Guney Arabistanın Hadramut civarında, bulundukları yere kumsal ve engebeli yuksek arazi mÂnÂsında «AhkÂf» adı verilen Ad kavmi isminde bir millet yaşıyordu. Bu kavm maddî, bakımdan hayli ilerlemiş, zengin olmuş ve ihtişamlı binalar icerisinde hayat suruyorlardı. Kuvvetleri de hayli coğaldığından etraflarındaki kavimlere de galebe cıkmışlar ve zor kullanarak beldelerini genişletmişlerdi. Fakat bu maddî ilerleme ve genişlemenin yanında Allahu TeÂlÂya ve emirlerine olan bağlılıkları kopmuş ve iyice azgınlaşarak putlara tapar hale gelmişlerdi. Hz. Nuh tufanıyla sÂkinleşen halk yine yoldan cıkmış, yolunu şaşırmıştı.



Allahu TeÂlÂ, bu şaşırmış kavmi, hak yola davet etmek uzere iclerinden biri ve soyca kardeşleri olan Hûd aleyhisselÂmı, onlara peygamber olarak gonderdi.

Hz. Hûd kavmine, kendisinin Allah tarafından onlara gonderilen emîn bir Peygamber olduğunu bildirerek Allahın emirlerini tebliğ etmeye başladı:



— «Ey kavmim! Gelin Allahdan korkun ve Ona kulluk edin, sizin Ondan başka bir ilÂhınız daha yok. Siz sade Ona iftira ediyorsunuz da ilÂh diye başkalarına tapıyorsunuz.»



— «Ey benim kavmim, buna karşılık ben sizden bir ecîr istemiyorum, hÂlis muhis karşılıksız bir nasihattir bu. Benim ecrim ancak beni yaradana aittir. Vereceğini O verecektir. Artık siz akıllanmayacak mısınız? HÂl siz Onun azabından sakınmayacak mısınız? Aklınızla duşunup boyle halisane bir şekilde soylenen ve sizin menfaatinizle alÂkalı bu hak nasihati tutarak iftiradan, başkalarına tapmaktan vazgecmez misiniz?»



— «Ey benim kavmim, rabbınızdan mağfiret dileyiniz, Ona karşı gunahkÂr olduğunuzu itiraf edip istiğfarda bulununuz, sonra Ona tevbe ile şirk ve isyandan pişmanlık duyarak imÂn ve doğrulukla muracat ve kulluk ediniz ki, uzerinize bol bol SemÂnın feyzini gondersin; kuraklık cektirmesin, hayatînizi kuru maddelerin tazyikinden kurtarıp yukseltsin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Malûm olan cismÂni kuvvetinize henuz tanımadığınız manevî-bir kuvvet katlayarak artırsın. Gelin mucrim mucrim, gunahlarınıza İsrar ederek bu guzel nasihatleri dinlemezlik etmeyin, yuz cevirip gitmeyin.»



— «Siz her tepeye bir alÂmet, koşk bina ederek eğleniyor, oynuyorsunuz. Dunyada ebedî kalacakmışsınız gibi, bîr takım saraylar ve havuzlar da ediniyorsunuz. Hem ceza icin yakaladığınız vakit, merhametsizce, zorbaca yakalıyorsunuz; dovuyor, olduruyorsunuz. Artık Allahdan korkun ve bana itaat edin. Size bildiğiniz şeyleri verenden sakinın; size davarlar ve oğullar verenden, bağlar ve pınarlar ihsan edenden...»



— «Doğrusu Ben, size gelecek buyuk bir gunun azabından korkuyorum.»



Hûd aleyhisselÂmın bu daveti karşısında, Allahu TeÂlÂnın dunya hayatında kendilerine refah verdiği halde, kufre dalıp Âhiretteki hesapla karşılaşmayı yalanlayan Ad kavminin ileri gelen kodaman guruhu isyan ederek ona ve onu dinleyenlere şoyle dediler:



— «Eğer Rabbimiz dileseydi, muhakkak bize MelÂike gonderirdi. Siz ise bizim gibi insanlarsınız. Onun icin biz sizinle gonderilen şeylere inanmayız. Bu da başka değil, ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğinizden yiyor, ictiğinizden iciyor. Bu bir peygamber olamaz. Şayet kendiniz gibi bir insana itaat edecek olursanız, muhakkak ki o halde siz aldanmış olursunuz.»



— «O, siz cidden olduğunuz ve bir toprak, bir yığın kemik olduğunuz zaman, muhakkak cıkartılacaksınız, dirileceksiniz diye mi vadediyor? Heyhat heyhat, ne uzak vaad!.. Hayat, ancak bizim bu Dunya hayatımızdan başka bir şey değildir. Kimimiz bir taraftan olur, kimimiz de yeni doğar hayata geliriz, bu boyle gider. Biz oldukten sonra diriltilmeyeceğiz. O halde bu hayata sarılalım, keyfimize bakalım.»



