KÂ’b bin Malik radıyallahu anh şoyle anlatıyor:
Allah’ın Resulunun yaptığı savaşlardan, Tebuk harbinden başka hic birisine katılmaktan geri kalmamıştım. Gerci Bedir harbine de iştirak etmemiştim ama, Peygamber aleyhisselÂm Bedir’e katılmıyanlardan kimseyi tazir etmemişti. Cunku Bedir harbinde, Peygamber aleyhisselÂm ile muslumanlar ancak Kureyş’lilerin ticaret kervanına karşı koymak uzere cıkmışlardı. Neticede Allahu TeÂl tesbit edilmemiş bir anda muslumanlarla duşmanlarını karşı karşıya getirdi. Bedir harbi bu şekilde vuku bulmuştu.
Akabe gecesinde îslÂm uzerine kendisine bîat ettiğimiz zaman, Peygamber aleyhisselÂm ile beraber bulundum. Bedir her ne kadar, insanlar arasında Akabe’den daha cok zikredilen bir hadise ise de, benim icin Akabe’de bulunmak Bedir’de bulunmaktan daha değerlidir.
Tebuk harbine katılmaktan geri kaldığım vakit, her zamankinden daha guclu ve daha varlıklı olduğumu biliyorum. Allah’a yemin ederim ki, bu savaştan evvel iki binek hayvanını asla bir araya getirememiştim. Bu savaş sırasında butun techizatı ile iki hayvanım vardı.
Peygamber aleyhisselÂm bu savaşı sıcakların en şiddetli bir zamanında yaptı. Uzun ve tehlikeli yollar katetmek mecburiyetinde kaldı. Sayısı hayli yuksek bir duşmanla karşılaştı. Başka muharebelerde olduğu gibi hedefi gizli tutmadı.
Hazırlıklarını tam yaymaları icin muslumanlara meseleyi acıkca bildirdi. Allah’ın Resulu ile beraber olan muslumanların adedi o kadar coktu ki, bir kitaba zor sığardı. Bir vahiy nazil olmadığı muddetce farkedilemeyeceğini zannederek gizlenmek isteyen kimse cok azdı. Bu savaş tam meyvelerin olgunlaştığı bir zamana rastlamıştı. Ben de evde kalıp meyvelerimi toplamayı cok istiyordum.
Resûlullah aleyhisselÂm hazırlıklarını tamamladı. Muslumanlar da hazır vaziyette idiler. Ben de onlarla beraber hazırlanmak icin sabah kalkmaya başladım. Ancak bir şey yapmadan dondum. Kendi kendime «istersem bu işi yapabilirim» diyordum. Ben bu şekilde duşunup giderken, insanların calışmaları devam ediyordu. Kuşluk vaktinde Peygamber aleyhisselÂm ve ordusu hazır oldukları zaman, ben hÂl bir hazırlık yapmamıştım. Boylece bu iş devam edip gitti. Nihayet onlar savaş yerine doğru hızla yol aldılar ve savaş butun şiddeti ile başlamıştı. Bunu oğrenince ben de hayvanıma binip onlara yetişmek istedim. Keşke bu arzumu yerine getirmiş olsaydım. Ancak bunu yapmak nasip olmadı. Peygamber aleyhisselÂm harbe gittikten sonra, insanların arasına cıktığım vakit, uzulmeye başladım. Cunku şehirde, munafıklık ile itham edilen bir adam ile zayıflardan, ihtiyarlardan Allahu TeÂlÂ’nın mazur saydığı kimselerden başka bana ornek olabilecek bir kimse goremiyordum.
Peygamber aleyhisselÂm Tebuk’e varıncaya kadar beni anmamış. Oraya gelince, halk arasında otururken:
— KÂ’b bin Malik ne yaptı? diye sormuş. Seleme Oğullarından birisi:
— Ey Allah’ın Resulu, onun kendine ve elbiselerine karşı olan gururu, onu bize katılmaktan alıkoydu, diye cevap vermiş. Fakat Muaz bin Cebel bu adama:
— Ne kotu konuşuyorsun, Allah’a yemin ederim ki, ey Allah’ın Resulu, biz KÂ’b hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz, diyerek karşılık vermiş. Bunun uzerine
Peygamber aleyhisselÂm sukût etmiş ve bir şey soylememiş. Allah’ın Resulu bu halde iken uzaktan onundeki serabı hareket ettiren bir kimsenin gelmekte olduğunu gormuştu ve:
— Her halde bu gelon Ebû Hayseme’dir, buyurmuştu. Bir de baktılar ki, gelen kimse hakikaten, sadaka olarak bir hurma getirdiği vakit munafıkların kendisi ile alay ettikleri Ebû Hayseme EnsÂri idi.
