Gorgu kurallarını bilmek elbette takdire değer. Fakat en kıymetli sofra adabı, misafir olduğunu bilip sofra sahibinin izzet ve ikramına saygıyla karşılık vermektir; ona hurmeten, sofranın sukûnetini, bereketini kacıracak her turlu davranıştan kacınmaktır.

Tatlı bir heyecan ve urpertinin iliklerimize kadar işlediği gunlerdeydi. Hacı adayları mahşer oncesinin provasını yaparcasına, cıkılacak yolculuğun son hazırlıklarını bitirmek uzereydi. Sıra buyukleri, akraba ve dostları ziyaret edip helalleşmeye gelmişti.

Dualarla yola cıkmak

Ziyarete buyuklerden başlamak Hak dostlarının edebiydi. Bunun icin sefer edip Zamanın Kutlusu’na varmak, huzura girmek gerekiyordu. Kutsî bir nazarın sactığı nurlarla ruhu bir kez daha yıkamak... Himmetle orulmuş celik zırhın icine girip, edepsizlik ve musibetlere kalkan yapmak... Duaların manevi gerilimiyle saflaşıp gonul ferahlığıyla yola koyulmak zamanıydı.

Huzura kabul edilenlerin cıkarken yuz ifadelerinden lutufla dondukleri her halleriyle belliydi. Hic şuphe yok ki, “Edeple varanlar lutufla donerler.” Gercekten de lutuf ve keremle donmuşlerdi. Sevincten ortalık bayram yerine donmuştu. Zamanın Kutlusu onlara: “Bizi de dualarınızdan eksik etmeyin.” demişti. Ruhunuzun derinliklerinden kopup gelen bir feryat o anda şoyle haykırmak ister: “Kusurlara bulanmış haccımın icinde eğer tek bir ecir varsa sana feda olsun!”

Hz. Omer r.a. da bir gun boyle yuce bir huzura cıkmış ve umre icin Allah Rasulu s.a.v.’den izin istemişti. Onlar her işlerini Gonuller Sultanı’na arz eder ve O’nun izni olmadan nafile ibadet bile yapmazlardı. İtikafa girerken dahi izin isterlerdi. Alemlerin Efendisi Hz. Omer’e izin vermiş ve “Kardeşim bizi de duana ortak et.” demişti. Bu mubarek soz Hz. Omer’i hayatının sonuna kadar duygulandırıp coşturmaya yetmişti. Nitekim daha sonraları: “O gun dunyalar benim olsaydı, o kadar sevinmezdim.” demiştir.

Baştan aşağı edepten ibaret olan yiğit oğlu yiğitlerin bile odlerinin koptuğu mubarek makamlar vardır ki, bunların başında Mekke ve Medine gelir. Cunku butun iyilikler gibi kotulukler de Mekke’de yuz binle, Medine’de ise binle carpılır. Sonra Hz. Rasulullah s.a.v.’i uzen bir kimse, bu zararını hayatı boyunca ağlayıp yalvarmaktan başka ne ile karşılayabilir?

Dua ve himmet olmadan o kutsî toprakların edebine kim riayet edebilir ki?.. Yapılan kucuk edepsizlikler dahi o mubarek makamlarda buyuk birer curum haline donuşur. Oralardan ya hayatınızın kÂrı ile ya da -Allah korusun- zararıyla donersiniz.

En bereketli sermaye

Gecenizi gunduzunuzu dolu dolu nafile ibadetle gecirmemişseniz, elinize gecen fırsatları bir olcude ziyan etmişsiniz denilebilir. Fakat bu suretle zarara girmiş olmazsınız da, kÂrdan geri kalmış olursunuz. Ama “edep” tahsil etmeden kutsî zatlara ve mekÂnlara gitmişseniz, edepsizliğin zararını ne ile kapatabilirsiniz?