Ad kavminin ileri gelen kodaman guruhu Allahın resulu Hûd AleyhisselÂmın kendilerini hakka davetine karşılık isyanlarına devam ederek şoyle soylediler:



— «Ey Hûd!.. Sen bize ha vaaz etmişsin, oğud vermişsin ha oğud verenlerden olmamışsın, bizce farkı yoktur. Bu bize getirdiğin, eskilerin yalanından başkası değildir. Biz azaba uğratılmayız. Senin sozunden dolayı ilÂhlarımızı terk etmeyiz. Yalnız deriz ki, her halde ilÂhlarımızın bazısı seni fenalıkla carpmış, onlara dil uzattığından dolayı aklına fenalık getirtmiş, seni delirtmiş, her halde biz seni bir cılgınlık icinde goruyoruz ve her halde biz, seni yalancılardan bîri sanıyoruz. Sen bize bir delil de getirmedin, imÂna mecbur kılacak bir mucize ile gelmedin.» .



Hûd aleyhisselÂm onların bu inkÂr, inat ve sacmalıklarına karşılık bizzat kendisinin ilÂhî bir delil ve mucize olduğunu anlatan şu hakikatlerle cevap verdi:



— «Ey benim kavmim! Bende hic bir cılgınlık yok. LÂkin ben Âlemlerin Rabbi olan Allahu TeÂl tarafından size gonderilen bir elciyim. Size Rabbimin emirlerini tebliğ ediyorum. Ben sîzin icin guvenilir bir nasihat ediciyim. Sizi Allahın azabıyla korkutmak icin, icinizden bir adam vasıtasıyla, size Rabbinizden bir ihtar geldiğine inanmıyor da hayret mi ediyorsunuz? Duşunun ki o sizi Nuh kavminden sonra hÂlifeler yaptı ve yaratılış bakımından size, onlardan ziyade boy ve guc verdi. O halde Allahın nimetlerini unutmayın ki kurtulabilesiniz.»



Hûd aleyhisselÂmın kavminin kÂfirleri, bu sozler uzerine şoyle dediler:



— «Ya, sen bize yalnız Allaha ibadet ve itaat etmemiz, bir de babalarımız, atalarımızın tapageldikleri putları terk etmemiz icin mi geldin? Haydi getir! O bize vadedîp durduğun azabı başımıza, getir bakalım, eğer sen doğru soyleyicîlerden isen...»



Boylece yer yuzunde haksız yere kibirlenmek istediler ve «bizden daha kuvvetli kim var» dediler. Fakat kendilerini yaratmış olan Allahu TeÂlÂnın onlardan daha kuvvetli olduğunu duşunmediler de...



Onların bu inkÂr ve inatlarına devam etmeleri karşısında Hz. Hûd, Allahu TeÂlÂya niyaz ederek «Rabbim! beni yalanlamalarına mukabil bana nusret ver» dedi. Allahu TeÂl da cevaben «Azabı gordukleri zaman pişman olacaklar.» buyurdu.



Hûd aleyhisselÂm hakikatleri kabule yanaşmayan kavmine son olarak şoyle dedi:



— Azabın inmesine dair ilim ancak Allah katındadır. Ben size gonderildiğim şeyi tebliğ ediyorum. Ancak sizi oyle bir kavim goruyorum ki cahillik ediyorsunuz, peygamberlerin vazifesini onların gonderilmesindeki hikmeti, o elcilere uyanların her iki dunyada saadet bulacağı, asîlerin ise felÂkete uğrayacağı hakikatini bilmiyorsunuz. Ben Allahı şahid tutarım, siz de şahid olunuz ki, Ondan başka sizin uydurduğunuz ortakların hic birini ben tanımıyorum. Binaenaleyh hepiniz toplanarak bana istediğiniz tuzağı kurun. Bundan daha acık ne mucize arıyorsunuz? Yalnız bana fenalık getirdiğini iddia ettiğiniz bazısı değil, butun ortaklarınız, putlarınız, ve siz hepiniz toplanarak bana fenalık yapmak icin dilediğiniz plÂnı kurun, istediğiniz hileyi tertipleyin. Sonra bana muhlet de vermeyin, elinizden geleni erteye koymayın, hemen yapın, hic bir korkum yok. Ben her halde Allaha tevekkul ettim, Onun emir ve muhafazasına dayandım ki, O benim Rabbûn ve sizin de Rab-binizdir. Benim de sahibim, efendim Odur, sizin de, Onun irade ve dilemesi olmadan ne sizden, bir şey sadır olabilir, ne de musibet erişebilir. Yer yuzunde hic bir debelenen yoktur ki, Onun kudreti ve tasarrufu altında olmasın. Hepsini dilediği gibi tasarruf eder, hic birini kacırmaz, isterse hic kımıldatmaz. Şuphesiz ki Rabbım doğru yol uzerindedir. Doğruluğun koruyucusu, doğruların yardımcısıdır. Rızası hak, adalet ve doğruluktadır.



