“Şu uc soru herkesin boğazında duğumleniyordu. Hic kimse bu sorulara cevap bulamıyordu. Butun akıllar bu sorular karşısında suskun kalmıştı.

Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” Gercekten insan nasıl bir varlıktı, nereden geliyordu, nereye gidiyordu? Cağlar boyu zihinlerde calkalanan bu hayati sorular, cevabını Peygamberimizin teşrifiyle buldu. O geldi, ezilen, horlanan, itilen, kakılan ve koleleştirilen insanlık başıboşluktan kurtuldu, şerefli ve mukemmel bir varlık olarak yuceldi, gercek ozgurluğune kavuştu, Yuceler Yucesinin aziz bir misafiri oldu.

Peygamberimizin doğumu, insanlığın yeniden kendine gelmesi, kendini bulması, kendini tanıması, dunyaya gelişini fark etmesi ve oğrenmesiydi. Onu dunyaya getiren bahtiyar anne, nur bebeğe hamileyken ruyasında ona şoyle seslendiler: “Sen, insanların en hayırlısına ve bu ummetin efendisine hamile oldun.

Onu dunyaya getirdiğin zaman ‘Her hasetcinin şerrinden koruması icin bir ve tek olan Allah’a sığınırım’ de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver.” Aynı gece Hz. Âmine’nin yanında bulunan Osman ibnÂs’ın annesinin gordukleri de cok anlamlıydı: “O gece evin ici nurla doldu, yıldızların sanki uzerimize dokulecekmiş gibi sarktıklarını gorduk.” Evet, bu mustesna anı dile getiren Mevlid yazarı Suleyman Celebi bu anı şu beytiyle dile getirmişti: “Hem Muhammed gelmesi oldu yakin Cok alÂmetler belurdi gelmedin”

Dunyayı şereflendiren Sevgili Peygamberimizin uzerini o gunun bir Âdeti olarak buyukce bir canakla kapattılar. Araplara gore o devirde, gece doğan cocuğun uzerine bir canak koymak ve gunduz olmadan ona bakmamak Âdetti. Nur bebeğin uzerine de bir canak koydular. Fakat bir de baktılar ki, onun uzerine konulan canak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gozlerini gokyuzune dikmiş, başparmağını emiyordu. Butun bunlar bir hedefi işaretliyordu.

Onun teşrifiyle her turlu kufur ve zulum, duşmanlık ve kin uzerine kurulan sistemler, her ceşit bÂtıl inanc ve Âdetler parcalanıp yok olacak; imanın nuru one cıkacak, barış ve kardeşlik gonullerde taht kuracaktı. Aynı gece KÂbe’de tapılmakta olan putların coğunun baş aşağı devrildiği goruldu. Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dort balkonunun parcalanıp yerlere duştuğu oğrenildi.

Sava’da mukaddes tanınan golun suyunun cekilip gittiği goruldu. Bin senedir yakılan ve sondurulmeyen Mecusi ateşinin sonduğu muşahede edildi. Butun bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dunyaya gelen bu zat ateşe ve puta tapınmayı kaldıracak, Allah’ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır.

Peygamberimiz Hicri takvime gore Rabiulevvel ayının 12. gecesi sabaha karşı dunyaya teşrif etti. Rabiuevvel ilkbahar demektir. O gelince insanlığın zifiri karanlığını ve dondurucu soğuğunu ilkbahara cevirdi. Ve her sene bugun inanan gonullere baharı yeniden yaşattı. Onun getirdiği sevgi ve şefkat iklimine her zamankinden daha cok muhtac hale geldik. Hakkın ve hakkaniyetin hÂkimiyetine olan ihtiyacımızın daha da onem arz ettiğini gorduk.


Mehmet Paksu
__________________