İşte bu endişe ve mulahazalarla dolu iken daha oracıkta himmet imdadımıza yetişmiş ve Cenab-ı Hak karşımıza edep timsali bir gonul erbabını cıkarmıştı. Bu zat iki buyuk Allah dostuna hizmet etmiş, şimdilerde ise Zamanın Kutlusu’ndan edep tahsiline devam ediyordu. Hayatı boyunca dumduz bir cizgide dosdoğru giden ender zatlardan biriydi. Sağa sola saptığını goren olmamıştı. İncelik ve nezaketiyle muhataplarını utandırırdı. Hasılı, seven ve sevilen bir zattı... Kutlu yolun yolcuları sordular: Bu yolculuğun adabından soz eder misiniz? Gonul dostu, SÂdÂt-ı Kiram’dan orneklerle edep anlattı. Zaten sevenler her meseleyi sevgilinin dilinden anlatırlar. Ozetle şoyle dedi:

KÂbe Allah’ın evidir.1 Mekke’nin ahalisi Allah’ın komşuları hukmundedir. Hacılar da hadis-i şerifte belirtildiği uzere kulları arasından sectiği heyetlerdir. Dua ederlerse duaları kabul edilir, mağfiret dilerlerse bağışlanırlar. Aynı şekilde Medine-i Munevvere’nin ahalisi Hz. Rasulullah s.a.v.’in komşularıdır. Dunyanın dort bir tarafından akın eden ziyaretciler ise, misafirleridir.

O yuzden bu iki mubarek beldenin ahalisini ve ziyaretcilerini uzmek son derece tehlikelidir. Hatta alışveriş esnasında ileri gidip aşırı derecede pazarlık etmek bile doğru değildir. Zira boyle bir davranış onları uzebilir. Bir miktar fazla odeseniz bu sizi fakir yapmaz. Ama onları uzerseniz Allah ve Rasulu’nu gucendirebilirsiniz.

Misafirden beklenen edepli olmasıdır

Sonra Gavs Hazretleri’nden naklen bir menkıbe anlattı. Dedi ki:

Velilerden bir zat Medine-i Munevvere’ye yerleşmişti. Bir gun bu zat hastalandı ve hizmetcisini cağırarak carşıdan yoğurt almasını emretti. Az sonra donen hizmetciye yoğurdu kaca aldığını sordu. Fiyatı oğrenince de: “Amma da pahalıymış ha!” dedi.

Ehlullahtan olan bu zat, o gece ruyasında Hz. Rasulullah s.a.v.’i gordu. Sitemli bir vaziyette arkasını donmuş ve kendisini şoyle azarlıyordu: “Bizim beldemizin yoğurdunu pahalı bulan, bizim beldemizi terk etsin!”

Buyuk bir korku ve telaşla uyanan zat, başını duvarlara vurup ağlamaya başladı. Gozlerinden yaş yerine adeta kan akıtmaya başlamıştı. Orada bulunan başka bir mana dostu kendisine şu tavsiyede bulundu: “Affedilmek istiyorsan, Hz. Rasulullah s.a.v.’in amcası Hz. Abbas r.a.’ın kabrine git ve onun şefaatci olmasını, senin icin İki Cihan Guneşi’ne yalvarmasını iste.” Bu tavsiyeyi yerine getiren velî zat, o gece yine Allah Rasulu s.a.v.’i ruyada gordu. Alemlerin Efendisi ona arkası donuk şoyle diyordu: “Tamam affedildin ama bizim beldemizi terk et!”

Sonra şoyle devam etti: İşte bu yuzden iki mubarek beldenin halkına ve misafirlerine son derece nazik davranmalısınız. Gıyaplarında konuşurken de onları aşağılayıcı sozlerden şiddetle kacınmalısınız.

Bir başka zat da şu sohbeti yapmıştı: Gavs-ı Bilvanisî k.s. Hazretleri bir keresinde Medine-i Munevvere’de oranın ahalisinden birinin cocuğuyla oturmuş, oyuncak arabayla oynamıştı. Cocuk ayrılıncaya kadar da oyunu bırakmamıştı. Yine bu zatın torunlarından baştan aşağı edep manzumesi olan bir seyyidin Medineli bir gence gosterdiği fevkalÂde hurmet ve tevazu gercekten gorulmeğe değer bir husustu.