«Artık siz yine yuz cevirir, bu acık kati hakikatleri dinlemez ve doğru tevhîd yolunu tutmazsanız, ben size gonderildiğim tebliğ vazifemi işte yaptım. Rabbım beni mesul tutmaz da sizi helak edip sizin yerinize sizden başka bir kavim getirir, halifeliği onlara verir. Ve siz Ona zerrece bir zarar edemezsiniz. Onun emrinden yuz cevirmenizin butun zararı kendinize aid olur. Cunku Rabbım her şeyin uzerinde koruyucu ve gozetleyicidir. Hic bir şeyi kacırmaz ve yaptıklarınız ondan gizli kalmaz. Binaenaleyh ona hic bir zarar ihtimali olmaksızın cezanızı bulursunuz.



Butun bu nasihatlere rağmen Ad kavmi isyan ve kufurde ısrar etti. Allahu TeÂlÂnın elcisinin sozlerini dinlememekle de azaba mustahak oldular. Vakt ki korkutuldukları azabı gokte, vadilerine doğru gelen bir siyah bulut halinde gorduler, dediler ki:



— «Bu ufukta behren bir bulut; bize yağmur yağdıracak.» Hûd aleyhisselÂm onlara şoyle soyledi:



— «Hayır, o, sizin acele istediğiniz şey: Bir ruzgÂr ki, onda cok acıklı bir azap vardır, Rabbının emriyle her şeyi helak edecektir, işte uzerinize Rabbınızdan bir azap ve gazap fırtınası indi.. Sizin ve atalarınızın uydurduğu, taktığı kuru isimler hakkında, siz benimle mucadele mi ediyorsunuz? Allah, onlara hic bir zaman oyle bir saltanat hakkı indirmedi, artık azabın gelişini bekleyin, ben de sizinle beraber ona gozetenlerdenim.»



Bir muddet sonra inkÂrın derinliklerine dalan Ad kavmi, bu bulutun bir yağmur değil, azap fırtınası olduğunu gormuş ancak iş işten gecmişti. Bu, bir «sarsar» ruzgÂrı, soğuk ve gurultulu bir fırtına idi ki, onlara uğursuz gelen bir gunde başladı ve dehşetli bir kum seli uzerlerini orttu.



Allahu TeÂlÂnın gonderdiği peygamberin bildirdiklerine imÂn etmeyen ve uğradığı şeyi bırakmayıp mutlak curutup kul ediveren «sarsar» ruzgÂrı ile helak olan Ad kavminin kÂfirleri kokleri kuruyup cezalarını bulurken; Allahın elcisine imÂn eden mutlu zumre ise dunya ve Âhiret felahına eriyorlardı.



Hûd aleyhisselÂm ruzgÂrı hissettiği zaman kendisinin ve inananların uzerine bir hat cizmiş, bir menb civarına, bir mahalle doğru cekilmişti. KÂfirleri kasıp kavuran azap ruzgÂrı, onlara bir seher tesiri yapıyor ve ancak derileri yumuşatacak, insanlara ferahlık verecek şekilde dokunuyordu. Hz. Hûd ile birlikte gercek kurtuluşa eren bu muminler topluluğunun dort bin kadar olduğu bildirilmiştir.



Eğer Ad kavminin kÂfirleri de muminler gibi, Allahu TeÂlÂnın Ayet ve delillerini inkÂr etmeyip, Hûd aleyhisselÂmın tebliğ ettiği şekilde imÂn ve itaat etselerdi helak olmayacaklardı. LÂkin onu dinlemeyip eğlendikleri icin, o istihza ettikleri «Haydi getir bize» dedikleri azap da kendilerini kuşatıverdi. Boylece kendileri de hem, bu dunyada lanetle takip olundular, hem de Kıyamet gununde. İşte oyle isyankÂr bir kavme, Allahu TeÂl boyle ceza verir. Halbuki Allahu TeÂlÂ, onlara mal ve kuvvetten ibaret oyle şeyler ihsan etmişti ki, başkalarına o kuvvet ve iktidarı vermemiştir. Hem bu nimeti anlasınlar diye, kendilerine, kulak, gozler ve kalbler vermişti. Fakat onların ne kulağı, ne gozleri ve ne de kalbleri kendilerine bir fayda vermedi. Cunku Allahın Ayetlerini inkÂr ediverdi, inkÂrlarının cezasını gorup Dunya hayatında zillet azabını tattılar. Elbette Ahiret azabı daha zilletlidir. Hem onlar, kurtulamayacaklardır.



Bu hÂdiseye muhatap olanlar, bugun, gidip dolaşırlarsa; gozlerine carpacak o harap eserler, kabirler, o azaba uğrayan Ad kavmine aiddir.



(Araf, Hûd, Muminun, Şuara, Fussilet, AhkÂf, Zariyat, Kamer ve HÂakka Sûreleri)

__________________