Musluman olan genc bir Ortodoks kızın kendi kaleminden hikayesi: ''Hz. İsa ve Meryem’le ilgili ayetlere carpıldım ''
Dunyadaki en buyuk trajedi hangisidir? En acıklı biten hayatı kim yaşadı yeryuzunde? Kim ne derse desin bence en buyuk trajediyi Tolstoy yaşadı.
Ne hazin sondur onunkisi, ne kadar yurek parcalayıcı. Uc-beş satırla tanıtıldığı cumlelerde genellikle şunlar sıralıdır. “Tolstoy’un kendisini tanıma ve Allah’a ulaşma cabası butun bir omrune tekabul eder. Omru boyunca anlaşılamamıştır. Onu anlamayanlar guruhuna karısı ve en yakınları da dahildir. Omru boyunca bir arayışın pencesinde kıvranmış bu adam sonunda 82 yaşında iken yağışlı bir gecede evden kactı ve yolda hastalandı. 7 Kasım 1910’da mutevazı bir tren istasyonunda yolculuğunun ilk durağı olan İstanbul’a hareket etmek uzereyken hayata gozlerini yumdu.” Nereye gidiyordu Sultanahmet’e mi, Eyupsultan’a mı? İcindeki boşluktan mı kacıyordu? Yoksa en temiz tevhid inancının parlattığı alınların indiği bir secde menzilinde aradığı Rab ile buluşmaya mı gidiyordu? Ah ne hazin bir sondur onunkisi. “Tatmayan bilmez.” demişler, o talihsiz dÂhîyi ancak ben bilirim.
Gizlice vaftiz edildim
İnancı guclu olmayan bir baba ile sade bir Ortodoks annenin cocuğu olarak Ukrayna’da dunyaya geldim. Babam beni koy kilisesinde gizlice vaftiz etmiş. Komunizmin butun yasaklarına rağmen annemden gelen “tek tanrı” inanışı ile buyudum. Paskalyayı seviyordum. Elimden geldikce paskalyadan evvelindeki kırk gun suren perhizi (oruc) tutmaya calışıyordum. Paskalyadan onceki “Temiz Perşembe”yi ailecek heyecan icinde beklerdik. “Ben kimim, neciyim, nereden geldim?” bunların bir anlamı yoktu benim icin o zamanlar. Yalnızca iyi bir universite okumak suretiyle iyi bir geleceğe hazırlanmak vardı, o kadar. Oldukca parlak bir oğrencilikten sonra ulkenin en iyi universitesinde oğrenim dili İngilizce olan işletme fakultesini okudum. Yirmi yaşına gelinceye kadar hayat oldukca guzel gecmişti. Artık cevapsız soruların cenderesine duşmuştum. Bir cekirge surusu gibi binlerce soru uşuştu beynime. Tanrı, İsa, insan, dunya, hayat, olum, cennet cehennem sonsuzluk... Tesaduf, tabiat, yaşam, olum... Sonra yokluk, ebedi yokluk. Butun bu duşunceler bir suluk olup beyin zarımı emiyor; ama ben onlara bir cevap bulamıyordum. Kendimi karanlık bir odada yapayalnız hissediyordum. Kurtulmak icin ne zaman bir hamle yapsam her seferinde dipsiz bir boşluğa yuvarlanıyordum. Ve bu boşluktan helezonlar cize cize duşuyordum. Ne bir ışık vardı ne de tutunacağım bir dal. Hepsinden beteri ruhumun cığlıklarını hicbir kulağa işittiremiyordum. (Oysa o cığlıkları duysalardı aslanların, odleri kopardı.) Etrafımdaki hic kimse beni anlamıyordu. Dolayısıyla yardım edemiyorlardı. Bu bir yana “gencsin başarılısın ye, ic, gez-dolaş, bırak kendini bu kadar yıpratmayı.” deyip kızıyorlardı. Sanki bunları istemiyormuşum gibi. Hayatı bana zehir eden duşuncelerden kurtulmak icin akıl oyunlarından, deli sacmalıklarına varıncaya kadar her yolu denememişim sanki. Olmuyordu ama, olmuyordu işte. Yaptığım her şey bir pansumandan oteye gecmiyordu. O zamanlar benim icin en mesut anlar, duşunmemeyi becerebildiğim anlardı. Bu anlar gectiğinde ise geriye yine boşluk yine karanlık ve yine sop soğuk bir yalnızlık kalıyordu... Bitkin gunduzleri ve uykusuz geceleriyle tam beş sene bu azabın kucağında cırpındım durdum. Hastahane hastahane dolaşmalar psikologdan psikologa koşmalar... Ama bir netice yoktu. Butun bu girdapta tek tesellim anneciğimden aldığım inancımdı. Acılar da sevincler de Tanrı’dandı. Uykusuz gecelerim boyunca beni bu durumdan kurtarması icin hep O’na yalvardım durdum. Sonunda careyi başka bir ulkeye gitmekte bulacağıma inanarak evimden ayrıldım. Daha doğrusu icine duştuğum karanlıktan kactım Tolstoy gibi.