Sonunda varılacak yer cennet olunca

Bilumum haram ve gunahlardan kacınmak edeptir. Farz, vacip ve sunnet-i seniyye ile amel etmek edeptir. Allah TealÂ’yı goruyormuşcasına ibadet etmek, O’nun her an bizi gorduğunu, acık gizli butun halimize vakıf olduğunu bilerek davranmak edeptir. Hangi renkten, hangi ırktan olursa olsun oradaki muminlere hizmet etmek, onlara lutuf ve keremle muamele etmek, guzel ahlÂk, haya edeptir. Diline sahip olmak, kimsenin kalbini kırmamak, nefsi icin herhangi bir davada bulunmamak, sabır ve sukunetle hareket etmek edeptir. Otelde, asansorde, araclarda ve elden geldiğince, guc yettiğince tavaf esnasında kadın-erkeğin birbirine karışmadan vazifelerini yapması son derece muhim bir edeptir. İmam-ı Rabbanî Hazretleri k.s. buyuruyor ki: “Edeplerden bir edebi korumak, tenzihî bile olsa bir mekruhu terk etmek, zikirden, murakabe ve teveccuhten daha efdaldir.”

Burada iki hadis-i şerifi hatırlamakta fayda var: “Kim Allah icin hacceder, bu esnada kotu işlerden ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa -kul hakları mustesna- annesinin onu doğurduğu gunku gibi (gunahlarından arınmış olarak hacdan) doner.” “İcine gunah karışmamış ve kabul olunmuş bir haccın karşılığı ancak cennettir.” Yani edeple haccedenlerin hacları kabul gorebilir. Onların varacağı yer ise cennettir. İşte hac budur. Kısaca edepten ibarettir.
Şair NÂbi ne guzel soylemiştir:

Sakın terk-i edebten kûy-ı Mahbubu Huda’dır bu
NazargÂh-ı ilÂhidir, makam-ı Mustafa’dır bu
MuraÂt-i edeb şartıyla gir NÂbi bu dergÂha
MetÂf-ı kudsiyÂndır, bûsegÂh-ı enbiyadır bu!

KÂbe de konuşur

Şuphesiz her yerde edepli olmak lazımdır. Fakat bu gibi makamlarda belki bin kere daha edepli olmalıdır. Hatta denilebilir ki bu iki makamda yani KÂbe ve Mescid-i Nebevî’nin hariminde kalbi dahi korumak gerekir. Cunku Allah Teal bu makamlara icten ve dıştan O’nun adına hurmet edilmesinden hoşnut olur. Ayrıca KÂbe’yi ve Efendimiz aleyhissalÂt u vesselamı kalpten gecen manalara muttali kılabilir.

Buna şaşırmamak gerekir. Zira KÂbe’nin manevi bir hakikati vardır ki, Hakikat-i Ahmediyye’nin bir başka yonunu teşkil eder. Bu hakikat Allah’ın izniyle goren, işiten ve dile gelebilen bir hakikattir ve makamı cok yuksektir. Bizler sadece Beytullah’ın taştan orulmuş mubarek yuzune bakabiliyoruz. Şayet hakikati bir an icin acılmış olsaydı, o anda ruhumuzu teslim ederdik. Cunku ona bakmaya asla guc yetiremezdik. Velilerin havassı ise boyle değildir. Kim bilir onlar tavaf ederken KÂbe ile aralarında ne gibi konuşmalar ve hangi sırlar cereyan etmektedir?

Buyuk veli Muhyiddin ibn Arabî Hazretleri k.s. tavaf esnasında KÂbe’nin kendisine hitab edip konuştu ğunu, bunu bizzat kulağıyla duyduğunu, aralarında gecen konuşmalardan sonra kendisinin o anda hazırlıksız olarak bir şiir soylediğini belirtmektedir. Hatta bu şiirlerini meşhur Futuhat-ı Mekkiyye adlı eserinde zikretmiştir.