Allah’ın Resulunun Tebuk’ten donmek uzere hareket ettiğini duyduğum vakit, icime bir uzuntu coktu. Bir yalan mazeret uydurmayı duşunmeye başladım ve yarın gazabından nasıl kurtulacağım? diyordum. Bu hususta aile ferdlerimin her birinin goruşlerinden istifade etmeye calışıyordum. Ancak, Allah’ın Resûlu’nun gelmek uzere yaklaştığını haber alınca bu yalan kuruntularından kurtuldum. Nihayet hic bir yalanla kurtaramayacağıma kanaat getirdim ve doğruyu soylemeye karar verdim.
Peygamber aleyhisselÂm sabah vakti geldi. Bir seferden donduğu zaman, once
mescide uğramak sunneti idi. Orada iki rekat namaz kıldıktan sonra insanlarla goruşmek icin oturdu. Harbe katılmayanlar geldiler. Her biri mazeretlerini yeminle destekleyerek Allah’ın Resulune arzetmeye başladılar. Bunların tamamı seksenden fazla kişi idi. Peygamber aleyhisselÂm onların dıştan ortaya koydukları mazeretleri kabul ederek kendileri icin Allah’tan istiğfarda bulundu, işin hakikatini ise Allah’a havale etti.
Daha sonra ben geldim. SelÂm verdiğim vakit, Peygamber aleyhisselÂm gadaplı bir kimsenin tebessumune benzer bir şekilde gulumsedi ve bana::
— Gel! buyurdu.
Yurudum, onune oturduğum zaman, bana:
— Seni harbe katılmaktan alıkoyan nedir, hayvanlarını cihÂd etmek icin satın almamış miydin? diye sordu.
Ben de: .
— Ey Allah’ın Resulu, dunyada insanlardan senden başka kimle konuşsam, bir ozur ileri surmek suretiyle kendimi onun hiddetinden kurtaracağımı zannediyorum. Zira bende karşı tarafta bulunanı ikna etme kabiliyeti vardır. Ancak şunu katiyetle biliyorum ki, bugun sana mazeret olacak, seni aldatacak bir yalan uydursam, yakında Allahu TeÂlÂ’nın hakikati sana bildirip yine gazabını uzerime cekeceğimden korkarım. Seni bana gadaplandıracak işin doğrusunu soylediğim takdirde, yine bu meselede Allah’ın bana hayır veya afv ile muamele edeceğini umarım. Doğruyu soyluyorum. Allah’a yemin ederim ki, Tebuk savaşına katılmaktan geri kaldığım esnada bir ozrum yoktu ve o vakit, her zamankinden daha guclu ve daha varlıklı idim, diye soyledim.
Bunun uzerine Peygamber aleyhisselÂm:
— Buna gelince, işte bu, doğruyu soyledi, dedi ve bana; kalk, git, Allah hukmunu verinceye kadar bekle! buyurdu.
Hemen kalktım, arkamdan Seleme Oğullarına mensub bazı kimseler beni takip ettiler ve:
— Allah’a yemin olsun ki, bundan once bir kabahat işlediğini bilmiyoruz. Ancak harbe katılmayan diğerlerinin yaptığı gibi, bir ozur bulup soylemeyi beceremedin. Halbuki Peygamber aleyhisselÂmın senin hakkındaki istiğfarı, bu hatanın afvedilmesine yeterdi, dediler. Bu kınamalarında o kadar ısrarlı davrandılar ki, neredeyse Allah’ın Resulune geri gelip yalandan bir mazeret arzedecektim.
Ancak onlara donerek:
— Benden başka, benim soylediğim şekilde hareket eden kimseler oldu mu? diye sordum.