Karanlık benim icimdeymiş
Yuksek lisans yapmak uzere girdiğim imtihanı kazandım ve Avusturya’nın yolunu tuttum. Yeni bir ulke, yeni bir cevre ve yeni insanlar... Karanlık odanın Ukrayna’da kalacağını zannediyordum. Ama olmadı. Bu bir yana, karanlık odam butun Avusturya’yı icine alacak kadar buyudu. Şimdi anlıyorum ki karanlık benim icimdeymiş. Bu şekilde değil Avusturya’ya, guneşe bile gitseydim bir tek ışık devşiremezdim. Guneşte bile karanlığa gomulu kalmak ne korkunc, ne tuhaf... Bu hal icerisinde kalabalıklar arasında yalnız, ampuller altında ışıksız omrumu geciriyordum. Yeryuzunde ‘Tam anlamıyla yalnızlığı sadece biri yaşamıştır’ dense; tereddutsuz ‘o benim’ derim. Aslında pek cok arkadaşım vardı. Ama dar gununde yanında olmadıktan sonra sebebi ne olursa olsun bunaldığın anlarda başını yaslayacağın bir omuz olmadıktan sonra insan binlerin milyonların icinde tek başına kalıyor. Bu anlamda tam anlamıyla yalnızdım. Yapayalnız. Gunler geciyordu, hic kimse olmuyordu yanımda. Ne bir arkadaş ne bir telefon ne de bir mektup. Bir ben vardım bir de boşluk... Bir ben bir de yalnızlık...
Dua et cocuğum
Dıştan bakıldığında okuluna giden, derslerinde başarılı geleceği parlak biri olarak goruluyordum. Ama icimdeki fırtınalardan kimsenin haberi yoktu. Kendimi oyalamazsam delirebilirim duşuncesiyle kitaplara sarıldım. Coelho, Tolstoy, Turgenyev’i okuyor, Ahmatova’nın şiirlerini ezberliyordum. Sonra, kendim bir şeyler yazıyor, dil oğreniyordum… Cok ciddi bir şekilde İncil okuyor, Tanrı’ya, O’na olan sevgimi kuvvetlendirmesi ve beni doğru yola iletmesi icin yalvarıyordum. Yalnızlığımı paylaşmak uzere internetteki Ortodoks sitelerine uye oldum, yazıcım durmadan İncil’den hikayeler yazıyordu. Bir papazla yazışıyordum bir de dinî eserler basan bir matbaa sahibiyle. Bilgilerimi guclendirmek, beynimi kemiren sorularıma cevap bulmak ve icimi saran yalnızlıktan kurtulmak icin bu sitelerin sohbet odalarına giriyor, insanlarla sohbet ediyordum. Ancak bu dinî sohbet odalarında da diğer internet ortamlarındaki tiksindirici konuşmalar bu teşebbusumden beni hemen vazgecirdi. Beynimi kemiren sorularımın cevaplarını bulmak niyetiyle kiliseye gidiyor, papazlarla konuşuyordum. Fakat umumiyetle butun sorularımı, ozellikle Tanrı ile alakalı olanlarını nazikce geri ceviriyor ve sadece, “Dua et, cocuğum!” diyorlardı. Ben de dua ediyordum. Ama İsa’ya değil, Tanrıya. Ve anlamadığım, neden insanların İsa’ya dua ettikleriydi. Dunyayı da İsa’yı da yaratan Tanrı’ydı. Hal boyleyken neden yalnızca Tanrı’ya dua edilmiyordu?
