusunda gorev almak istemiş, fakat bu arzusuna kavuşamamıştı. Bu amac icin pasaportu bile hazırlanan Napolyon, kardeşi Josef’e, “istersem hukumet beni Osmanlı’ya iyi bir maaş ve parlak bir sefir rutbesiyle gondermeye hazır. Orada buyuk Osmanlı’nın topcularını duzenlemek benim gorevim olabilir.” diye yazmıştı. Bu ilginin altında yatan, tabii ki oncelikle Fransız cıkarlarıydı. Akdeniz ve Ortadoğu’da İngiltere ve Rusya’nın guclenmesini onlemek, bilhassa Mısır uzerinden Hindistan sularında stratejik ustunluğunu artırmak isteyen İngilizler’e engel olmak. Boylece Fransa’nın ekonomik, siyasi ve askeri cıkarları korunacaktı.Fransa’nın gozu Mısır’da idi. Fransız hukumetleri Ortadoğu’ya hakimiyetin Mısır’da kurulacak bir koloni ile gercekleşeceğinin farkında olarak, uygun ortam kolluyorlardı. Osmanlı yonetiminde gorulen bozukluklar, idarenin Mısır halkını ve Memlûk beylerini kusturmeleri bu fırsatı doğurmuş gibiydi. Devrin padişahı III. Selim, Nizam-ı Cedid adında yeni bir ordu kurmakla meşguldu. Bu yeni ordu Avrupa’dan getirilen askeri uzmanlara kurduruluyordu. Padişah Avrupa’daki bazı yenilikleri ulkesine taşımak istiyordu. Islahat LÂyihaları olarak anılan yenileşme raporları da hazırlatmıştı. Fakat bu raporları hazırlayan devlet adamları toplumda ve kurumlarda tam anlamıyla incelemeler yapmadan, toplumun ve devletin gercekleriyle ortuşmeyen raporlarla sadece goz boyuyorlardı. Osmanlı, kendisini tarihe gommek isteyen Batı’dan batılı receteler ithal ederek sosyal ve toplumsal yaralarına careler aramaya başlamıştı.19 Mayıs 1798’de Toulon limanından ayrılan Fransız donanmasının hedefi son derece gizli tutulmuştu. Osmanlı idaresi Fransız donanmasının bu ani hareketi karşısında Mora, Girit ve Kıbrıs’ı tahkim etti. Mısır hic akla gelmeyen hedefti. Ne zaman ki 450 parcalık donanmayla 60 bin kişilik Fransız ordusu İskenderiye onlerinde gorundu, gercek o vakit anlaşıldı. Ama iş işten gecmişti.Napolyon Mısır topraklarına ayak bastığında siyasi kurnazlığını gostererek, Turkleri hedef almadan, İstanbul yonetimine kırgın ve hatta kafa tutan Memlûk Beyleri’ne yoneldi. Bol-parcala-yut taktiği uyguluyordu. Once İskenderiye sonra Kahire’yi ele gecirdi. Kurduğu sivil yonetim, iyi hukumetin bir orneğini oluşturuyordu. Mısır’da yuzyıllardan beri bu kadar iyi yonetim gorulmuş değildi. Savaşa rağmen, sulama projelerine başlandı, yeni değirmenler, hastahaneler yapıldı, piyasalarda durum duzeldi ve vergi toplanması iyileştirildi. İyi niyetli bir padişahın İstanbul’dan yararlı gorebileceği her reform, Kahire Fatihi’nin imzasını taşıyan emirlerde uygulanıyordu. Minareleri bayrak direği diye kullanma saygısızlığı dışında, Napolyon dindar muslumanları memnun etmek icin her turlu cabayı gosteriyordu. Ulema’ya İslÂm oğretilerine buyuk saygı duyduğunu soyledi, kendisinin de din değiştirmeğe istekli olabileceğini ima ediyordu. Fransızlar’ın girdiği her koy ve kasabaya Arapca olarak ozgurluğe kavuşmanın ne kadar onemli olduğunu vurgulayan bildiriler asılıyordu.İstanbul, Memlûk Beyleri’nin haddinin bildirilmesine memnun olmakla beraber olayları kaygıyla izliyordu. Kafasına “Doğunun İmparatoru” olma hedefini koymuş bu genc subayın ihtiraslarının onu kesilmeliydi.Mısır harekatını başlattığında Piramitler’in onunde mağrur bir eda ile askerine “Burada dortbin yıllık tarih sizi seyrediyor.” diye hitap eden, Avrupa’nın en buyuk birleşik kuvvetlerini birkac saatte bozan kumandan Mısır’a ilk ayak bastığı gunlerde izlediği hoşgoru politikasını bırakarak asıl yuzunu ortaya cıkartıp, Gazze’ye oradan da Filistin’e doğru ilerlemeye başladı. Yafa’yı ele geciren Napolyon, şehirdeki on bin kadar asker ve sivili kılıctan gecirdi. Amacı bu hareketiyle Filistin, Lubnan ve Suriye uzerinde tesir kan ve şiddetle psikolojik bir tesir oluşturmak ve kısa zamanda bu topraklara hakim olmaktı. Ama tam tersi bir durum doğdu. Akıttığı kan Napolyon’un sağlamış olduğu kısa sureli olumlu izleri bir anda sildi.Napolyon 19 martta, Filistin’in kuzeyinde cok stratejik bir konumu olan Akka Kalesi onune geldi. Napolyon’un Akka muhasarası 18 Mart Pazartesi gunu başladı. Filistin’in kuzeyinde kucuk bir liman olan Akka, padişah tarafından vezirlik rutbesi de verilmiş