Akşemseddîn, mÂneviyatta ilerlemek icin bir rehber ararken, Hacı Bayram-ı Velî’yi tavsiye ederler kendisine.
- O zat Ankara’da oturur, derler.

O bunu oğrenir, duşer yollara. O zÂtı bulur. Ancak aradığını bulamaz onda!.. Zîra gorunuşe bakıp aldanmıştır. Başka “Rehber” bulmak icin oradan da ayrılır. Halep’e varır. Zîra Halep’te bir evliy olduğunu soylemişlerdir kendisine. O zÂtı gormeden bir gun once bir ruy gorur.

Şoyle ki;

Boynuna nûrdan bir “Zincir” gecirilmiş, zorla “Hacı Bayram-ı Velî’nin yanına cekilmektedir. Zincirin ucu da, bu Velî’nin elindedir. Cekile cekile Hacı Bayram-ı Velî’nin kapısının eşiğine kadar gelir. Ve uyanır o anda.
Ruy gayet acıktır. Anlar hat ettiğini.

- Ben o zÂtı tanıyamadım, der.

Ve Ankara’ya geri doner. Gonlune, bu Velî’nin aşkı duşmuştur artık. Ankara’ya vardığında, “Hacı Bayram-ı Velî”, talebesiyle calışmaktadır tarlada. Bunu oğrenip tarlaya koşar. Ama ilgi gormez bu buyuk Velî’den.
O ilgi gostermeyince, talebeleri de yuz vermezler. Ama o, kararlıdır. Onlar gibi tarlada calışmaya başlar.
Yine ilgi goremez. Az sonra yemek vakti gelir. Sofra kurulur. Buyuk Velî onu yine gormezden gelir.
Yemeği kendi eliyle talebelerine taksîm edip, artanı kopeklere gonderir. Herkes yemek yerken, o mahzun kalır bir kenarda. Kalbi kırıktır.

Ama kendi kendine;
- Ey nefsim! der. Senin saadetin bu kapıdadır. Sen kıymetini bilmedin bu zÂtın. Oyleyse kopeklerle yemeye mustehaksın. Ve kopeklerin kabına yanaşır. Tam elini uzatmıştır ki, buyuk Velî seslenir uzaktan:

- Ey Kose! Tez girdin kalbimize. Gel, senin yerin, benim yanımdır. Ve ekler:

- Zincirle gelen, boyle ağırlanır!..



__________________