Ben de istasyondaydım
Ne kitaplarda ne Ortodoks sitelerinin sohbet odalarında ne de kilisede tam olarak aradığımı bulamamıştım. Ve bir gun bir istasyondaydım, Tolstoy gibi. O karanlık odadan nasıl kurtulacağımı bilememenin acziyle, caresiz oyle kendi halimde bekliyordum. Gozlerim anlamsız bakışlarla istasyonu tararken benim yaşlarımda bir kıza ilişti. Başında beyaz bir eşarp, uzerinde de yine beyaz bir takım vardı. omuzunda bir notebook. “Ne kadar şık ve ne kadar da zarif!” diye gecirdim icimden. O an ne olduysa birden bana dondu, goz goze geldik. Simasında nasıl bir parlaklık vardı oyle... Gozlerinde nasıl bir aydınlık. Gencecik yaşına rağmen butun muammaları cozmuş bir bilgenin dinginliği vardı yuzunde. Telaşsız, kendinden emin, duruşu mutevazı, bakışları sevgi doluydu. Ya dudağındaki tatlı tebessum... Tarif edemem. Hayran hayran oylece seyrettim. Utanmasam yanına gidecek tanışacaktım. Ve yalvaracaktım ona “Tanrı aşkına bu huzurlu tavrından bana da biraz ver. Gozlerindeki aydınlıktan da, dudağındaki tebessumden de... ne olur!.. ne olur!..” diyecektim. Fakat biraz sonra bir tren geldi ve onu alıp goturdu. Onun gibi olmak istedim o an. Beyazlar icindeki o zarafet, o dinginlik beni carpmıştı.
Yeni dostlarım... Benim dostlarım...
Ruhumda kıvılcımlar sacıp kaybolan o ortulu kızdan sonra onun gibi ortunen kızlardan universitede bir hayli arkadaş edindim. Beni Ramazan ayında bir iftara cağırdılar. Gittim. Onlardaki Tanrı’ya olan kuvvetli iman ve O’na (cc) olan samimi ibadetleri cok hoşuma gitmişti. Cunku ben Tanrı’yı cok seviyordum.
Onların yanında kendimi yabancı hissetmiyordum. Bu bir yana, onların yanındayken cok sevdiğim Tanrı’ya biraz daha yakınlaştığımı hissediyordum. Bana hic mesafe koymadılar. Kendilerinden biriymişim gibi davrandılar. Hıristiyanlığımdan dolayı ayıplayıcı tek bir bakışa bile maruz kalmadım. Cevremdeki Musluman kızlarda da erkeklerde de durum boyleydi. Onlarla oturup konuşuyorduk. Bu konuşmalarda bana ille “Musluman ol!” telkiniyle karşılaşmadım. “Bizde boyle, sizde nasıl?” ifadesi sohbetlerimizin kilit cumlesiydi coğu zaman. Yalnızca bana bir şeyler anlatmakla kalmıyorlardı. Benden, tuttuğum perhizin (orucun) onemini, dualarımızın ve ikonalarımızın anlamını da soruyorlardı. Ben de bildiğim kadarıyla anlatıyordum. Onların yanında oyle huzurluydum ki anlatamam... Gerci karanlık odama henuz ışık suzmuyordu; ama olsun, en azından artık yalnız değildim. Artık dostlarım vardı. yeni dostlarım... Gercek dostlarım.
