Horasanlı bir genc vaktiyle Irak'a giderek ilim peşinde bir hayli koştuktan ve bir hayli şeyler oğrendikten sonra memleketine donmek uzere hazırlanmış, fakat tam bu sırada ariflerden biriyle karşılaşmış. Bu arif onu şoyle imtihan etmiş:
- Oğlum, demiş, Horasan'da şeytan var mı?
- Var! demiş.
Arif tekrar sormuş:
- Orada şeytanla nasıl savaşırlar?
- Ona karşı gelmekle...
- Şeytan tekrar gelirse?..
- Yine ona karşı gelirler...
- O halde butun omrunuz şeytanla savaşmakla, didişmekle geciyor desene...
Genc adam gozunu acarak sormuş:
- O halde ne yapmalı?
Arif adam anlatmış:
- Yolda bir coban kopeğine rast gelirsen kopeği kovalamak, onunla uğraşmak fayda vermez. Kopekten kurtulmanın en kestirme caresi sahibini cağırmaktır. Cunku sahibi ona hem soz dinlettir, hem de sizi korur...
Devrinin en meşhur vaizi olan İbn Es-Semmak, bir gun Harun Reşid'in yanına girmiş ve ona oğud vererek demiş ki:
- Eşi, ortağı olmayan Allah'tan kork ve yalnız O'ndan kork. Bil ki bir gun O'nun karşısına cıkacak, huzurunda duracak ve o zaman iki yerden birine gonderileceksin ki, bu ya cennettir, ya cehennem!..
Halifenin gozleri yaşarmış, bu hali goren Vezir Fadl soze karışmış ve vaize demiş ki:
- Harun Reşid'in Allah'ın kulları arasında adaleti gozetmesi kıyamet gunu cennete gideceğine şuphe mi bırakır?
Fakat İbn Es-Semmak devam etmiş:
- Ey Harun! demiş. O gun bu adam senin yanında bulunmayacak. Onun icin Allah'tan kork da işlerine o gozle bak!
Vezir soyleyecek başka bir soz bulamamış, Harun Reşid ise busbutun muteessir olmuş!
Yıllar once bir dinlediğim bir hikÂyenin aslı meğer MevlÂn Celaleddin Rumi tarafından anlatılmış. HikÂyeyi kaynağından okuyunca daha da ilginc geldiğini soyleyebilirim. HikÂye şoyle:
Bir gun saf adamın biri, kuşluk vaktinde Hazreti Suleyman'ın kapısını calmış. Tasa ve kaygıdan yuzu sararmış ve dudakları morarmış. Hazreti Suleyman ona bakarak sormuş:
- Sana ne oldu, betin benzin atmış, harap ve perişan olmuşsun?
Adamcağız cevap vermiş:
- Sormayın efendim. Bugun Azrail'e rast geldim. Bana oyle bir bakış baktı ki, odum koptu.
Hz. Suleyman:
- Peki, buna karşın benden ne istiyorsun hemen iste, demiş.
Adam yalvarırcasına:
- Ey canları koruyan Sultan! RuzgÂra emret de beni t Hindistan'a gotursun de bıraksın... Belki bu derece uzaklaşmak sayesinde canımı kurtarırım.
Zavallı adam olumden korktuğu icin, ondan kacmakla olumden kurtulacağını sanıyormuş...
Fakirlikten korkanlarda tıpkı onun gibi hareket ederler. Fakat ne yaparlarsa yapsın korktukları mutlaka başlarına gelir. Hatta beterine de uğrarlar.
Hz. Suleyman, Hindistan'a gitmek isteyen bu adamın arzusunu yerine getirmiş, ruzgÂra emretmiş, o da adamı taşıdığı gibi bir lahzada Hindistan'ın en ucra koşesindeki bir adaya bırakmış. Adam, Azrail'den yakayı kurtardığını sanıyormuş. Fakat ne mumkun...
Ertesi gunu Hz. Suleyman'ın yine divanı kurulmuş ve onun halkı kabul edeceği zaman gelmiş. Azrail'de divanda imiş. Hz. Suleyman ona bakarak:
- Ey Allah'ın meleği, nicin o Musluman'ın odunu koparan hışımlı bakışla baktın, bunun sebebini bana anlat?
Azrail şoyle cevap vermiş:
- Benim ona bakışımda zerre kadar hışım yoktu. O vehme kapılarak yanlış anladı. Ben ona yol ağzında rastlamış, onu gorunce hayret etmiştim. Cunku Cenab-ı Hakk bana Hindistan'da bir adaya gidip onun canını almamı emir buyurmuştu. Onu burada gorunce duşundum, şaşırdım... Bu adamın bir değil, yuz kanadı olsaydı, aynı gun buradan kalkıp yine Hindistan'a gidemezdi.
Azrail hayret etmekte haklı idi. Fakat Hz. Suleyman'ın bir emriyle, ruzgÂr o eceli gelen adamı taşıyıp, Hindistan'ın en ucra adasına goturmuş. Azrail de ona orada yetişmiş ve canını almış...
MevlÂn Celaleddin'in bu kıssayı anlattıktan sonra -kıssadan hisse misali- şu yorumu yapar:
İşte sen butun dunya işlerini buna kıyas et. Gozunu ac ve gor ki, uğraşıp didişmekle mukadderattan kurtulmak mumkun değildir. Kimden kacıyoruz? Kendimizden mi? Ne mumkun? Mukadderattan kacmak, kendi nefsinden kacmak gibidir. Bu da imkÂnsızdır. Yoksa Hak'tan mı kacıp kurtulmak istiyoruz? Ne beyhude zahmet!..
Bir mev'ize daha anlatarak yazımızı bitirelim:
Bilindiği uzere en kuvvetli, en tesirli silah ilimdir. Her gunahtan bir kotuluk, insanın ya sıhhatine, ya şerefine, ya kazancına dokunan bir ziyan bulunduğuna gore ilim adamının bunu herkesten iyi bilmesi, iyi anlaması, daha iyi takdir etmesi gerekir.
İlim yalnızca kuru bilgiden ibaret değildir. Yalnız kuru bilgiden ibaret bir sus olsaydı mesele yoktu. Oysa ilim insana faydası dokunan bir guctur. Hem de insana guc katan bir guc... Bu nedenle en guclu ve etkili silah ilimdir...
Boyle etkili bir silahı savaşmadan teslim ederek kotuluğe, gunaha teslim olmak ise en buyuk zillettir.
MESUT BEKİR KOPDAĞI
BİLİMSEL KONULARDA ARAŞTIRMACI
__________________
Azrail'den Hindistan'a kacan adamın hikÂyesi
Dini Bilgiler0 Mesaj
●31 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Azrail'den Hindistan'a kacan adamın hikÂyesi
-
13-09-2019, 01:48:09