ŞEFTALİ BAHCELERİ:
Bir yaz gunu, Akdeniz kıyılarındaki bir kasabanın tabiatı tasvir edilir. Bu kucuk Anadolu kasabasında, iklim cok yumu*şak gecmekte, yaz gunlerinde ise her yeri şeftali kokuları sar*maktadır. Akşamuzerileri, coğu kasabaya yerleşmiş memurlar deniz kıyısına eğlenmeye giderler. İckiler, turlu eğlenceler, yiye*cekler, calgılar bu akşamların vazgecilmez alışkanlıkları olmuş*tur. Burası Anadolu’nun Sadabad’ıdır. Sazlar calınır, gazeller okunur, her turlu keyif duşkunluğu kol gezer. Bu kasabaya ta*yini cıkan memurlar buranın zevk ve sefasına alışmakta, bura*ya yerleşerek havuzlu, kameriyeli evler yaptırmaktadırlar. Dev*rin İstanbul’da hoş gormediği eğlenceler, burada, rahatlıkla yapılmaktadır. Memurlar, resmi işleri tamamiyle boşlamıştır.
Bu kasabaya yeni bir yazı işleri muduru tayin edilir. Adı AgÂh olan yeni yazı işleri muduru, kasabaya geldiği ilk gun dairede ikindi vakti kimsenin olmamasına cok şaşırır. Oğle vakti, dairedeki herkes şakalar yaparak şen şakrak sahile in*mektedir. AgÂh Bey butun bunlara cok şaşırır. Kendisi idea*list bir kişidir. Mulkiyeden cıktıktan sonra Avrupa’ya kacmış, İstanbul’a gelince 4 ay boyunca nezarete alınmış, daha son*ra da Anadolu’ya bu işe atanmıştır. Bu memuriyetle kendini gostermeye, bu koyu duzeltmeye karar vermiştir. Surekli calı*şacaktır. Fakat kasabadaki herkes aksine tembel, miskin ve eğlence duşkunudur. Mutasarrıf ona ilk gun, rahatına bakma*sını soylemiştir. Evkaf Memuru daha da ileri giderek, eğlen*mesi icin tum imkÂnları onune surebileceğini ima etmiştir. Onceleri butun bu tekliflere direnmiş, koyde tek başına kal*masına rağmen eğlencelere katılmamıştır. Sıkıntıdan boğul*makta, dairede kimse olmadığı icin calışamamaktadır. Hicbir idealini gercekleştiremeyeceğini anlamaya başlar.
Bir gun, muhasebeci dayatır, illaki şeftali bahcelerine gel*mesini ister. İkindiuzeri, bir merkebe binerler; İğde, boğurtlen, şeftali ağacları ile suslu, su sesleri icindeki bahcelere giderler. Surekli yiyip icerler. Cok eğlenirler. Ertesi gunu cok yorgun ol*duğu icin AgÂh Bey işe girmez. Fakat daha sonraki saatlerde yine şeftali bahcelerine gider, eğlenir, havuzda yuzer. AgÂh Bey, artık tum eğlencelere katılmaktadır. Diğer memurlar gibi o da bir merkep almıştır, sahile daha kolay inmek icin. AgÂh Bey artık hic calışmak istememekte, eğlencelerden daireye gidecek vakit bulamaktadır. Kasabaya geldiği ilk gunku yalnı*zlığını, calışma aşkını duşundukce kendine gulmekte ve ‘Toy*luk işte.’ demektedir.
BOZ EŞEK:
Irmaktan su taşıyan cocuklar, dağ yolunda yere yatmış bir ihtiyar ve yanında dolaşan boz bir eşek gorurler. Cocuk*lar koye giderek Husmen Hoca’ya durumu haber verirler. Ak*şam olmaktadır. Husmen Hoca ile birkac koylu ihtiyarı ara*maya giderler. Yaşlı adam, sık sık solumakta, goğsunu goster*mektedir. Ancak hırıltıyla konuşabilen ihtiyarın olmek uzere olduğunu duşunurler. Fakat yaşlı adam gittikce canlanır. Co*cuk bakışlarıyla bakan yaşlı adamı ve eşeğini koye gotururler. Koyde, Husmen, herkese misafirlerinin olduğunu duyu*rur. Hava iyice kararmıştır. Koy, en yakın kasabaya iki gun u-zaklıkta olduğu icin koye yabancı biri cok nadir gelmektedir. Ancak bir vilayetten diğerine gecen arabasız yolcular bazen bu koye uğramaktadır. Bu gelenler de bu fakir koyde el us*tunde tutulmaktadır.
Yaşlı adam biraz rahatlar. Goğsunun boyle arada bir, ol*madık yerde tuttuğunu anlatır. İhtiyara sut getirirler. İhtiyar icerken oksurerek konuşabilmektedir. Hasta, yaşlı adam bir ara cevresindekileri yanına cağırır ve onlara bir şeyler soyledikten sonra ruhunu teslim eder. Yaşlı yolcunun son isteği, eşeği ve kemerinde dizili sekiz altının Mekke’ye vakfedilmesidir.