Allah birdir muteaddit olamaz
Yeni dostlarımla yaptığım sohbetler yepyeni ufuklar acıyordu onumde. “Dunyadaki butun guller aynıdır. Butun elmalar, arılar, insanlar aynıdır. Yani aynı fabrikanın malıdırlar, aynı tezgahta dokunmuşlar. Yani yaratanları bir ve tek. O da Allah’tır ve Allah birdir, muteaddit olamaz.”
İslam dininin Tanrı, iman ve peygamberler hakkında soylediklerinin hepsini kabul ediyordum. Kur’an’ın İsa (as) hakkındaki ayetleri beni adeta carpmıştı. Meryem (r.anha) adına bir surenin var olması da beni cok etkilemişti. Zira İncil’de bile Meryem adına bir sure yoktu. Bunun yanında Kur’an’ın Turkiye’de de Endonezya’da da aynı olduğunu, bu insanların aynı anda ibadet edebildiklerini oğrendiğimde de cok şaşırmıştım.
“Tanrım bana bir ışık ver!”
Paskalyaya kırk gun kaldığında yani biz Ortodokslar icin oruc gunleri başladığında bu sefer butun ciddiyetimle onu tutmaya calıştım. Maksadım kendisini ne kadar cok sevdiğimi Tanrı’ya gostermek ve ispat etmekti. Bu arada beni doğru yola iletmesi icin geceler boyu O’na dua ediyordum. Yeni dostlarımın bana anlattıklarını uzun uzun duşunuyor, soylediklerinin gercek olup olamayacağına ulaşmaya calışıyordum. Beynim duşuncelerin arenasına donmuştu. Fikirler kafamda carpışırken bir neticeye varamamanın ıstırabıyla kıvranıp duruyordum. Bu minval uzere oruc tutuyor, ağlıyor ağlıyor ve bana bir ışık gostermesi icin dua ediyordum. Sonunda cok onemli bir şeyi anladım: Bir tek Yaradan yarattı bu kainatı. Bizi de o yarattı. Bu dunyayı bizim icin O donattı. O bizim sahibimizdir. O’na ulaşacak bir yol bulmak da bizim vazifemizdir. Evet bunu anlamıştım; fakat Tanrı’ya giden yol hangisidir? Bugune kadar devam ede geldiğim inancım mı yoksa İslam mı? Ah yine sancı, yine gozyaşı, yine ıstırap... ıstırap. Ardından dua... dua... Tanrım bana bir ışık ver. Tanrım beni sevdiğin yola ilet. İslam’ın neredeyse her şeyini kabul ediyordum ama ben bir Hıristiyan’dım. Hatta bazen “Tanrım neden beni bir Musluman olarak yaratmadın?” diye soylenirdim. Bir gun internetten “chat”leştiğim bir kadına bunu sordum. O da bana bir mesaj gonderdi.
Ve İbrahim gibi.. Ve İsa ve Uzeyir gibi.. Ve Musa ve Harun gibi..
Mesajı okudum. Okuduklarıma inanamadım. Bir daha okudum, sonra bir daha, ardından bir daha. Yerimde duramaz olmuştum. Her zerrem heyecandan titriyordu. Avazımın cıktığı kadar haykırmak istiyordum. Odanın icinde birkac tur attıktan sonra yeniden masaya oturdum ve mesajı bir daha okudum. Mesaj Hz. Muhammet’in bir sozuyle başlıyordu: “Her doğan cocuk İslam fıtratı uzerine doğar. Sonra ebeveynleri tarafında Yahudi ve Hıristiyan yapılır.” Demek ki Tanrı’ya serzenişim boşunaymış. Demek Tanrı beni Musluman olarak yaratmış. Bana bu maili atan hanımefendi “Kitab-ı Mukaddes’e gore Hz. İsa’nın son on iki saatini anlatan Tutku filmini seyrettiğini soyleyerek şunu yazmıştı: “Film, Hz. İsa’nın orijinal dili olan Aramca ile seslendirilmişti. Ve filmde ‘İs Tanrı’ya Allah diye hitap ediyordu. Yani Muslumanların hitabı gibi... Muslumanlıkla Hıristiyanlık arasındaki tek benzerlik bu da değil. En onemlilerini senin icin yolluyorum.