Onlar:
— Evet, oldu, dediler, îki kişi daha senin gibi soylediler. Allah’ın Resulu de sana soylediği gibi aynı şekilde onlara da konuştu, diye ilÂve ettiler.
— O iki kişi kimlerdi? diye sordum.
— MerÂre bin Rebîa Âmiri île HilÂl bin Umeyye VÂkıfî, diye cevap verdiler. Boylece bana ornek olabilen ve Bedir harbine iştirak etmiş bulunan iki hayırlı zÂtları soylemiş oldular. Bu iki zÂtın isimlerini bana haber verdiklerini duyunca, yuruyup yoluma devam ettim.
Fakat Peygamber aleyhisselÂm, bu iki kişi ile beraber benimle de muslumanların konuşmasını yasakladı. Bu sebeple halk bizimle konuşmaktan sakınmaya ve bize karşı hareketlerini değiştirmeye başladılar. O derece ki, memleket bana yabancı bir memleket oldu ve o bildiğim belde olmaktan cıktı. Bu şekilde elli gece boylece kalıp bekledik. Bu iki arkadaşım bir eve kapanıp ağlayakaldılar. Ben ise kavmin en atak ve hareketli bir ferdi idim. Bu itibarla evimden cıkar, mescidde namaza iştirak ederdim. Kimse benimle konuşmadığı halde sokaklarda gezerdim. Allah’ın Resulune gelir, kendisi namazdan sonra insanlarla sohbet ederken selÂm verirdim ve icimden «Acaba selÂmımı alıp dudaklarını kımıldattı mı?» diye duşunurdum. Mescidde ona yakın yerde namaz kılar, gizlice gozetirdim. Namaz kılarken bana bakardı, fakat ben namazdan ayrılınca benden yuzunu cevirirdi.
Muslumanların bu bana karşı olan soğuklukları uzayınca, bir defasında Ebû Katade’ye ait bahcenin duvarından atlayıp iceri girdim. Ebû Katade amcamın oğlu ve cok sevdiğim birisi idi. Kendisine selÂm verdim, Allah’a yemin ederim ki, selÂmımı almadı.
Kendisine:
— Ey Ebû Katade, Allah adına soyle! Sen benim Allah ve Resulunu sevdiğimi muhakkak bilirsin, dedim. Cevap vermedi. Yine Allah’a yemin ederek aynı şeyi tekrar ettim. Yine sukût etti. Ucuncu defa, Allah’a yemin ederek aynı soruyu tekrarladım. Bu sefer «Allah ve Resulu daha iyi bilir» diye karşılıkta bulundu. Bu sozler uzerine gozlerim yaşardı ve donup tekrar duvarı aşarak cıktım.
Bir gun Medine carşısında dolaşırken, Şam halkından Medine’ye satmak icin yiyecek maddesi getirmiş bulunan bir iranlı rencber:
— Bana KÂ’b bin Malik’i kim gosterebilir? diye halka soruyordu, insanlar kendisine beni işaret etmeye başladılar. Sonunda adam yanıma gelip, bana Gassan hukumdarından bir mektup verdi. Ben okuryazar bir kimse olduğum icin, mektubu kendim okumaya başladım. Mektupta şoyle yazıyordu:
— «Bundan sonra, şunu bil ki, arkadaşının (Peygamber aleyhisselÂmı kastediyor) seni terkettiğini haber aldık. Şu halde onun yanında zillet ve ihanet altında yaşamak sana yakışmaz. Hemen bize gel, bolluk ve rahatlık icerisinde hayatını surdurursun!»
Mektubu okumayı bitirince, «bu da ayrı bir bel ve imtihan!» dedim. Derhal koşup ateşin icerisine atıp bu mektubu yaktım.
Bu şekilde kaldığımız elli gunun kırkıncı gunu tamam olup bu hususta Allah’tan bir vahiy de gelmeyince, Peygamber aleyhisselÂm tarafından gonderilen birisi gelip:
— Allah’ın Resulu zevcenden uzak kalmanı emrediyor, diye soyledi. Ben:
— Zevcemi boşayacak mıyım, yoksa ne yapayım? diye sordum. Adam:
— Boşama, ancak ayrı yaşa ve munÂsebetin olmasın, dedi. Peygamber aleyhisselÂm benim gibi olan diğer iki arkadaşıma da aynı emri gondermişti.