olan Cezzar Ahmed Paşa adlı yetmişlik bir komutan tarafından mudafaa edilmektedir ve bu ihtiyar vezir, hayatının elli yılından fazlasını savaş meydanlarında gecirmiştir.Mısır ve Filistin’i kolaylıkla zapteden Napolyon, Akka Kalesi’nin de bir-iki gun icinde duşeceğini hayal etmiş ve Cezzar Ahmed Paşa’ya şu mektubu yazmıştı: “İşte kalenin duvarları onune geldim. Bir ihtiyarın geri kalmış birkac gunluk omrunu almak bana birşey kazandırmaz. Seninle savaşmak istemiyorum. Benimle dost ol ve kaleyi teslim et!..”Cezzar Ahmed Paşa’nın bu mektuba verdiği cevap şudur: “Hamdolsun gucumuz yetiyor ve elimiz silah tutuyor. Geri kalmış birkac gunluk omrumuzu de, kuffar ile cenklerde geciririz!” Unlu Fransız generali Paşa’nın bu cevabını okuyunca etrafındakilere: “Anlaşıldı, bu ihtiyar bizim birkac gunumuzu heba edecek ama merak etmeyin, iki gun sonra şehrin ortasındayız.” demiş ve bu hayal ile 19 mart gunu savaş başlamıştır.Napolyon’un Akka muhasarası tam altmışdort gun devam eder. Her gun biraz daha artan baskı hic bir netice vermez, Fransızlar’ın her hucumu puskurtulur ve ağır kayıplar verdirilir. Yenilmez unvanı taşıyan Napolyon, kale mudafilerinin akıllara durgunluk veren kahramanlığı karşısında şaşırıp kalmıştır. İki gun icinde şehrin ortasında olacağı hayaliyle saldırıya girişen mağrur general, ummadığı bu durum karşısında yeni bir arayışla yuksek rutbeli bir subayını kaleye gonderir ve direnmenin netice vermeyeceğini, şehir teslim edilirse Paşa’nın ordusu ve ağırlıklarıyla beraber istediği yere gitmesine guya musaade edeceğini bildirir. Ama Cezzar Ahmed Paşa’dan aldığı cevap şudur:“Devlet bizi bu kaleyi teslim etmek icin vezir yapmadı. Ben Cezzar Ahmed Paşa, şehitlik mertebesine ulaşmadan bir karış toprak vermem!..”Paşa’nın bu cevabı Napolyon’u cileden cıkarır. Yaptığı yeni planlarla topcularına gece-gunduz Akka Kalesi’ni dovdurur. Ne var ki, acılan gediklerden şehre girebilenler Osmanlı sungusu ile yok edilirler. Bu muthiş hezimetle “kader beni bir ihtiyarın oyuncağı yaptı!” diye avaz avaz haykıran yenilmez unvanlı Napolyon, gece bile meşaleler ışığında Akka’ya hucum eder. Cezzar Ahmed Paşa ise, askerlerinin başında bir delikanlı gibi kılıc sallamakta ve saldırganlara goz actırmamaktadır.Akka kuşatmasında ordusunun yarısını kaybeden Napolyon, nihayet 21 Mayıs’ta geri cekilmeye karar verir ve ağırlıklarını kumlara gomup, Kahire’ye geri doner.Cezzar Ahmed Paşa’nın karşısında hayatının ilk yenilgisini yaşayan Napolyon o acıyla Kahire’ye doğru cekilirken, işgal altında tuttuğu Mısır’da da işler umduğu gibi gitmemektedir. Mısır halkının gosterdiği infialle otoritesi sarsılmaya başlayınca, ağız değiştirerek gercek yuzunu orada da gostermeye başlamıştır. İlk geldiğinde Osmanlı idaresine muhalif Memlûk Beyleri icin soylediği sozleri Osmanlılar icin de soylemeye başlar ve halkı ayaklanmaya teşvik etmeye calışır. Fakat Mısır’ın perişanlığından Osmanlılar’ı sorumlu tutmaya calışan bu propagandalar icin artık cok gectir. Padişah’ın “kÂfir vahşilere” karşı ilan ettiği cihad fermanı etkisini gosterir. 21 Ekim gunu Kahire’de buyuk bir isyan patlak verir ve ikibin Fransız askeri oldurulur.Napolyon, 25 Temmuz 1799’de iki gemiyle gizlice Mısır’dan kacarken, ordusunu Mısır’da bırakmış bir başkomutan olarak ve hayatını en buyuk dersini Osmanlı’dan almış olarak acılar icindedir.Tarih, Napolyon Bonapart’ın şu sozunu kaydediyor:“Akka’da durdurulmasaydım, butun Doğu’yu ele gecirebilirdim!..”Napolyon bir daha Osmanlılar’a karşı savaşmadı. Padişah III. Selim ise bu savaştan sonra Fransızlar’a karşı dirayetli politikalar geliştirmeye calıştı ise de, artık saraya kadar giren batıcılık hastalığı ile bu siyasetini surduremedi. 1802’de Fransızlarla dostluk anlaşmaları yeni lendi. İşin daha da garibi, Napolyon yazdığı mektuplarla Osmanlı politikalarında belirleyici olmaya calıştı. Bir mektubunda ozetle şoyle diyordu:“Buyuk Osmanlı soyundan gelen, dunyanın en buyuk imparatorluklarından birinin başında bulunan siz, devleti şahsen yonetmiyor musunuz? Ruslar’ın size emir vermesine nasıl izin veriyorsunuz? Kendi cıkarlarınızı gozunuz gormuyor mu? Harekete gec ve seni destek leyenleri harekete gecir Selim!..
__________________