Bir kadın oğretmen Allah yok diye iddia ediyor. Kendi bilgisine de cok guveniyor. Bu kadın oğretmene diyorlar ki: “Bir BilÂl Hoca var. Karşısında kimse konuşamıyor. Eğer onu da susturursan senin tahsilli olduğunu biliriz,” diyorlar. Oğretmen BilÂl Babamın yanına kadar geliyor:
- Ben seninle imtihan olmaya geldim. Ben Allah yok diyorum, sen var diyorsun. Ben sana Allah'ın yokluğunu isbata calışacağım. Sen bana Allah'ın varlığını isbata calışacaksın. Yalnız Âyet, hadîs, kitap okumayacaksın. Gozle gorulen elle tutulan şeylerle birbirimizi iknaya calışacağız. Sen kazanırsan ben soz veriyorum, senin tarikatına girip namaza başlayacağım. Ben kazanırsam, sen tarikatı terk edip sakalını kestireceksin. Ben Allah'ın yokluğunu ispat edeceğim. Sen ise bana Allah'ın varlığını isbat edeceksin. Hangimiz kazanırsak diğeri ona tabii olacak.
BilÂl Babam:
- Olur, diyor. Oğretmen soruyor:
- Gozle gormediğin, el ile tutmadığın, kokusunu almadığın, değmediğin, dokunmadığın bir şeyin varlığını ne ile tasdik edersin? Allah'ı gozu ile goren var mı? Yok. Eli ile tutan var mı? Yok. Kokusunu alan var mı? Yok. Kendisine dokunan (değen) var mı? Yok. Sen diyorsun ki, şu odanın icinde bir şey var. Ben diyorum ki, yok. Sen var diyorsun. Ben sana diyorum ki, gozunle gordun mu? Elinle tuttun mu? Kokusunu aldın mı? Dokundun mu? Hic birisi yok. Oyleyse bu odanın icerisinde hic bir şey yok. Aynı onun gibi, Allah'ı goren, konuşan, kokusunu alan, dokunan yok. Demek ki, odanın icinde bir şeyler olmadığı gibi Allah var dediğinizde yine aynıdır, diyor. BilÂl Babam cevap veriyor:
- Seninle ikimiz duz bir ovada gittiğimizi farzedelim. Yolumuzun uzerinde bu ev buyukluğunde bir taş dort ile beş metre kadar yerden yuksekte (havada) donuyor. Ne yaparsın? Oğretmen:
- Araştırırım! Nasıl, ne şekil donduğunu, kim tarafından, hangi kuvvetle donderildiğini araştırırım, diyor. Babam diyor ki:
- Ay, guneş, yıldızlar ve bu dunya da donuyor. Bunların her birisini bir taş kabul edelim. Allah'u TeÂl yoksa, bunlar kim tarafından nasıl donduruluyor. Araştır bana haber ver. Oğretmen sukût ediyor. Babam da bir Âdet vardı ki, itiraz edecek adamın yapacağı itiraz aklına gelmezse ona hatırlatırdı. Babam cebinden cep saatini cıkartıyor, orta yere koyuyor:
- Senin icin bir cıkar yol var. Sen diyeceksin ki, şu saat nasıl kendi kendine donuyorsa, ay, guneş, yıldızlar ve dunya da bu saatin her bir parcası gibi kendi kendine kurulmuş, donuyor. Saatin donduğu gibi donuyor diyeceksin. Başka cıkar yol yok. Oğretmen:
- Tamam oyle, bu saat gibi kurulmuş, kendi kendine donuyor. Babam diyor ki:
- Bu saatin zembeleği, yelkovanı, saat, dakika, saniye sayan ibreleri, icinin dişlileri bir fabrikadan, bir usta elinden gecmezse, bu saati yerli yerince takan bir insan ustası olmazsa, bu saat kendi kendine yapılır, kendi kendine takılır, kendi kendine calışır mı? deyince, oğretmen yine sukût ediyor. Babam:
- Saat kendi kendine yapılmaz. Kendi kendine takılmaz, calışmaz. Bu Dunya, ay, guneş ve yıldızlar da nasıl kendi kendine yapılır nasıl kendi kendine doner? Babam ucuncu soruyu soruyor:
- Her şeyin bir istinatgÂhı var mı? Dayandığı bir yer var mı? Kuvvet aldığı bir yer var mı? Oğretmen:
- Evet, diyor. BilÂl Babam:
- Mesel bir ağac kokunden kuvvet alıyor. Ağac kokunden kuvvet almazsa, ağac curur ve yıkılır. Bir evin temeli, onun istinatgÂhıdır. Temel curukse ev yıkılır. Evi tutan durduran temeldir. Bunun gibi her şeyin bir kuvvet aldığı yer vardır. İnsana yaşama gucu veren zahirde, gorunurde yemek yemek, hava almak, su icmek, bunlar azalırsa hasta olur. Kesilirse olur. İnsanın zahirde istinatgÂhı da budur. Şimdi sana soruyorum. Ay, guneş, yıldızlar ve bu dunyanın istinatgÂhı dayandığı kuvvet aldığı yer nedir, neresidir, kimdir? Oğretmen yine sukût ediyor. BilÂl Babam:
- Allah'tır de, Allah'tır de korkma, Allah'tır de! Oğretmen:
- Evet haklısın, diyor. Babam diyor ki:
- Oyle ise bir saat evvelki verdiğin sozu yerine getirmen lÂzım. Sen hem tarikata gireceksin, hem namazını kılacaksın. Oğretmen:
- Ben ancak sana verdiğim soz kadar yerine getiririm. Ben sana namaz kılarım, dedim. Ama sacımı orterim, uzun kollu giyerim, dudağımı boyamam demedim, diyor. (Cunku o zaman kendisi oğretmen mevsimlik şapka giyiyordu. Maksadı beni bu vaziyette kabul et, diyecek. Babam bu vaziyette olmaz diyecek. O da ben sana sadece verdiğim soz kadar yerine getiririm diyecekti.) Babam:
- Sen namazını evinde kıl, başına doşek (yatak) carşafı gibi bir şey ort, uzerine uzun sabahlık gibi bir şey giy. Bizim kadınların cuma hatimlerine devam et. Carşıya nasıl cıkarsan cık, diyor. Aynı oğretmen bir ay kadar sonra Babamın yanına geldi. Başı ortulu idi. Babam:
- Sen başını ortmeyecektin, neden orttun, deyince oğretmen:
- Ben başımı ortmeyince utanıyorum.
__________________