Bunun uzerine zevceme:
— Ailenin yanına git ve bu hususta Allah’ın hukmu belli oluncaya kadar onların yanında kal! dedim.
Bu arada HilÂl bin Umeyye’nin zevcesi Peygamber aleyhisselÂma muracaat edip:
— Ey Allah’ın Resulu, HilÂl ihtiyar bir adamdır, hizmet eden kimsesi “de yoktur. Kendisine hizmet etmeme izin verir misin? diye sordu. Peygamber aleyhisselÂm:
— Hizmetini yapabilirsin, ancak seninle munÂsebette bulunmasın, buyurdu. Kadın:
— Allah’a yemin ederim ki, onun hic bir şey icin bir hareketi yoktur. Vallahi bu iş başına geldikten sonra bugune kadar devamlı olarak ağlamaktadır, dedi.
Bunun uzerine aile ferdlerimden bazıları da bana:
— Musaade istesen, zira Peygamber aleyhisselÂm zevcesinin HilÂl’e hizmet etmesine izin verdi, diye teklifte bulundular.
Ben ise:
— Hayır, boyle bir izin isteyemem, ben genc bir adamım. Kim bilir, Allah’ın Resulu boyle bir teklif karşısında bana ne der?! diye cevap verdim.
Bundan sonra daha on gece bu şekilde kaldım. Bizimle konuşmanın yasaklandığı zamandan bu Âna kadar elli gun tamam oldu. Bu ellinci gecenin sabahında evlerimizden birinin damında sabah namazını kıldım, îşte boyle, Allahu TeÂlÂ’nın tasvir ettiği gibi, vicdanımın sıkıştırdığı ve butun rahatlık ve genişliğine rağmen yer yuzunun bana dar geldiği bir halde otururken, Sel Dağına cıkmış birisinin sesini duydum ki, alabildiğine yuksek bir sesle:
— Mujde, ey KÂ’b bin Maliki diye bağırıyordu.
Bu sesi işitince yerlere kapanıp şukur secdesi ettim. Bunun bir kurtuluş haberi olduğunu anlamıştım.
Allah’ın Resulu sabah namazından sonra Allahu TeÂlÂ’nın bizim tevbemizi kabul buyurduğunu insanlara haber vermişti. Halk da bizi mujdelemeye koştular. Diğer iki arkadaşıma da mujdeciler koşuştu. Biri de atına atlayıp bana geliyordu. Bunun sesi mujdelemeye gelen atlının atından daha suratli ulaştı. Sesini işittiğim bu adam mujdelemek uzere yanıma geldiği vakit, mujdesinin karşılığı olarak uzerimdeki elbiseleri cıkarıp kendisine verdim. Vallahi o gun uzerimdekinden başka elbisem de yoktu. Birinden odunc temin ederek bir kat elbise aldım ve Peygamber aleyhisselÂmı aramaya cıktım, insanlar grup grup beni karşılıyor ve tevbemin kabulunu tebrik ediyor; «Allah’ın seni afvı mubarek olsun!» diyorlardı. Nihayet mescide girdim,
Peygamber aleyhisselÂm orada oturuyor, etrafında insanlar bulunuyordu. Ben girince Hazreti Talha bin Ubeydullah hemen kalktı ve koşarak gelip elimden- tutup beni tebrik etti. Vallahi muhacirlerden ondan başka kimse yerinden kalkmadı. Onun bana karşı olan bu sıcak alÂkasını hic bir zaman unutmadım. Peygamber aleyhisselÂma selÂm verdiğim zaman, mubarek yuzu sevincten parlıyordu. Bana.:
— Mujdeler olsun! Ananın seni doğurduğu andan bu zamana kadar gecirdiğin gunlerin en hayırlısı, buyurdu. Ben:
— Ey Allah’ın Resulu, bu lutuf ve ihsan senin tarafından mı, yoksa Allah tarafından mı? diye sordum. Peygamber aleyhisselÂm:
— Allah tarafındandır, buyurdu. Peygamber aleyhisselÂmın sevindiği anda yuzu, ay parcası gibi parıl parıl parlardı. Biz bunun farkına varırdık.