Namaz:
-“Muslumanların nasıl namaz kıldığını gormuşsundur. Ayakta durur Kur’an okuruz, sonra rukua gider kalkarız, sonra yuzustu kapanıp secde yaparız.
Kitab-ı Mukaddes’i dinle:
Mezmurlar 95:6: Gelin secde kılalım ve ruku’a varalım; bizi yaratan Rabbin onunde diz cokelim!
Sayılar 16:20-22: …Ve Musa ve Harun yuzleri uzerine yere kapandılar…
Tekvin 17:3: Ve İbrahim (as) yuzustu yere kapandı…
Cıkış 34:8: Ve Musa (as) acele ile rukua gitti ve ibadet etti.
Nehemya 8:6: Ve Uzeyr (as) buyuk Rabbi takdis etti. Ve butun kavim ellerini kaldırarak amin amin diye cevap verdiler. Ve rukua gittiler, secdeye kapanarak Rabblerine ibadet ettiler.
Matta 26:39: İs (as) yere kapanıp… dua etti…
Matta 17:6: Ve havariler yuzleri uzerine yere kapandılar…
Netice: İslÂm Hz. Muhammed (as) ile başlamış bir din değildir. İslÂm Hz. Adem (as) ile başlayıp Nuh (as), İbrahim (as), Musa (as) ve İs (as) gibi buyuk resullerle devam eden ve Hz. Muhammed (as) ile kendisine son nokta konulan bir dindir. İslÂm yeni bir din değil, bilakis bu peygamberlerin geleneğini canlı tutan Allah’ın ilk ve tek ve son dinidir. Kitab-ı Mukaddes’te diğer peygamberler ve kavimler icin anlatıldığı gibi bugun ibadet etmeden once su ile temizlenen kimlerdir? Muslumanlar! Bugun hÂl daha başını one eğip yuzunu yere surterek namaz kılan ve ellerini kaldırarak dua eden kimlerdir? Muslumanlar! Bugun kendisini orterek ibadet eden ve kapanarak haram nazarlardan kendisini koruyan kimdir? Musluman kadınlar! Oyle ise bugun diğer peygamberlerin izinden giden ve hÂliyle Kitab-ı Mukaddes’in de tahrif olmamış aksamını tatbik eden kimdir? Muslumanlar! Demek bir Hıristiyan Musluman olsa dinini terk etmiş olmuyor, bilÂkis kendi kitabında anlatıldığı uzere kulluk dairesine girmiş oluyor. Size naklettiğim onlarca Kitab-ı Mukaddes ayetinden sonra Kur’an’dan bir ayetle yazıma son veriyorum.
“İlahımız ve İlahınız birdir ve biz O’na Muslumanlar olarak teslim olmuşuzdur.’’
Bu mesajı kac kere okudum hatırlamıyorum. Kalbim goğus kafesini kıracak gibi atıyordu. Gozyaşlarıma mani olamıyordum. Sonunda yazının son cumlesini icimden gele gele soyledim. “İlahımız ve ilahınız birdir.” Evet, evet “İlahımız ve ilahınız birdir”. Ve ben de artık bu dakikadan itibaren Musluman olarak O’na teslim oluyorum. “Teşekkurler Tanrım... Teşekkurler tan... Allah’ım!.. Allah’ım!.. Allah’ım!..”
Bismillah...