Koyluler, cenazeyi defnettikten sonra kara kara duşun*meye başlarlar. Vasiyeti yerine getirmeleri gerekmektedir. Ka*dıya danışmaya karar verilir. Hafta icinde Husmen, eşeği ya*nına alıp kasabaya gidecektir. Bu arada, eşeği bir emanet o-larak goren koyluler ona bir suru yem verirler, hicbir iş yuklemezler. Yuksuz bir şekilde boz eşek ile Husmen Hoca kasabaya gitmek uzere yola cıkar. Cok zor bir yolculuktan sonra kasa*baya varan Husmen Hoca, once jandarma cavuşuna gider, durumu anlatır. Jandarma cavuşu onu dinlemez bile, nargi*lesini hopurdetmekte, keyif yapmaktadır. Kadı zaten kasaba*da yoktur. Kaymakama giden Husmen, aynı muameleyle karşılaşır, iş, kadıya iki hafta sonraya ertelenir. Husmen, eli boş bir şekilde, durumunu bile anlatamadan cok zor şartlar*da koyune geri doner. Koylu, bu sure zarfında eşeğe misafir gibi bakar, kutsallık atfeder ona. Bu arada, eşek iyice beslen*mektedir.
İkinci kez kasabaya gittiğinde kadının gelmediğini oğre*nen Husmen Hoca acele ettiği icin bir de azar işitir. Ucuncu seferde de şahit goturmediği icin geri doner. Bu arada Hus*men Hoca, bu geliş gidişlerle cok yıpranır, parası azalır. Boyle bir bucuk ay gecer.
Bir kasabadan donuş esnasında Husmen’in yanında boz eşek yoktur. Kadı, Mekke’ye ulaştırılacağını soyleyerek alıkoy*muştur. Butun koyluler cok rahatlar, vasiyeti yerine getirmek*ten mutludurlar.
Olayın yılında, kasabaya pirinc satmaya giden Husmen Hoca, Pazar yerinin ortasında kadıyı (Lakabı Kabak Kadıdır.) boz eşeğin uzerinde gorunce hayret ve ıstırap icinde kalakalır.
GARİP BİR HEDİYE:
Feridun iki saattir carşıdaki kuyumcu dukkÂnları onunde dolaşmakta, hicbirine girmeye cesaret edememektedir. Uzun zamandır her şeyini satmış, satabileceği yalnızca bir tıraş fırcası kalmıştır. İşlemeli, fildişi saplı fırcanın değeri olup olma*dığını bilmemektedir. Ona bu fırcayı hediye eden Yahudi cok değerli olduğunu, bir gun işine yarayacağını soylemiştir. Feri*dun bu sozlere pek itibar etmemekte, Yahudinin onunla alay ettiğini duşunmektedir.
Feridun, bu caresizlik icinde ağlayarak evine gitmek ister. Aylardan beri cektiği sıkıntılar, dertler icinde olumu bir kurtu*luş gibi gormektedir. Fakat yine de şansını denemeye karar verir ve bir kuyumcu dukkÂnına girer. Urkekce fırcanın de*ğerli olup olmadığını sorar. Kuyumcu, ‘Beş para etmez!’ diye geri verir. Oysa, Feridun bu fırcayı hediye eden Yahudi icin canını tehlikeye atmıştır. On yıl once, guvertede bir Yahudi eşyalarını istif etmektedir. Tam o sırada demir kancadan kur*tulan iri bir denk tam başına inecekken Feridun, hemen fırla****** Yahudiyi olumden kurtarmıştır. Yahudi kendine geldik*ten sonra ona elindeki tıraş fırcalarından birini vererek cok değerli olduğunu soylemiştir. Feridun, bu sozlere hic kıymet vermemiş, fırcayı kullanmıştır. Fakat zamanla savaştan sonra yarı sakat, işsiz, beş parasız kalınca İstanbul’a donmuş, her şeyini satmak zorunda kalmış, bir gun Yahudi’nin bu sozunu hatırlayarak umitlenmiştir. Fakat umitleri boşa cıkmıştır. ^
Ahırkapı feneri arkalarına duşen yoksul mahalledeki ka*ranlık ve bakımsız evlerine doğru annesinin yanına gider. An*nesine durumu anlatır. Camdan İstanbul’daki zengin semtle*re bakarken sinirlenen Feridun elindeki tıraş fırcasını sokağa fırlatır. İcinden Yahudi’ye kızmaktadır. Fakat, garip bir şey olur. Sokakta parcalanan fırca parlamaya başlar. Koşarak dışarı cı*kan Feridun gozlerine inanamaz; cunku fırcanın icinden iki elmas parcası cıkmıştır.
Sabah olunca tekrar kuyumcuya gider, elmasları gosterir. Kuyumcu, taşların cok değerli olduğunu soyler. Meğer, Yahu*di gumrukten mal kacırmak icin adi bir fırcanın icine cok de*ğerli iki pırlanta koymuştur.
__________________
şeftali bahceleri:
Dini Bilgiler0 Mesaj
●31 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- şeftali bahceleri:
-
13-09-2019, 01:13:34