Peygamber aleyhisselÂmın huzuruna gelip oturunca:
— Ey Allah’ın Resulu, tevbemin cumlesinden, biri de, Allah ve Resulu uğrunda sadaka olmak uzere malımı dağıtmaktır, dedim. Peygamber aleyhisselÂm:
— Malının hepsini dağıtma, bir kısmını kendine bırak, boyle yapman senin icin daha hayırlıdır, buyurdu. Ben de:
— Peki, Hayber’deki hissemi kendime bırakıyorum, dedikten sonra:
— Ey Allah’ın Resulu, Allahu TeÂl beni doğruluğum sebebiyle kurtardı ve ben bundan boyle hayatta kaldığım muddetce ancak doğruyu soylemeye ahdettim, dedim.
Allah’a yemin ederim ki, bu ahdimi Peygamber aleyhisselÂma bildirdiğim gunden bu yana muslumanlardan bir kimseyi hatırlamıyorum ki, doğruyu soylemek hususunda Allah’ın beni imtihan ettiği gibi guzel bir imtihan vermiş olsun. Yine yemin ederim ki, bu ahdimi Peygamber aleyhisselÂma soylediğim andan itibaren bu zamana kadar asla bilerek yalan soylemeye teşebbus de etmedim. Allah’ın beni, hayatımın kalan kısmında da yalan soylemekten muhafaza etmesini umid ve niyaz ederim.
KÂ’b bin Malik radıyallahu anh diyor ki,
İşte bu hadise uzerine Allahu TeÂlÂ:
«Andolsun ki, Allah, Peygamber ile beraber bir kısmının kalbleri kısmî olarak sarsıldıktan sonra kendisine zorluk vaktinde tabi olan muhacirlerle, EnsÂrı da tevbeye muvaffak kıldı, sonra da tevbelerini kabul buyurdu. Zira o, cok esirgeyici ve cok bağışlayıcıdır. Harbden geri bırakılan uc kişinin de tevbelerini kabul buyurdu. Zira, yeryuzu, butun genişlik ve rahatlığına rağmen onlara dar gelmiş ve vicdanlarını sıkıştırmıştı da onlar, Allah’dan başka sığınacak bir yer olmadığını anladılar. Bundan sonra eski hallerine donsunler diye, Allah onların tevbelerini kabul etti.
Şuphe yok ki, Allah, ancak o tevbeyi en cok kabul eden, hakikaten esirgeyendir. Ey îman edenler, Allah’tan korunun ve doğru olanlarla birlikte olun.» (Tevbe Sûresi) mealindeki Ayet-i Kerîmeleri indirdi.
KÂ’b bin Malik radıyallahu anh yine der ki;
—— Allah’a yemin ederim ki, Allah bana, beni muslumanlığa hidayet ettikten sonra, Peygamber aleyhisselÂma karşı yalan soylememekte diğer helak olanlar gibi helak olmaktan kurtulmak nimetinden daha buyuk bir nimet ihsan etmedi. Cunku Allah, o helak olanlar hakkında kimseye soylemediği şer vasıflarla tavsif ederek vahiy gonderdi ve: «Onlarla donduğunuz vakit, kendilerinden vazgecmeniz icin Allah adına yemin edecekler. Yaptıklarının cezası olmak uzere varacakları yerleri- de cehennemdir. Kendilerinden razı olmanız icin size yeminde bulunacaklardır. Ancak siz onlardan hoşnud olsanız da Allah, fÂsıklar guruhundan razı olmayacaktır.» (Tevbe Sûresi) buyurdu.
Bir rivayette şoyle denilmiştir:
(KÂ’b bin Malik

Peygamber aleyhisselÂm kendisine:
— Ey Ummu Seleme, KÂ’bin tevbesi kabul buyuruldu, demişti de, Ummu Seleme: .
— Kendisine birini gonderip mujdeleyeyim mi? diye sormuştu. Allah’ın Resulu:
— oyle yaparsan, insanlar uşuşur ve uykunuzdan alıkoyarlar, dedi.
Nihayet Peygamber aleyhisselÂm sabah namazını kıldıktan sonra, Allahu TealÂ’nın bizi afvettiğini muslumanlara haber verdi. Peygamber aleyhisselÂm bir mujde ile karşılaştığı zaman, bir ay parcası gibi yuzu gozu parıl parıl parlardı.
__________________