Musluman olduktan sonra serin meltemler esmeye başladı yıllarca kavrulmuş yureğimde. Artık tek bir anı bile ziyan etmek istemiyordum. O gun oğlen vakti ilk namazımı kıldım. Yalnızca bismillah demesini biliyordum. Gercek dostlarımın yaptığı gibi ellerimi omuz hizasında kaldırdım ve “bismillah” dedim. Tarifsiz bir hal sardı bir anda beni ellerimi kalbimin ustunde birleştirir birleştirmez gozlerimden yaşlar suzuldu. Anlatamayacağım duygular icerisinde bildiğim tek şeyi tekrarlayıp durdum. Bismillah... bismillah... bismillah. ne muhteşem bir şeydi Allah’ım. Bismillah dedikce onceki duşuşlerime inat helezonlar cize cize yukseliyordum sanki. Bir hayli durduktan sonra bismillah deyip rukuya vardım. Bismillah... bismillah... bismillah... Doğruldum bismillah. Sonunda yıllarca dolaştığım collerde kavrulmuş dudaklarım suya erdi. Damarlarımı kurutan beyabanın icinde bir vaha gibi adeta kendimi secdeye attım bismillah. Ve bismillah...bismillah...Allah, Allah... Bismillah. Yıllarca aradığım senmişsin. Uykusuz gecelerde andığım senmişsin.
Daha neler soyledim, neler hissettim anlatmam mumkun değil. Dillerin donmediği, kelimelerin iflas ettiği yerler az değil ki. Butun hissettiklerimden ote bir şey vardı ki nasıl soylesem, nasıl soylesem bilmem ki kalbimin derinliklerinde Allah’ın hoşnut olduğunu hissediyordum. Aslında bu kadar cumleyi boşuna yazdım. Soylenecek en guzel şey baştan başa yalnızca bismillah ile kılınan o ilk namaz, anlatılmaz.
Ve ışıklar aktı karanlık odama
Tarifler ustu bir hal ile kılınan o namazdan sonra kitaplara sarıldım. Geceler boyu okudum, okudum. İslamiyet’i oğrendikce butun sorularıma cevap buluyor, Hz. Muhammed’i tanıdıkca da Allah’a yaklaştığımı hissediyordum. Hayat, dunya, ahiret ve insanla alakalı ne varsa kafamda yerli yerine oturmuştu. Hayatıma bir mana gelirken icimin dağlarına guneş doğmuştu. Duvarları yıkılmıştı karanlık odamın. Artık ne beni hapseden duvarları vardı ne de bunaltan karanlığı. Guneş... Işık.. İslamiyet’le gelen ışık beni oyle etkiledi ki kendime ikinci bir isim verdim: “solnyecnıy luc”, yani guneş ışığı. Şimdi keşke guneş ışığı olsaydım diye duşunuyorum. İslam guneşinin ışıkları olarak karanlığın kuytularında vaktiyle benim gibi kıvranıp duran insanların Âlemine aksaydım.
Aileme henuz kararımı acıklamadım. Bunun icin uygun zamanı bekliyorum. Ve onlar icin surekli dua ediyorum. Halen uluslararası işletmecilik ve yonetim uzerine master yapmaya devam ediyorum. Bir yandan da bir Amerikan şirketinde proje muduru olarak calışıyorum. Ama hayalimi butun ailemle aynı anda secdeye varmak susluyor. Ben, annem, kardeşim ve babam... Başımızı secdeye mıhlamış yalnızca bismillah, bismillah deyişlerimizi hayal ediyorum. Ve ilk namazımda kalbimin derinliklerinde hissettiğim duyguları bir kere daha yaşamayı umuyorum. Rabbimin bana tebessum ettiğini bir daha hissetmek istiyorum.
05.03.2005
Yazan: Arina Svetlova/Tercume: Ayjan Esenkanova, Gulseren Yukseleroğlu
__________________
Musluman olan genc bir Ortodoks kızın kendi kaleminden hikayesi (ONEMLİ)
Dini Bilgiler0 Mesaj
●33 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Musluman olan genc bir Ortodoks kızın kendi kaleminden hikayesi (ONEMLİ)
-
13-09-2019, 01:45:04