Bir grup Arap hırsızı, bir dağın başına yerleşmis, kervan yolunu bağlamış, gelip gecenleri soyuyordu. 0 taraflarda bulunan şehirlerin halkı bunların şerrinden titriyor, hukumetin gonderdiği asker de bir şey yapamıyordu. Cunku, eşkıyalar dağın tepesinde sağlam bir kale yapmışlardı.
O cevrede ne kadar akıllı, erdemli yonetici varsa bir araya toplandılar. Bu belayı onlemek icin care aradılar ve şoyle soylediler:

”Eğer bu haydutlar, bir sure daha kendi hallerine bırakılırsa onlarla başa cıkmak imkanı kalmaz. Bir ağac henuz yeni dikildiğinde bir adam biraz cekince koparır. Fakat uzun sure sonra onu bir cift okuz de cekse yerinden sokemez. Bir ceşmenin suyu birikip gol olunca onu fille gecmek bile kolay olmaz. ”

Uzun boylu goruştukten sonra verilen karar gereğince bir adamı gozcu olarak gonderdiler. Nihayet bir gun, bir kervanı vurmak uzere haydutlar yerlerinden ayrıldıkları, kalelerinin boş bırakıldığı haberini aldılar. Hemen guclu kuvvetli cesur yiğitlerden oluşan bir kuvvet hazırlayıp yola cıkardılar. Bunlar dağın sarp yolları arasında bir yere gizlendiler. Akşam uzeri yol kesiciler bircok ganimet malıyla geri geldiler. Cok yorulmuş oldukları icin mallarla beraber, silahlarını da bir koşeye bırakıp huzur ve emniyet icinde yattılar. Başlarına coken ilk duşman uyku oldu. Geceden bir muddet gecti, ortalık tamamen karardı.

Guneş ufuk altında karanlıkta boğuldu, Yunus balığının karnına girmiş gibi oldu.

Cesur delikanlılar, yavaşca pusularından cıkarak birdenbire haydutların uzerine atıldılar, hepsini kıskıvrak yakalayıp bağlayarak sabahleyin padişahın huzuruna getirdiler. Padişah haydutların idamına ferman verdi. Fakat iclerinde cok genc bir cocuk bulunuyordu. Gencliğinin meyvesi henuz yetişiyor, bıyıkları yeni yeni terlemeye başlıyordu. Vezirlerden biri, padişahın huzurunda yer operek onun bağışlanması icin şoyle soyledi:

“Padişahım, bu cocuk, hayat bağının meyvesini henuz tatmamış genclik zevklerinden yararlanmamıştır. Efendimizin inayetlerinden umarım ki, onun affıyla bu kullarını minnettar ederler.”

Bu soz, padişaha hoş gelmedi, cunku yuksek goruşune aykırıydı. Dedi ki:

“Kubbe ustunde ceviz durdurmak ne kadar boş bir caba ise kabiliyetsiz kişileri terbiye etmek de o derece guctur. ”

Bunların neslini kesmek, koklerini kazımak lazım. Ateşin alevini sondurup kozunu bırakmak, yılanı oldurup yavrusunu saklamak akıllı işi değildir.

“Soz gelişi buluttan ab-ı hayat (bengisu) yağmış olsa bile soğut ağacı yine meyve veremez. Soysuzu terbiye etmek boşunadır, hasır kamışından da şeker umulmaz.”

Vezir, bu sozleri ister istemez beğendi. Dedi ki: “Efendimizin buyurdukları kerametin ta kendisidir. Fakat kulunuz o kanaatteyim ki bu cocuk onların icinde kalsaydı, şuphesiz onlardan biri olurdu. Lakin temiz bir cevre icinde bulunursa, umit ederim ki nezih bir terbiye alır, iyi bir insan olarak yetişir. Cunku daha cocuktur. 0 haydutların kotu huyları, tabiatında da yerleşmemiştir. Hadiste gelmiştir ki: Her cocuk, fıtrat uzere doğar, baba ve anneleri onları sonra yahudi, Nasrani ve Mecusi yaparlar.”[5]

Sapkınlık edenlerle duşup kalktığı icin Lut’ un hanımı dalalette kaldı. Ashab-ı Kehften ayrılmayan kopek insanlarla birlikte cennetlik oldu.

Bunun uzerine padişahın nedimlerinden birkacı da bağışlanması konusunda vezire destek cıktılar. Nihayet padişah cocuğu affetti ve dedi ki: “Yalnızca ısrarınızdan dolayı affediyorum, yoksa iyi bir iş yapmıyoruz.”

Zal, oğlu Rusteme şoyle vasiyet etti: “Duşmanın basit de olsa ondan sakın, gucsuz deme!” Ceşme başından su taşınca dibinde yuklu bir devenin kaybolduğu cok oldu.

Uzatmayalım, vezir cocuğu aldı, evine goturdu naz ve nimetle besledi, terbiyesi icin edip bir oğretmen tuttu. Az zaman icinde istediği gibi yetiştirdi. Edep ve nezaketle konuşması, saray hayatına ait butun kural ve davranışları oğrendi, saray halkının beğenisini kazandı.

Bir gun vezir, padişaha cocuğun halinden biraz bahsetmek isteyerek dedi ki: “Efendim, cocuğu bir gormeli. Akıllı kişilerin terbiyesi ona oyle harikulade tesir etmiştir ki kişiliğinde yerleştiği sanılan fenalıklardan zerre kadar gorulmuyor.” Padişah gulumseyerek,

“Her ne kadar insan icinde buyuse de canavardan doğan canavar olur” dedi.

Bunun uzerinden birkac sene gecti. Cocuk, mahallenin yaramaz gencleriyle yavaş yavaş goruşmeye başladı.

Tabiatında gizli kalmış olan eşkiyalık damarı uyandı, bu capkınlarla sozleşti. Nihayet bir gece fırsat kollayıp iki oğluyla beraber veziri oldurdu ve bircok kıymetli eşyayı alarak haydutlarla beraber dağa cıktı, babasının yerine gecerek isyan etti. Padişah olayı haber alınca, hayretinden parmağını ısırarak şoyle dedi:

Alcak, adi biri, eğitmekle guzel bir insan olamadığı gibi kotu demirden de iyi bir kılıc yapılamaz. Bir yere aynı yağmur yağdığı halde, bağda lale yetişir, mezbelelikte cer cop ve diken.

* * *
Corak yerde sumbul yetişmediği gibi başka bir şey de bitmez. Kotu kişilere iyilik edenler iyilere fenalık etmiş olurlar.

[5 - Muslim, "Kader", 22-25.]

Gulistan – Şeyh Sa’di-i Şirazi
__________________