İbn Arabî Hazretleri başka bir seferinde şoyle demektedir: “Bir gun KÂbe’ye baktım kendisini tavaf etmemi istiyor, zemzem ise, bize kavuşmayı arzu ederek kendi suyundan bol bol icmemi diliyordu. Her ikisine hitaben beyitler soyledik...”

Yine bir tavafını şoyle anlatmaktadır: “Soğuk ve mehtaplı bir gecede sağnak yağmurla abdest almış ve şiddetli bir rahatsızlıkla tavafa cıkmıştım. Sonra Hacer-i Esved’i operek tavafa başladım. Rukn-i ŞÃ‚mî koşesine ulaştığımda, KÂbe beni kulağımla işittiğim bir konuşmayla tehdit etti. Şiddetli bir sancı duydum. Sonra Allah’a yemin ederim ki, KÂbe temelleriyle birlikte yerden yukseldi. Derhal irticalen şiir soyledim. KÂbe bana tavaf etmemi tekrar işaret etti... (...) Sonra ona teşekkur ettim ve aramızda sulh yaptık...” (Futuhat)

Goruluyor ki, Beytullah sadece taş bir binadan ibaret değildir. Ehlullah orada ve Hazreti Rasulullah s.a.v.’in Ravza-i Tahire’sinde cok manalara muttali olabilmektedirler. Yukarıda anlatılan hususlar adı gecen mubarek makamların heybetini hissetmek ve edebi muhafaza etmek acısından onem arz etmektedir.

Edepli bir ecdadın torunları

Elbette ki mukaddes topraklarda mubarek makamlar KÂbe-i Muazzama’dan ve Ravza-i Tahire’den ibaret değildir. O bolgenin her karışı Hz. Rasulullah s.a.v.’in, sair Peygamberlerin -salÂt ve selam uzerlerine olsun- Sahabe-i Kiram Efendilerimizin -Allah hepsinden razı olsun- ve Evliyaullahın -Hak Teal sırlarını mukaddes kılsın- mubarek ayaklarının değdiği yerlerdir. Bir sahabi kabrine gittiğiniz zaman kendinizi kucuk bir Ravza’nın onunde duruyormuş gibi hissedersiniz. Rabıta ile huzura girer, selam verir ve mubarek ruhlarına Kur’an okursunuz.

İki Cihan Guneşi s.a.v.’in edebinden nasibi olmayan O’nun nurlu yolundan istifade edemez. İnce bir duyuş, ince bir hissiyata sahip olan buyukler kutsî mekÂnlarda diğer yerlere nispetle edebe cok daha fazla dikkat etmişlerdir. İmam Malik rh.a Hazretleri, Allah Rasulu s.a.v.’in bastığı toprağa hurmeten Medine-i Munevvere’de hayvan ustune binmemiş, ayakkabı da giymemiştir.

Sultan Abdulhamid Han k.s. Hazretleri zamanın buyuk velilerindendi. İstanbul’dan Medine-i Munevvere’ye kadar tren hattı yaptırmıştı. Allah Rasulu s.a.v.’in muazzez ruhlarını gurultuyle rahatsız etmemek icin Medine İstasyonu’nda rayların altına kece doşetmişti. Osmanlı’nın o ince ruhlu insanları Mescid-i Nebevî’yi tamir ederken yine aynı maksatla cekiclerine kece bağlıyorlardı. Bu zamanın Kutlusu k.s. Sahabi kabirlerini ziyaret ederken mezarlıkta ayakkabılarını cıkarıyor ve derin bir hurmetle huzurlarına giriyordu. Allah onlardan razı olsun ve golgelerini başımızdan eksik etmesin.

Şair ne guzel soylemiş:

Ehli dil arasında aradım, kıldım talep
Her huner makbul imiş, ill edep ill edep...

1Allah Teal her turlu mekÂndan ve yaratıkların hallerine benzemekten munezzehtir. Buradaki Beytullah, Allah’ın evi ifadesi mecazidir.

__________________